Ormanda yürümek, uzun zamandır bulamadığım bir fırsattı. Geçen Pazar bu şansı yakaladım. Yaz mevsiminin bu ilk ayında, düşünce ormanında yürüyüp, gerçek ormanı teneffüs etmenin hazzı bizi sardı. Sakince, küçük adımlarla ve sadece kendinizi duyduğunuz bir sessizlikte tefekkür denizine dalmanın verdiği bir iç huzurla... Deniz damlaların dâvetçisi, orman ağaçların sembolü ve gördüklerimiz hemcinslerinin temsilcileriydi.
Yağmur sonrası güzel kokunun farklı tonlarıyla buluşmuştuk. Fark ettik ki, yağmur nemlendirmişse toprağı ve toprak çekirdekle kurmuşsa bağı, filizlenmenin ilk dönemi sonrasında yaşanan bir akış başlamıştır. Böyle bir durumda; kabuk kırılmış, buluşma gerçekleşmiş ve tohumun ağaç hayali, meyve vermeye kadar devam edecek bir yolculuğa çıkmıştır artık.
Ormandaki patika yollar, dikkatli ve yavaşça yürümenin farkıyla, kara harekâtı gibi bütün araziye yayılmış karıncalarla sizi karşılıyor. Okumaya çalışıyorum. İlginçtir, hiç duran karınca görmedim. Hepsi hareket halinde. İri olanların yanında çok küçük ve zayıfları da var. Yükünü taşıyanlar ise hedefine gidiyor. Yolları, asla birbiriyle kaza yapacak bir çatışmaya fırsat vermiyor.
Hidrolik esneklik içinde bir manevra ile güzergâhlarını açık tutarak yollarına devam ediyorlar. Yol üzerinde bir karınca yuvasını da ziyaret ettim. Gözlem yaparken, inenler ve çıkanlar, yükünü bırakanlar ve alanlar, her biri kendi başına ve gayr-i nizamî bir yol çizerek hareket halindeler. Yürüyorlar.
Zooloji bilgimin yetersizliği, bazı küçük canlıları isimlendirmeme imkân vermese de, bildiklerim bile bana çok şey öğretti. Karıncalar; kendisiyle, gideceği yerle ve yüküyle ilgili hummalı ve süreklilik içinde bir faaliyetin içinde.
Gördüğüm kaplumbağa ise, durgun ve sabitlenmişçesine gözleri açık bakıyordu. Karşısına geçip, belli bir mesafede rahatsız etmeden ona dikkat ettiğimde, hiç istifini bozmadan ve nefes alış ritmi ile boğazındaki titrekliğin şişen kısmı dışında hep aynı kaldı. Asker miğferi gibi koruyucu kabuğu ve zemine sıkı tutunan ayaklarının, ekskavatör gibi zemine tutunma ve ona istinatla hareket kabiliyeti canlandı kafamda.
Patika yolda yürürken, önümde uçuşan kelebekler “Hoş geldin” deme ihtiyacı duymuş olacaklar ki, dikkat çekmek isteyen nazlı çocuklar gibiydiler. Uçuş koridorlarına bağlı kalmadan bir akrobasi gösterisi yaparak nazendar vücutlarıyla yelken açar gibi kanatlarının özgürlük türküsünü fısıldadılar kulağıma.
Renkleri, farklı desenlerin göz kamaştıran birer modeli adeta. Beşiktaş formasını giymiş ve güvenlik sınırları kadar yakın mesafe dışında uzaklaşan, bir konup bir uçan kelebek çok sevimliydi. Yakınlaştığımızda avaks sistemini devreye sokup havalanıyorlardı. Bir diğeri, kahverengi tonlarının hafif çizgileri ile başka bir güzelliği temsil ediyordu.
Çam ağaçlarının arasında, yere düşmüş kozalara uzanıyoruz. Çoğunluğu ağacından kopmuş. Daha taze ve ağaçtan zamanından önce düşmüş olanlar haliyle olgunlaşan, kozasının kanatlarını açan, kurumuş ve çatlakları ile ayrı bir figür oluşturanlar gibi olamıyorlar. Gelişmemiş, erken düşmüş kozalar kapalı, kanatları açılmamış ve küçük bir top gibi topraktalar.
“Hayvancık” diyebileceğimiz daha küçük böcek türünün çiçeklerin üstünde en imtiyazlı yerine misafir olduklarını ve konduklarını veya yapıştıklarını fark ettik. İster yapışkanlık, ister misafir, isterse ortaklık deyin, birbirini ağırlayan ve kabullenen bir ortamın parçalarını fark ediyorsunuz.
Bu arada yağmurun ıslak zeminde kökünden koparmasa da toprakla bütünleştirdiği ve özelliğini kaybetmeye başlayan mantarlara rastladık. Şapka kısımları dış bükeyliğini korusa da, yere yapışmış vaziyette.
Bir ara, bulutun gölgesinden izin istercesine nazikçe aydınlığını öne çıkaran güneşin hafif ısısını hissettik. Tepemdeki güneşin, serin havada kendi resepsiyonunu güneş tadında ve sıcaklık ayırımında ortaya koyması, doğrusu kâinatın gök kubbedeki haşmetine nazarımızı çeviriyor.
Bulut, nispet yaparcasına tekrar devralıyor atmosferi. Biz etrafımızı incelemeye ve müşahede etmeye devam ediyoruz. Orman sakinliğinde diğer varlıkların dilini çözme merakında, çok da anlamadan bakmaya, bu kadar san'at eserinin karışmadan, karıştırılmadan, nizamlı bir şekilde yaratılışlarının, görevlerinin uyum ve ahengi içinde beraberliklerinin huzuruyla yaşamalarını düşünüyoruz.
İyi ki şu anda haberleri dinlemiyorum. Şu an yeni boğuşmaları, cinayetleri ve zulümleri duymamanın geçici huzuru ile baş başa kaldım. Anladım ki, insanlar huzur için, kâinat sisteminde yardımlaşmaya dayalı bir tanışma ve yakınlaşma örneğinden yararlansalar, uçak kopyasından daha etkin sonuçlara gideceklerdir.
13.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|