Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 20 Aralık 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 


Davut ŞAHİN

Notlara devam



Dünden kalan mektuplara devam etmek istiyorum. Bir okurumuzun tepkisi bu…

Okuyalım:

“Sayın Davut Bey, Yeni Asya Gazetesini devamlı takip ediyorum. Sizin yazılarınızı da kaçırmıyorum. Sizden ricam, televizyonlardaki dizi filmlerde yapılan kokuşmuşluğu ortaya çıkarmanız… Bu küstahlara hadlerinizi bildirmeniz… Sihirli annem, Bez Bebek, Kara İnci, gibi diziler çocuklar için çok tehlikeli… Ebeveynleri aydınlatırsanız sevinirim.”

Notumuz: İnşallah… Biz o yüzden bu sütunlarda elimizden geleni yapıyoruz.

Her fırsatta bu sihirli dizileri eleştiriyor ilgili kurumlara çağrımızı tekrarlıyoruz.

Aslında gerçekten bu ekranların bir yarasıdır.. Batının üflediği film ve diziler ülkemizi etkiliyor ve bu diziler özellikle çocuklarımızı hedef alıyor. Etkisi birkaç yıl geçmiyor ve kimbilir kaç kuşağı etkiliyor.

Burada anne ve babalara görev düştüğünü tekrarlamak istiyorum. Ebeveynler bu dizi belasına karşı öncelikle kendilerinin izlememesi gerektiğini bilmeli. Çocukları sihirli dizilerden koruyorum derken, kendileri bu sefer “pembe” dizilere müptela olmasın, olmamalı. Çünkü yağmurdan kaçarken doluya tutulma tehlikesi var.

*

Bir mektup daha:

“Yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum. Yalnız bazı şeyler çok dikkatimi çekiyor. Hangi kanalda neyin oynadığını, ne olduğunu hangi gazetenin ne yazdığını çok iyi biliyorsunuz. Kendi kendime düşünüyorum, ‘Bir insanın bütün bunarlı bilmesi için bütün vaktini televizyona ve gazetelere ayırması lazım. Okuyucularınıza da şiddetle televizyon izlemeyin filan diyorsunuz… Ki haklısınız. Son yıllarda lüzumsuz programlar arttı. Yani demek istediğim bizi izlemeyin diyorsunuz. Ama sizin her şeyden haberiniz var. Bunun dışında eleştirilerinizi çok beğeniyorum ve hak veriyorum… Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar… Acaba size hiç soruşturma açmadılar mı merak ettim… İkinci sorum, günümüzde internet kullanımı hızla arttı. İlerde kimsenin gazete okuyacağını sanmıyorum. Siz ne düşünüyorsunuz?”

Notumuz: Önce birinci sorunuzdan başlayalım. Bu güne kadar hamdolsun bana herhangi bir soruşturma açılmadı. (Aman nazar değmensin). Çünkü biz aslında şahıslardan çok meselelerin özüne inmeyi ve kurumların yanlışlıklarını dile getirmeye çalışıyoruz. Yoksa şahısları hedef alıp karalamak veya rencide etmek gibi bir kastımız yok, olamaz da. Bir iki yanlışlığımız olduysa da kendileriyle birebir görüşerek, meseleleri halletme yoluna gittik. Bu yüzden medyada sağlıklı dostluk kurduğumuz isimler bile oldu.

İkinci sorunuza gelecek olursak:

Doğrudur. İnternet, gazete kullanımın önüne geçecek… Ki, bu konuda Amerika’nın önde gelen gazeteleri, sayfalarını azaltarak, internet tasarımlarına öncelik vermeye başladı. Bununla birlikte okur profili de değişiyor, değişecek… Ama bizim medyada işler nasıl gelişir bilemeyiz. Nasıl seyir takip eder kestirmek zor. İnşallah teknolojiyle birlikte ahlaki yozlaşma durur ve bu konuda olumlu gelişmeler yaşanır.

*

Son not:

Kurban Bayramınızı en içten dileklerimle kutluyorum. Bayramın size ve İslâm Alemine hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Duanızı ve duamızı esirgemeyelim.

20.12.2007

E-Posta: [email protected]




Kazım GÜLEÇYÜZ

Avustralya Nur Vakfı



Melbourne - Beşinci kıt’adaki Nur hizmetlerinin ilk merkezi bu şehir. Türk işçilerine 1967’de açılan Avustralya kapısından girerek Nur hizmetini bu ülkeye taşıyan Refik Koyu, İsmet Şen, yakınlarda vefat eden Hüseyin Allahverdi ve Ali Ruşen Altunbaş gibi öncü kadroların zor şartları göğüsleyerek ektikleri Nur tohumları bugün filizlenmiş, çiçek açmış ve meyveye durmuş.

Yedisinden yetmişine ‘kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla herkesin her akşam Nur sohbetleri için bir araya geldiği Avustralya Nur Vakfı, camisi, ders ve konferans salonları, kütüphanesi, kantini ve gençler için oyun odalarıyla mükemmel bir buluşma merkezi.

