Bursa’da SAGES (Salı Akşamı Gençlik Sohbeti) gençlerin katılımıyla hız kesmeden devam ediyor. “Gençlik ve İbadet” konulu doyumsuz sohbetiyle İsmail Kartal Bey bizimleydi.
Yaklaşık yüz elli kişilik genç katılımcı; Kur’ân atmosferinde harika bir iklim yaşadılar. Hakikatlerin Kur’ân penceresinden solunduğu sohbette “ibadetin tarifi, önemi, gerekliliği” Risale-i Nur’un değişik yerlerinden açılımlar yapılarak izah edildi. Hem sohbet esnasında hem de sohbetten sonra gençlerde bu Kur’ân ikliminin memnuniyeti okunuyordu. Sohbet sonrasında görüştüğümüz gençler sohbetten çok istifade ettiklerini dile getirdiler. Hatta ilk defa katılan bazı gençler de bu sohbet vesilesiyle iç muhasebe yaptıklarını, daha önce düşünmedikleri şeyleri tefekkür ettiklerini, bundan sonra yaşayış olarak daha dikkatli olacaklarını ifade ettiler.
İbadet denilince aklımıza ne gelir? Ubudiyet, dünyamızda ne kadar etkili? İbadetin özü namazın, kılmanın ötesinde yaşama boyutu nasıl olabilir? Namazı ve ibadeti terk ettiğimizde aslında şahsî bir tercih değil de bütün kâinatın hukukuyla ilgili bir mahkemeyi kendi başımıza açtığımızın izahları Risale-i Nur’dan değişik yerlerden okunarak dinleyenlerin istifadesine sunuldu.
İşte sohbetten bazı bölümler:
n İman hakikatlerinin yaşanması gerekiyor. Taklidî iman insanı kurtarmaz. Şeytanın ordularla hücum ettiği bir zamanda sadece akılda kalan bir iman etkisiz kalabilir. Bunun için tahkikî iman şarttır. Yani imanın bütün duygulara ve lâtifelere sirayet etmesi ve bunun kendi dünyamızda fiiliyata dökülmesi gerekir.
n İnsanın yaratılış gayesi öncelikle iman-ı billâh, ardından marifetullah, sonra da muhabbetullahtır. Allah sevgisi için Peygamberimize (asm) ittibâ, onun (asm) Sünnet-i Seniyyesine uymak şarttır. Allah’ı tanımak için de iman şarttır. Rabbimizi tanımak istiyoruz. Zaten Rabbimiz de kendini tanıttırmak için “Ben gizli bir hazine idim bilinmek istedim, kâinatı yarattım” buyuruyor. “Bilinmek” iradesinin karşılığında bilme-tanıma kapasitesi / kabiliyeti yüksek olan bir mevcut olarak insan yaratılmış. Rabbimiz: “Ben insanları ve cinleri ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım” buyuruyor. Öyleyse Allah’ın bilinmesiyle ibadet arasında bir bağ var. “Bildiğimiz” Allah’ın emirlerini yerine getirebilir, “bildiğimiz” Allah’ın yasakladıklarından sakınırız, “bildiğimiz” Allah’tan korkarız, “bildiğimiz” Allah’ı severiz. Peki nasıl bileceğiz?
n Rabbimiz felekleri (âlemleri) yarattı. Üstadımız hakiki hakâik-ı eşya “esma-i İlâhiyedir” diyor. Varlığa esma-i İlâhiye hesabıyla bakabiliriz. Nasıl ki birbirimizi anlamak için bir lisan kullanıyoruz... Şimdi Türkçe konuşarak birbirimizi anlayabiliyoruz. İngilizce konuşabilmek için o lisanı öğrenmek gerekiyor. Aynı şekilde Çince, Arapça ve diğer diller için de bu durum böyledir. İşte kâinattaki her bir varlığın da, Cenâb-ı Hakk’ın konuşturmasıyla bize gönderdiği o mesajlarda bir dil var ve o dille Allah tanınabiliyor. İşte bu dil, ibadet dilidir. O dilin harfleri ise esmâ-i İlâhiye. Biz önce harfleri öğreneceğiz, sonra ibadet dilini geliştireceğiz. Sonra kâinattaki Allah’ın hem teşriî, hem de tekvinî âyetleriyle bize kendini tanıtmasını, bize gönderdiği mektuplarını, ‘tekellümât-ı tesbihiye’ denilen kusursuz Yaratıcının ilânı mesabesindeki her bir varlıkta Cenâb-ı Hakk’ın esmâ-i hüsnâsını tefekkür etmekle başlayan bir süreç...
