Dünden devam
İslâm tarihinde hayvan hakkı ve bunun ödenmesi hep tartışma ve endişe kaynağı olmuştur. Hazreti Ömer’in Şam Kadısı Ebu’d Derda iyi bir pedagog olduğu gibi, iyi bir hayvanseverdir de… Ölüm döşeğinde devesiyle helâlleşir. Ve sanki bir insana hitap ediyormuşçasına ondan ahd u peyman alır. Şöyle der: “Allah katında benden dâvâcı olma. Bilirsin ki, seni aç ve açık bırakmadım. Ve takatının haricinde yük yüklemedim...” Yine müstedrek raşid halifelerden olan (Hulafa-i Raşidin’in altıncısı sayılır) Nureddin Zenki şefkatinden dolayı hayvanları bizzat kendi elleriyle beslermiş (Mine’l kiyemi’l insaniyye fi’l İslâm, Muhamlmed Recep el Beyumi, s: 62, 63, El Cüz’ül evvel). Mustafa Sıbai’nin İştirakiyyetü’l İslâm adlı eserinde İslâm medeniyetinde hayvan vakıflarıyla alâkalı ilginç bir bölüm vardır. Medeniyet hayvana ve kimsesizlere verilen haklar ve kıymetle ölçülür. Bir defasında Ahmet Bin Hanbel hadis ahzetmeye yolculuğa çıkmış ve hadis alacağı muhaddisin yanına varmış. Adam siyah bir köpekle meşgulmüş. İstifini hiç bozmamış ve Hanbel’i görmezlikten gelmiş. Ahmet Bin Hanbel’e iltifat etmemiş. Ahmet Bin Hanbel de bu yaklaşımından dolayı kendisine alâka göstermediğini sanmış. Adam köpekle meşguliyetinden fariğ olunca; Ahmet Bin Hanbel’e dönmüş ve maruzatını anlatmış: “Belki de seni ihmal ettiğimi düşündün. Halbuki, Ebu’z Zünnad A’rec’den o da Ebu Hureyre’den naklettiğine göre, Peygamberimiz şöyle buyurmuşlar: Kim bir umutlunun umudunu boşa çıkarırsa, söndürürse Cenab-ı Hak da yevm-i kıyamette onun umutlarını boşa çıkarır. Ben de bu köpeğin umutlarını boşa çıkarmak istemedim. Zira buraları ıssız yerler ve benden başka köpekle ilgilenecek kimse yok. Köpeğin umudunu boşa çıkarmak istemedim...” Bunun üzerine Ahmed Bin Hanbel şöyle der: “Değdi, gönül huzuruyla dönüyorum, zaten alacağımı aldım...” Alacağını hem kavlî, hem de fiilî almıştır ve onun huzuruyla yolculuğunu mutlu bir şekilde nihayete erdirmiştir.
İmam Şafi Kitabu’l Ümm’de anlatır: Bir Cuma günü, Hazreti Ömer Daru’n Nedve’ye gelir ve rıdasını (gömleğinin üstüne giydiği kıyafet) bir duvarın üstüne atar. Bu rıdanın üzerine bir güvercin konar ve Hazreti Ömer elbisesi üzerinden güvercini kovalar. Güvercin de gider bir başka duvarın üzerine konar ve duvarda bir yılan vardır. Yılan güvercini öldürür. Bu Hazreti Ömer’e giran gelir ve çok tasalanır ve kederlenir. Vicdan azabı hisseder ve ‘onun öldürülmesinden ben sorumluyum’ der. Ne yapacağını sorar. Bunun üzerine sahabiler ona bir keçi tasadduk etmesini tavsiye ederler, o da aceleyle bu görevi yerine getirir.
Mısırlı pozitivist (ahir ömründe tevbe ve rucu ettiği mervîdir) bu gibi hallerin sadece Batı’da yaşandığını zanneder. İngiltere’de bir kazın veya ördeğin karşıdan karşıya geçmesi için trafik polisinin trafiği durdurduğuna dair fotoğrafı Sakafe dergisinde (sayı: 644) yayınlar. Ve bu görüntülerin bize yabancı olduğunu söyler. Sanki bu zerafet ve incelik, sadece onlara mahsustur. Bu olsa olsa Şark’ı bilmeyişinin bir delilidir.
FUSTAT’IN GÜVERCİNİ
Fustat, Hicrî dokuzuncu yılda Müslümanların Mısır’ı fethinden sonra kurdukları şehirdir. Burada, çadırlar kurulmuştur ve sökülmesi anı gelmiştir. Ama çadırın üzerinde bir güvercin yuvalanmıştır ve küçük biçare yavruları da vardır. Bunun üzerine güvercinlerin zarar görmemesi için çadırlar sökülmez.
Birilerinin iyiliğini anlatırken, diğerlerinin hakkını da yemeyelim.
Nasreddin Hoca da aslında hadislerin ve kelâm-ı kibarın üsare ve hulâsası olarak şöyle der: “Hikmet-i Hüda fakir kulunu sevindireceği zaman, önce eşeğini kaybettirir, sonra buldurur, sevindirir...”
Modernizm de eşeğini kaybetmektir ve eşeğine yeniden kavuşmak ise, bu kompleksten kurtuluş olsa gerek.
—SON—
11.11.2007
E-Posta:
[email protected]
|