Buradaki şevk dolu hareketliliği görünce, insan 23. Sözün 2. Mebhasının ikinci nüktesinde anlatılan saray misalini hatırlıyor.

“İçerisi şenlik daire daire üstünde, ayrı ayrı nazik vazifeler ile saray ehli meşguldürler. Birinci dairedeki adamlar sarayın idaresini, tedbirini görüyorlar. Üstündeki dairede kızlar çocuklara ders okuyorlar. Daha üstünde hanımlar gayet lâtif san’atlar, güzel nakışlarla iştigal ediyorlar. (Sözler, s. 300)

Nur Vakfı merkezindeki hizmet aktiviteleri sanki bu tabloyu yansıtıyor.

Tam 7 görevlinin imam veya müezzin olarak vazife yaptığı camide beş vakit cemaatle namaz kılınıyor. Cemaate hariçten de Müslümanlar iştirak ediyorlar. Bosnalı, Makedonyalı, Uzakdoğulu, Afrikalı... Müslümanlar.

Akşam namazından sonra erkekler caminin hemen yanındaki ders salonunda, hanımlarda üst katta ders yapıyorlar.

Ders devam ederken küçük çocuklardan bazıları derse katılıyor, bazıları mescitte koşturuyor ve oyun oynuyorlar.

Böylece her akşam aileler, durumu müsait olan fertleriyle beraber Nur Vakfında buluşuyorlar.

Hanımlar ve genç kızların hizmetleri, bu merkez faaliyete geçtikten ve İzmir’den, son zamanlarda gazetede, burayla ilgili güzel yazılarını takip etmeye başladığımız Gülnihal Alaca ve Saadet Topuz’un gelişinden sonra şaşırtıcı ve çok sevindirici bir inkişaf kaydetmiş.

Bunu erkekler de “Hanımlar bizi geçti” diyerek ifade ve ikrar ediyorlar.

Yıl boyunca kızlı ve erkekli çocuklara verilen Kur’ân eğitiminin tamamlanması vesilesiyle geçen Pazar günü Vakfın konferans salonunda düzenlenen program, hizmet coşku ve heyecanının zirveye çıkmasına vesile oldu.

Muhteva ve akışıyla, Köln’deki yıllık ve geleneksel Üstad’ı anma programına benzeyen bu toplantı, öyle görünüyor ki, burada aynı mânâda, bu geleneğin ilk adımını oluşturacak.

Ve Melbourne, beşinci kıt’a Nur hizmetinin merkezi olarak, daha nice hizmet hamlelerine imza atacak.

Bunları yazarken Sydney’in de hakkını teslim etmemiz lâzım. Bu kıt’ada ilk indiğimiz ve feyizli sohbetine iştirak ettiğimiz Sydney de istikbal vaad eden bir potansiyeli temsil ediyor.

Önümüzdeki süreç, Sydney-Melbourne ekseninde çok güzel inkişaflara vesile olacak gibi görünüyor inşallah...

Kurban Bayramınız mübarek olsun…

20.12.2007

E-Posta: [email protected]




Mehmet KAPLAN

Allah hayretsin!



Türkiye turist akınına uğramış…

İspanya’yı filan sollamışız!..

Neredeyse nüfusu kadar turist çeken

Ve Avrupa’daki turizm pastasının en büyük payını alan İspanya, Türkiye’mizin yanında solda sıfır kalmış.

İnsanlar akın akın ülkemize koşuyor!..

***

Truva Müzesi açılmış…

Arkeolog ve araştırmacı Şileman’ın Yunan asıllı hanımı ile aparıp memleketi Almanya’ya götürdüğü, sonra da Rusların ikinci dünya savaşında Berlin’i işgal edip hırsızladıkları Truva Hazineleri geri getirilmiş ve bu müzede sergileniyormuş!

Bir ziyaretçi, bir ziyaretçi ki sormayın gitsin.

Aman Allah’ım…

Bütçe gelirimiz katlanmaya başlamış.

***

Bütçe deyince aklıma geldi:

Bütçemiz fazlalık vermeye başlamış…

Denk bütçe yapamayan memleketim döviz ve altın rezervi oluşturuyor sanki!

Bunu hayal bile edemezdim.

Teröre milyarlarca dolar harcayan ülkemde:

“Şeytan kulağına kurşun” hiçbir terör olayı meydana gelmiyor.

Aman Allah’ım ülkem cennete dönmüş!

***

Ne ardı arkası kesilmeyen töre cinayetleri.

Ne birbiri ardına yaşanan trafik kazaları…

Ne de trafik canavarları.

Hepsinin köküne kibrit suyu dökülmüş gibi!

“Tık” yok…

Aman Allah’ım inanılmaz bir manzara.

***

İşimde gücümdeyim.

Seçimden seçime gidip oyumu kullanıyorum.