n İman ile ibadet birbirini tetiklemektedir. İnandığımız Allah’ın kaç ismini biliyoruz? Bildiğimiz kaç ismin kâinattaki tecellilerini görüyoruz? Gördüğümüz o tecellilerin ne kadarını kendi âlemimizde yaşıyoruz? Örnek olarak İsm-i Azamlarından Kuddüs ismi. “Bu isim benim âlemimde ne kadar tecelli ediyor? Ne kadar temizim ben; maddî ve manevî? Günahları işlediğim sürece kirliyim ben. Çünkü mânen kirlenmiş oluyorum.” Aynı şekilde evimizin, sokaklarımızın temizliği... Diğer isimleri buna kıyas edebiliriz.
n Peygamberlere imandan örnek verecek olursak: Kendisine iman ettiğimi iddiâ ettiğim Peygamberin sünnetini ne kadar yaşıyorum?
n Yeni doğan çocuğumuzun geleceğini düşündüğümüz kadar, içinde bulunduğumuz okulun sonucunu düşündüğümüz kadar, şu an aradığımız işe yoğunlaştığımız kadar, gireceğimiz sınava duyduğumuz heyecan kadar asıl ebedî hayat için de endişe ediyor ve hazırlanıyor muyuz?
n İnandım deyip bırakmak yetmiyor. İnanmışsak o inancın, o altı iman hakikatinin ibadetle terbiye ve takviye edilmesi gerekiyor. Takviye edilmezse erkân-ı imaniyenin eserleri, tesirleri zayıf kalıyor. Allah’a imanın, mutlaka bir göstergesi olması gerekir. Aynı şekilde peygamberler, iman ve diğer iman hakikatlerinin de... Bu tesirlerin gözükmemesine âlem-i İslâmın şimdiki hâli şahittir.
n İbadet için “Sani’in azametinin zihinlerde tesbiti (yerleştirilmesi)”ne ihtiyaç vardır. Zihinlerde tesbit için de imânî hükümlerin tecellisi lâzım. Bunun için de Risale-i Nur’un çokça okunması lâzım. Sohbet mekânlarında bulunmak lâzım. İyi insanlarla beraber olmak lâzım. Namazı yaşamak lâzım. Günahlardan bizi uzaklaştıracak olan “Sani’in azameti”dir. Çok net yakîn bir bilgi olması lâzım. “Yaparsam hesap vereceğim?”
n Çöldeki bir adamı düşünelim. Aç susuz bir halde mecâli kalmadığı bir durumda çölün ortasında düşse, yıkılsa, öbür taraftan da kendisine saldıran bir aslanı görse 50 metre ötedeki sığınağına koşabilir mi? Biliyor ki gidecek, fakat mecâli yok! Aynen bunun gibi biz de namaza olan gafletimizden, bilgisizliğimizden, tembelliğimizden ruhumuzu öyle aç susuz ve havasız bırakmışız ki, artık günahlara karşı tepki gösteremiyoruz.
n Namaz hayatın ta kendisidir. Yaratılış gayemiz. Rabbimizle konuştuğumuz lisan. Sırattan geçirecek binek, kabirde nur… Namaz her şey... Kâinat namaz için yaratılmış... İnsan namaz için yaratılmış..
SAGES / BURSA