Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 18 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Hüseyin GÜLTEKİN

Risale-i Nur'la tanışma serüvenim



Bu ülkede yaşayan çoğu insan gibi, çocukluğumdan beri dine ve dindarlara meyyal bir yapıya sahip olmama rağmen, ilkokuldan itibaren aldığım materyalist eğitimin sonucu olarak, dinî yaşantıdan uzak, müşevveş ve lâkayt bir yapıya sahip genç olarak okulumu bitirip, çok sevdiğim öğretmenlik mesleğine başlamıştım.

Eğitim sistemi, şimdi olduğu gibi, bizim çocukluğumuzda da, hatta cumhuriyetle birlikte, manevî değerlerden uzak, tek tip insan yetiştirmeye yönelik, maddeci ve kemalizm endeksli bir müfredâtla yapıldığı için, böyle bir çarktan, böyle bir tornadan çıkan bir insanın manevî yöndeki dejenerasyonunu her halde tahmin edersiniz.

Mezun olduğumuz okullardaki dezavantajlar ne kadar fazla olsa da, bütün insanlarda olduğu gibi doğuştan bize bahşedilen o fıtrî masumiyet, aile ve çevremizden bize miras kalan manevî alt yapı, o zamanda ahlâkî çöküntünün hemen hiç olmayışının üstümüzdeki müspet tesirlerinin sonucu olarak çok fazla bozulmadan, zayıf da olsa dine olan bağlılığım devam etti çok şükür.

İşini bilen, ehil, liyakatli bir öğretmen olarak belki yetişmiştik, fakat toplumdan uzak, insanlara, manevî değerlere yabancı, enaniyeti kuvvetli bir yapıya sahip olduğumuzu yıllar sonra Risâle-i Nur ve müntesipleriyle tanıştıktan sonra öğrenmiştim.

Allah ve ahiret inancından uzak, tamamen dünyaya yönelik, maddeci ve materyalist bir düşünce ve düzenin tezgâhında okumakla bende hâsıl olan manevî yaraların tedavisi kolay değildi. Bu manevî tedavi süreci, belki de yıllarımı aldı.

Müşevveş bir hâlet-i ruhiye içinde şaşkındım. Arayışlar içindeydim. İç dünyamda fırtınalar esiyor, kalp ve ruhumdaki boşlukları derinden hissediyor, o boşlukları doldurmak için çabalıyordum. Mutsuzdum, huzursuzdum... Hayal ettiğim huzur ve mutluluğu yakalamak için arayışlarıma devam ediyordum. Yol gösteren yok, her taraf karanlık...

Okumakla aydın, münevver bir insan olacağımı beklerken, adeta iç dünyam da, dış dünyamda karanlıklara boğulmuştu. Ama olsun, bu karanlıkları da dağıtacak, bana aydınlık ve nurlu yolu gösterecek bir ışığa ihtiyacım vardı. Onu mutlaka bulmalıyım. Yoksa karanlık bir dünyada, gözü, kalbi kapalı bir şekilde yaşamak çekilir gibi değil. Öyle ise arayışlara devam...

Bediüzzaman’ın ifadesiyle; “câzibedar bir fitne içinde bulunan ve daha aklını kaybetmeyen bazı gençler...” tespitindeki gençlerden birisi olarak kendimi tahayyül ediyordum. Daha aklımı kaybetmediğime göre ve ciddi bir arayış içinde olduğuma göre bir gün inşallah aydınlık yolu bulacağıma ümidim vardı.

Önemli bir arayış içinde bulunan ve “Ahiretimizi ne şekilde kurtaracağız?” suâllerine cevap bulabilmek niyetiyle Kastamonu’da Bediüzzaman’a muhatap olan bahtiyar gençler kadar şanslı olmasam da, ben de Bediüzzaman’ın talebeleriyle tanışma ve onlarla muhatap olabilme şansını yakalamıştım artık.

Şanslıydım... Çünkü artık şimdiye kadar görüşüp tanıştığım öyle sıradan insanların ötesinde, çok müşfik, çok sevecen, çok samimi, celbedici insanlarla karşı karşıya idim. Yıllardır hasretini çektiğim, hayal ettiğim, pırıl pırıl ruh ve kalplerindeki güzellikler simalarına aksetmiş, feyiz dolu, fazilet dolu, etraflarına nur saçan dostları bulmuştum.

“Kitap Kurdu” diye izah edebileceğimiz tâbirle sürekli okuyan, devamlı duâ ve tefekkürle, takvanın zirvesinde lisan-ı halleriyle Kur’ân’ın hakikatlarını neşreden insanlarla tanışıp, kısa zamanda samimi dost ve arkadaş olmuştum.

Enteresandır ve gariptir ki, bütün hâl ve davranışlarıyla bana numûne-i imtisâl olan bu Kur’ân hadimlerinin her halini beğenip takdir ettiğim halde, uzun yıllar okuduğum ve dinlediğim menfî telkinlerin bir sonucu olmalı ki “Nurcu” kelimesinden ve “kırmızı kaplı kitaplar”dan korkup sanki beni yutacaklar zannıyla epey zaman uzak durma yanlışına girdim. Ama hemen itiraf etmeliyim ki o müşevveş ve mütehayyir halimde Ömer Pektaş’ın ve diğer ağabeylerin çok yakın ve ısrarcı sıcak ilgi ve alâkaları sayesinde Risâleleri okumaya yöneldim ve oradaki hak ve hakikatları öğrendikten sonra kendime yeni baştan bir çekidüzen vermeye karar verdim. Bu münasebetle o samimi ve gayretli ağabeyleri duâ ve hayırla yâd ediyorum.

18.03.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (11.03.2007) - Türkiye’de demokrasi var mı?

  (04.03.2007) - Bu anayasa ile tam demokrasi olmaz

  (25.02.2007) - İnancımızı lekedâr eden söz ve deyimler

  (18.02.2007) - Tenkitten kaçınmak ve tenkitlere açık olmak

  (11.02.2007) - Bazen geride durmak da hizmettir

  (04.02.2007) - Manevî bağları güçlendirmeli

  (28.01.2007) - Kitaplar yere gömülür mü?

  (21.01.2007) - Hizmetin sigortası şahs-ı manevîdir

  (14.01.2007) - Medyamızın cesur kalemleri

  (07.01.2007) - İnsanı tehlikeye sokan sözler

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004