Ülke sorunlarını elbirliği ile çözüyoruz…

Tartıştığımız sorunları kan dâvâsı gibi ele almıyoruz!

Herkesler akl-ı selim sahibi davranıyor.

Ancak bu sevincim kursağımda kalıyor!

Bir uyanıyorum:

Bu bir rüyâ.

Şimdilik…

“Şimdilik” diyorum çünkü elin oğlu ülkesinde bu huzuru yakalamayı başarmışsa biz niye başaramayalım ki?

20.12.2007

E-Posta: [email protected]




Abdil YILDIRIM

Bayramlar mutluluğun resmidir



Bayram sevinçtir, coşkudur, aydınlıktır, arılık ve duruluktur. Bayramlar sevgidir, barıştır, kardeşliktir. Dertlere ve sevinçlere ortak olma, yardımlaşma, dayanışma ve kaynaşma günleridir. İnsanların içi de, dışı da o gün bir başka güzelliğe bürünür.

Bayram sabahlarında huzur meltemleri ruhları okşar, gönül bahçelerinde saadet gülleri açar. Kalplerde yumuşaklık, gözlerde sevgi, yüzlerde gülümseme eksik olmaz. İnsanlar bu sevinç ve coşkuyu herkesle paylaşmak, dağlara taşlara, kurtlara kuşlara, “Sevinin, coşun, bugün bayram” diye haykırmak ister. “Mutluluğun resmini yapabilir misin?” sorusuna sanki bayram sabahları cevap verilmiş olur. Camiden çıkan insanların yüreğindeki sevinç ve yüzündeki huzur, cadde ve sokaklara yayılır, her tarafı tarifsiz bir güzellik kaplar. El öpenler ve eli öpülenler, biri birlerini dostça kucaklayıp bayramlaşanlar, karşılıklı duâlar, dilekler, tebrikler… İşte bu manzara, tam da mutluluğun resmidir.

Cenâb-ı Hak’kın her günü mübarektir ama, bazı günler diğerlerinden daha fazla bir öneme ve özelliğe sahiptir. O günler, mühim işlerin vukua geldiği, büyük inkılâpların gerçekleştiği zaman dilimleridir. O gün ya büyük bir savaştan zaferle çıkılmış, ya büyük bir imtihan başarı ile verilmiştir. Meşakkatten mutluluğa, zahmetten rahmete, hasretten vuslata geçilmiştir. Bayram günleri, hizmetlerin ikmal edilip ücretlerin hak edildiği, mükâfatların bolca verildiği gündür.

İşte yine böyle büyük bir imtihandan başarı ile çıkılıp, büyük mükâfatların kazanıldığı bir bayram yaşıyoruz. Cenâb-ı Hak’ka verilen bir sözün yerine getirilmesi için ciğerpâresini boğazlamayı göze alan bir baba ve bıçak altına boğazını uzatan mûtî bir evlâda verilen mükâfatın bayramı yaşanmakta. İbrahimlerin ve İsmaillerin mutluluğu yeryüzünü kaplamış bulunuyor. Merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimiz, bizi kendisine yaklaştırmak için canlarımızdan değil, mallarımızdan fedakârlık yapmamızı yeterli görmüş, evlâtlarımızın yerine bir hayvanı kurban etmemizi emretmiştir. İsteseydi, en sevgili evlâdımızı da kendisi için boğazlamamızı emrederdi. Ama O, öyle bir merhamet sahibi ki, bütün anne ve babaların merhametleri toplansa, O’nun merhametinin yanında deryada damla bile olmaz. İşte bu bayram, böyle rahmet ve merhamet sahibine yakın olmanın vesilesi olduğu için önemlidir, kıymetlidir.

İçinde bulunduğumuz Kurban Bayramı, sevenlerin sevdiklerine yakın olmasından doğan mutluluğun bayramıdır. Bir anne, gurbetten gelen evlâdını bağrına basarken, sevinç gözyaşlarını tutamaz. “Annen kurban olsun yavrum” diye yakınlığın mutluluğunu yaşar. Bayram vesilesiyle gurbette olanlar sılaya döner, akraba ve dostlar birbirini ziyaret eder, dargınlar barışır. En önemlisi de, insan kendisini Rabbine daha yakın hisseder. İşte bu yakınlığı yüreğinde hissedenler, Kurban Bayramını gerçekten idrak edenlerdir. Onların sevinç ve mutluluklarının sınırı yoktur. Böyle bir mutluluğun resmini yapacak ressam bulmak da mümkün değildir. Zira hiçbir ressam bu tabloyu tuvale aktaramaz. Bayramlarda yaşanan mutlulukların resmi, ancak kalp ve gönül aynalarında görülebilir. Bunu görmek için de gönül ehli olmak gerekir.

Bu bayram vesilesiyle gönül aynamızın pasını silelim, kalbimize saykal (cilâ) vuralım. Mutluluk tablolarını doya doya seyredelim.

Gönül aynanız berrak, kalbiniz nurlu, bayramınız mübarek olsun.

20.12.2007

E-Posta: [email protected]




Mustafa ÖZCAN

Kaf Dağı/Mescid-i Aksa



Mevlânâ Hazretlerinin tabirlerinde filozof ile muallim zıt şahsiyetlerdir. Muallimlik peygamberlik mesleğidir ve ittiba yolunu seçmiştir. Cüz’î aklını küllî akla teslim etmiştir. Cüz’î aklını küllî akılda eritmiştir ve ırmaklar denizlere karışmış ve kavuşmuştur. Filozof ise cüz’î aklının peşinde her vadiye gitmiş ve aklını ortak bir akla dökememiş ve kanalını denizlere ulaştıramamıştır. Onunkisi iktida ve ittiba olmayıp ibtidadır. Cenâb-ı Hakka ve onun gönderdiklerine ittiba edeceği yerde cüz’î aklıyla Allah’a ve gönderdiklerine kafa tutmaya yeltendi ve kendisini nid ve zıt olarak gördü. Bundan dolayı da nusretsiz kaldı ve cüz’î aklın dar vadilerinde kaybolup gitti. Kur’ân-ı Kerim böyle konformist şairler için ‘her vadide başıboş dolanırlar’ ifadesini kullanır. Filozoloflar da böyledir. Onlar da cüz’î akıllarıyla gûya tahkim ettikleri nefislerinin peşinde vadiden vadiye dolaşırlar da bir türlü yollarını bulamazlar. Ruh çölünde bir türlü yollarını bulamazlar. Bunun nedeni cüz’î akıllarını küllî akla teslim etmeyişleridir. İşte bu cüz’î aklın küllî akılla buluşturulması İslâmiyettir. Ya da teslimiyettir. Mevlânâ Hazretleri meşveret ve şûrâya da böyle bakar. Meşveret cüz’î akılların buluşturulmasıdır. Ortak bir havuza aktarılmasıdır. Şûrâ ise, cüz’î aklın küllî akılda yok olması ve akılların birleştirilmesi ve cem olmasıdır. İslâm, akıllar aynı vadide ve havuzda buluşsunlar diye şûrâyı esas almıştır. Şûrâ temelinde buluşan akıllar küllî aklın barajını oluştururlar da isabet paydası artar. Filozofların peşinden giden Mutezile gibi akımlar da gerçeği parçalı gördüler. Ana yola vasıl olamadılar. Cüz’î aklın önlerinde perde olduğu gerçeğini de göremediler. Maniheizm ve dualizmin pençesine düştüler de fark edemediler. Hakikate kategorik baktıkları için, aklın Tih Çölünden kurtulamadılar. Bundan dolayı Kabil gibi yolunu şaşırmış bir vaziyette kargaların kılavuzluğuna teslim oldular. Türkçe’de ‘kılavuzu karga olan burnu pislikten kurtulamaz’ deyimine mazhar oldular. Aslında karga Kabil’in ilk muallimi idi. Kabil’e mezar kazmasını öğreten odur. Cüz’î akıl itibarıyla zag (karga) insanın öğretmeni olur. Sonra bu cüz’î aklın karşısında, bir belirtisi ma zaga’l basar (göz kayması) hali olan küllî akla işaret vardır. Yani karga’nın (zag) izinde giden aklın karşısında ‘kaymayan (ma zag) akıl’ yer almaktadır. Mevlânâ burada bir cinasla cüz’î akıl ile küllî akıl arasındaki farkı ortaya koymaktadır. Karganın peşinden giden cüz’î akıl Kabil mesabesindedir.

***

Mevlânâ bundan sonra şöyle der:

Kargaların ardınca giden canı

Sonunda karga onu mezarlığa götürür.

Aman ha, kargaya benzeyen nefsin ardınca gitme,

O mezarlığa götürür, bağa bahçeye değil!

Eğer gideceksen bari gönül ankasının ardınca git,

Seni Kaf Dağına, gönlün Mescid-i Aksa’sına götürsün.

Cüz’î akıl ile küllî akıl mertebeleri arasında fark olduğu gibi, filozof ile muallim arasında da fark vardır. Keza cüz’î akıl mesabesinde olan karga (zag) ile küllî akıl mesabesindeki ma zage’l basar mertebeleri arasında derin vadiler vardır. Burada Mevlânâ’nın Mescid-i Aksa ile Kaf Dağı arasında münasebet kurması çok manidar. Zira, Mescid-i Aksa da ancak uzaklık açısından Kaf Dağı’na benzetilebilirdi. Bilindiği gibi, Kayıp Atlantis diye batık bir kıt’a var. Ve Ortaçağ’da Hıristiyanların Kaf Dağı’na benzer Doğu’da kaybolmuş bir Hıristiyan kraliyet veya devlet efsanesi vardır. Kaf Dağı da Müslüman muhayyilesinin ürettiği efsanelerden birisidir. Ama gerçekten de efsane midir? Kaf Dağı efsane ise, Zülkarneyn nedir? Yapmış olduğu set neresidir? Bana bu benzetme çok şeyler çağrıştırdı. Gerçekten de Mescid-i Aksa (Uzaktaki Mescid) tabiri Kaf Dağı çağrışımlarıyla bire bir örtüşüyor. Zira en uzaktaki mescid tabiri gerçekten de ulaşılması güç bir mesafeyi hatırlatmaktadır. Ve gerçekten de tarih boyunca da Mescid-i Aksa Müslümanların Kayıp Atlantis’i veya Kaf Dağı olmuştur. İlkinde Mescid-i Aksa’yı 88 yıl kaybettiler ve Kayıp Atlantis gibi onun peşine düştüler. Ve modern zamanlarda Mescid-i Aksa yine Kaf Dağı efsanesine büründü. Yine yolunu, izini kaybettik ve gerçekten de en uzaktaki, ulaşılmaz mescid hükmüne geçti. Yahudi inancına göre, Kudüs böyle bir gerçek ve yine böyle bir efsanedir. Bu şehir hem göklerde, hem de yerlerde kurulmuştur. İslâm literatürüne göre de kıyametin başlangıç safhası burada patlayacak ve süreç buradan yoluna devam edecektir. Velhasıl Kur’ân ifadesiyle de Mescid-i Aksa müteşabih ve esrarlı bir mekândır. İstanbul’daki Ayasofya onun kardeşlerinden birisidir. Belki de Mehdi’yi sembolize etmektedir. Esir mabed hükmündedir. İkincisi Şam’daki Menaretü’l Beyza, yani Emevi Camii’dir ve mücedditleri ve Hazreti İsa’yı remz ve temsil etmektedir. Yed-i beyza gibidir. Mescid-i Aksa ile bütün peygamberlerin Hazreti Muhammed’in (a.s.m.) imametinde buluştukları mekândır. Topyekûn vuslat ve buluşmanın alanıdır. Şam, İstanbul’la buluştuğunda Kudüs’ün yolu açılmış demektir. Mabedler, işte kutlu yolcuyu, yani Anka’yı beklemektedir. Anka ise, bütün peygamberlerin ruhudur. Bu ruh, Âkif’in deyimiyle ruh-u mücerret gibi fışkırdığında zorluklar asân olacaktır. Mevlânâ, ‘Kaf Dağına ve Mescidi-i Aksa’ya vasıl olmak istiyorsan, Kaf Dağı ol; yani peygamberlerin mirasına sahip çık ve varis ol’ demektedir. Yol budur bilene, yol budur varana...

20.12.2007

E-Posta: [email protected]




Şaban DÖĞEN

Bayramı kutlarken



Bugün bizim bayramımız. Bayram namazlarını kıldık, kurbanlarımızı kesmeye başladık. Çünkü Rabbimiz, “Rabbin için namaz kıl, kurban kes!”1 buyuruyor.

Bu hareketimizle sadece ve sadece Rabbimizin emrine uyduk, rızasını gözettik. Biliyoruz ki Allah, değil bizim kurbanlarımıza, hiçbir şeye muhtaç değil. Nitekim bir âyette, “Onların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşacak değildir; Allah’a ulaşacak olan ancak sizin takvânızdır”2 buyurularak bu hareketlerimizin emre bağlılığın ve takvânın gereği oluşuna dikkat çekilir.

Bu emri yerine getirirken de Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’in o akıllara durgunluk veren itaat ve teslimiyet imtihanını hatırladık. Babası, “Oğulcağızım! Rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm. Ne dersin bu işe?” dediğinde, Hz. İsmail’in, “Babacığım, sen emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın”3 demiş, hiç tereddüt etmeden bıçağın altına yatmış, müthiş bir teslimiyet ve itaat göstermiş, Cenâb-ı Hak da buna karşılık bir koç göndermişti. Hayatımız hep böyle teslimiyetlerden ibaret değil midir?

Bu teslimiyet imtihanının bir örneğidir kurban. “Hâli vakti yerinde olup da kurban kesmeyen mescidimize yaklaşmasın”4 ikazı hâli vakti yerinde olup da bu emri yerine getirmeyen bir kimse için ne kadar dehşet vericidir. “Kurbanlarınızı büyüklerinden kesiniz. Çünkü onlar sıratta binekleriniz olacaktır”5 Emrine uyanlar ise fakirin makbul duâsını almakla kalmıyor, o kıldan ince kılıçtan keskin. Sıratta kendilerini şimşek hızıyla taşıyan bir burak bulmuş oluyorlar.

Arefe Günü sabahı başlayıp bayramın dördüncü günü ikindi vaktine kadar bütün farz namazların arkasından getirilen ve vacip olan teşrik tekbirleri de bize Cennetten indirilen koç hadisesini hatırlatıyor: Hz. Cebrail’in Cennetten kurbanlık koçu getirdiğinde hâlâ Hz. İbrahim’in Allah’ın emrine itaat için bıçağı sürttüğünü görmüş, hayretini gizleyemeyip Allah’a tazim için “Allâhü ekber Allâhü ekber” demiş, Hz. İbrahim de buna “Lâ ilâhe illallâhü vellahü ekber” diye karşılık vermiş, Hz. İsmail de, (as) “Allahü ekber velillahilhamd” diyerek onlara katılmıştı. Biz de kurbanlarımızı keserken ve teşrik tekbirleri getirirken bu güzel ânı hatırlamış oluyoruz.

Kurban kesilirken sünnet olan “De ki: Namazım da, ibâdetim de, hayatım da, ölümüm de, Âlemlerin Rabbi olan Allah içindir”6 meâlindeki âyet de hayatımızın çerçevesini çizmesi bakımından oldukça anlamlı değil mi?

Kısacası kurban nice anlamlarla dolu.

Dipnotlar: 1- Kevser Sûresi: 2. 2- Hac Sûresi: 37. 3- Saffat Sûresi: 102. 4- Camiü’s-Sağîr, 2:152. 5- Feyzü’l-Kadir, 1:496 (Hadis no: 992.) 6- En’am Sûresi: 162.

20.12.2007

E-Posta: [email protected]




Ali FERŞADOĞLU

Nasıl bayram edeceğiz?



Bayramda ağzınızın tadını bozmak istemem. Hele mübarek kurban etlerinin tayyip rayihası etrafı kaplayıp lâhutî bir lezzet yayarken… Ama, el öpüp, öptürürken de düşünmek durumundayız:

Bayram demek yalnızca kurban kesmek, sevinmek, yemek-içmek, gezmek, eğlenmek midir? Yoksa aynı zamanda muhakeme, muhasebe ve tefekkür zamanı mıdır? Neyin muhasebesini, neyin murakabesini yapacağız?

- İlk inen âyetlere göre okumak, yazmak, bilim farz. İman, ilim ve duâ vasıtasıyla tekemmül etmek için bu dünyaya gönderildik.

- Müslüman kardeşlerimiz, hatta masum insanlarla dayanışma ve yardımlaşmak zorundayız.

- Dünyanın öbür ucunda bir mü’minin ayağına diken batsa, onu çıkarmanın ve ıztırabını dindirmenin yollarını aramakla mükellefiz.

- Bu zamanın en büyük farzlarından birisi ittihattır. Tabiî ki, bu birlik, önce iman esaslarında, sonra ibadetlerde, sonra fikren, sonra zikren gerçekleşmeli. Bunun tabiî sonucu da güç birliği olarak tezahür eder.

Tek tek yere düşen yağmur damlalarını toprak yuttuğu gibi, Müslümanlar ihtilâf-ı efkâr ile ayrılığa düşünce ifsat komiteleri bizi perişan ediyor. Şimdi Müslümanların ayağına batan dikenleri, ne dikeni, mayın ve patlayıcıları, havadan inen bombaları, yandan yağan kurşunları düşünelim. Iztırabını ne derece duyuyor ve en azından düşüncelerimiz ve duâlarımızla ne derece paratoner olmaya çalışıyoruz? Çünkü birlikte ve ihlâsla yapılan duâların etkisizleştirme gücü vardır!

Bilhassa ABD ve ortakları, Afganistan’ı, Irak’ı işgal etti. Rusya Çeçenistan’da, Çin Doğu Türkistan’da. Müslümanların yeraltı ve yerüstü kaynaklarını ve petrolünü sömürüyor; şirketleriyle bütün zenginliklerini ülkelerine taşıyor. Çoluk-çocukların başına bomba yağdırıyor, olmadık eziyet, işkencelerle kan kusturuyor. Ve Iraklı bebeklerin başına bomba yağdıran uçaklar, Türkiye’deki üslerden kalkıyor—güya Tezkere’yi reddettik, hava sahasını ise açtık!

Bütün bunları bile bile, göz göre göre nasıl görmezlikten gelir ve bir takım bahaneler, kılıflar uydurup, zalimlere yönelecek tepkileri kırarız? Şu âyet meâlleri karşısında hepimiz titremeliyiz:

“Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra yardım göremezsiniz!”1

“Sizinle din hususunda savaşmamış ve sizi yurdunuzdan çıkarmamış olanlara iyilik yapmaktan ve adâlet etmekten Allah sizi men etmez. Şüphesiz ki, Allah adâlet edenleri sever.”2

Devamında “men edilen dostluğun” sınırları çizilir:

“Allah ancak sizinle din hususunda savaşmış, sizi yurdunuzdan çıkarmış ve çıkarılmanıza yardım etmiş olanları dost edinmekten sizi men eder. Kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerin tâ kendisidir.”3

Ne dersiniz? Özellikle muztar ve mağdur Filistin, Irak, Çeçenistan, Lübnan, Keşmir halkının acılar içinde kıvranmasının sebebi sizce biz değil miyiz? Onlar cehaletimizin, fakr-u zarûrete düşüşümüzün, fikir ayrılıklarımızın, ihmalimizin, uhuvvetsizliğimizin kurbanları değil mi?

Onlar hatalarımızın kurbanı olurken, İslâm âlemi muztar iken… Biz nasıl bayram edeceğiz? Acaba, üçte birini fakirlere vereceğimiz kurban etleri, bu hatalarımızı telâfi eder mi? Mübarek kurban kanı, günahlarımızı yıkayıp temizler mi?

NOT: Yazılarımıza kısa bir ara vereceğiz. İnşallah tekrar birlikte olmak dileğiyle... Mübarek Kurban Bayramınızı tebrik eder; câmiâmız, ülkemiz, İslâm âlemi; özellikle muztar ve mağdur Filistin, Irak, Çeçenistan, Lübnan, Keşmir halkıyla sâir ülkelerdeki mazlumlar ve insanlık âlemi için hayırlara vesîle olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ederim.

Dipnotlar: 1- Kur’ân, Hûd, 113.; 2- A.g.e., Mümtehine, 8.; 3- A.g.e., Mümtehine, 9.

20.12.2007

E-Posta: [email protected] [email protected]




Mehmet C. GÖKÇE

“Et bayramı” değil; Kurban Bayramı...



İbadetlerin temel “sebeb”i İlâhî emirdir. Başka bir deyimle, bütün ibadetlerin asıl illet ve sebebi, yüce Allah’ın emretmiş olmasıdır.

İbadetlerin icrâ edilişinde elde edilen ya da meydana gelen yan faydalar “hikmet” olarak değerlendirilir.

Asıl illetin var olması, ibadetin yapılışı ve geçerliliği için “yeter sebep”tir.

Elbetteki, bütün ibadetlerle birlikte görülen ve gözlenen nice güzellikler vardır. Bu husus hemen herkes tarafından sezilir ve hissedilir.

Namazlardaki temizliği ve dayanışmayı; oruç ve zekâtlardaki sağlığı ve toplumsal barışı, kaynaşma ve kucaklaşmayı; hac ibadetindeki tanışma, bütünleşme ve İslâm dünyasıyla hemhâl olmayı “görmemek” mümkün değildir.

Tıpkı Kurban ibadetini yerine getirirken sağlanan “yan faydalar” gibi… Ancak, bu faktörlerin hiç birisi ibadeti gölgelememesi ve perdelememesi gerekir. Nitekim Kevser Sûresi’nde “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!” buyrulur.

Evet, ibadetlerimiz “Rabbimiz için” olmak zorundadır.

Zaten, “Kurban” sözcüğü Allah’a yaklaşmak anlamını ifade eder. Yani kurban, belirli şartları taşıyan koyun, keçi, sığır, deve ve manda cinsinden bir hayvanı ibadet maksadıyla kesmekten ibarettir. Asıl sebep İlâhî buyruktur. Fakirlerin, muhtaçların kurban etinden yararlandırılması ise elbetteki, kurban ibadetinin önemli hikmetlerinden bir tanesidir. Elbette ki, kurban eti maksadına uygun dağıtılacak, israf edilmeyecek, şânına lâyık bir tarzda dağıtımı yapılacak, israftan kaçınılacak; ancak bütün bunlar da “ibadet aşkıyla” yerine getirilecektir.

Bu yüzdendir ki, büyük baş hayvanların ortaklı olarak kesilmesi durumunda tüm ortakların “kurban kesme amacıyla” ortak olma ön şartı aranır. İki, üç, dört, beş, altı veya yedi kişinin “tamamı” kurban kesme niyetiyle ortak olmak zorundadır. Meselâ, dört kişi “kurban” kesmek için ortak olduğu halde biri “et sahibi olmak” niyetiyle ortak olmuşsa bu uygulama yanlış olur.

Küçük baş hayvanların her birisi bir kişi için; büyük baş hayvanların da âzamî yedi kişi için kurban yapılabildiği bilinen bir husustur. Ancak, “kurban ibadeti” için belirli zaman dilimleri olarak Kurban Bayramı günleri tahsis edilmiştir.

Kurban ibadeti sâir sadakaların alternatifi değildir; çünkü her bir ibadet ve sevabın ayrı bir yeri ve ayrı bir hükmü vardır.

Sair zamanlarda herhangi bir fakire, her hangi bir şekilde tasaddukta bulunmamız, ona ziyafet çekmemiz, ikramda bulunmamız; meselâ bir tavuk, bir horoz ya da bir ördek ikram etmemiz elbette boşa gitmez; tabiî ki sevabı vardır. İnsanı Allah’a yaklaştıran, kişinin sevap sayfasına ilaveler yapan fiillerdir. Ancak, hiçbir ibadet diğerinin yerine geçmez; onun alternatifi olmaz.

Hiçbir alanda “takas mantığı” makbul olmadığı gibi ibadet alanında da makbul sayılmaz. “Ya şunu yaparım ya da şunu…” yerine; “Hem şunu yaparım, hem de şunu” anlayışını sergilemek gerekir. Elbetteki, imkânlar ölçüsünde...

Akıl ve mantık ilkeleriyle donatılmış olan dinimizin, hiçbir noktada “zorlama” yönüne gitmesi düşünülemez.

İlâhî kelâmda ve Hz. Peygamber (asm) mesajlarında yerini alan “kurban” ibadeti konusunda ihmalkâr davranılmaması gerekir; özellikle yolculuk gibi, farklı mezhebe mensubiyet gibi bahanelerin arkasına sığınılarak bu güzelim ibadetten mahrum kalınmaması gerekir.

Bu güzelim ibadeti yerine getirirken onun ruhuna uygun bir et dağıtımı yapmamız, “beklenen” bir husustur. “En sevdiğimizden” tasadduk etme ilkesini burada da unutmamız lâzım.

Özellikle “gerçek” muhtaçlara ulaşma hassasiyetimizi ön planda tutarak bu anlamlı ibadeti icra edelim.

Hac, kurban ve bütün ibadetlerimizin makbul olması dileğiyle bayramınızı tebrik ediyorum.

20.12.2007

E-Posta: [email protected]




Süleyman KÖSMENE

Nice bayramlara



Kurban Bayramını idrak ediyoruz. Bizi bayrama eriştiren Rabb’imize sonsuz hamd ü senâ olsun.

Bayram, Allah’ın ikramıdır. Yeter ki biz, bayramın kadr ü kıymetini bilelim. Ve benlikten kurtulup, biz oluşun farkına varalım, biz oluşu sevelim.

Bugün ulaşabildiğimiz kadar çok dostumuza ve yakınımıza ulaşalım, akrabalarımızla gönül bağımızı tazeleyelim, mü’minlerle tebrikleşelim, musafaha yapalım, birbirimize “Ğaferallahu lenâ ve leküm” (Allah sizi de, bizi de bağışlasın!) veya “Tekabbelallahu minnâ ve minküm” (Allah Teâlâ bizden ve sizden kabul buyursun!) diye duâ edelim, komşularımızla kaynaşalım, toplumumuzla bütünleşelim.

Büyüklerimize gidelim, yaşlılarımızı ziyaret edelim, annemizin, babamızın ve büyüklerimizin ellerini öpelim, gönüllerini alalım.

Küçüklerimize gönlümüzün en nâdide şefkatiyle gülücükler dağıtalım. Onları sevelim, sevindirelim.

Dostlarımıza gidelim, hâl ve hatırlarını soralım; dostlarımızı kabul edelim, onlara ikramlarda bulunalım.

Ne kadar uzak olurlarsa olsunlar; ne de olsa modern iletişim çağındayız; sevenlerimizi, sevdiklerimizi, annemizi, babamızı, yakınlarımızı tebriksiz bırakmayalım. Bayramlarını tebrik edelim. Mutluluklarını paylaşalım. Unutmayalım; onlara bir posta kadar, bir telefon kadar, bir elektronik posta kadar yakınız.

Komşularımıza gidelim. Bayramlarını tebrik edelim. Misafirlerimize ikram edelim.

Allah Resulü’nün (asm): “Allah’a ve Âhiret Gününe iman eden komşusuna iyilik etsin. Allah’a ve Âhiret Gününe iman eden misafirine ikram etsin! Allah’a ve Âhiret Gününe iman eden hısımlarına, akrabalarına, yakınlarına, dostlarına, komşularına ve arkadaşlarına muhakkak ulaşsın, kendisine ulaşanlara müşfik davransın. Allah’a ve Âhiret Gününe iman eden ya hayır söylesin veyahut sussun!”1 hadisini bugün doya doya yaşayalım.

Bugün dargınlıklar, kırgınlıklar, küskünlükler sırf Allah rızası için, sırf Resûlullah sevgisi için son bulsun.

Haklı haksız aramadan, barışmanın ve barış içinde yaşamanın, hayatımızda sürekli uygulamamız gereken bir Sünnet-i Seniyye olduğunu ne bu gün, ne yarın, ne de hiçbir zaman unutmayalım.

Bugün öfkemizi yutalım; onurumuzu, gururumuzu düşünmeyelim; haklılığımızı aramayalım. Allah rızası için!.. Kucaklaşalım bugün.

Hastalarımıza gidelim, kalbimizin en sıcak ilgisini götürelim onlara, Şafi-i Hakikî’den şifa dileyelim.

Fakirleri, yoksulları, kimsesizleri, öksüzleri, yetimleri unutmayalım bugün. Onların da sevilmeye, sevindirilmeye, şefkate lâyık bir kalbi, bir gönlü bulunduğunu; bu imtihan dünyasında onlara kucak açtığımız derecede, en muhtaç olduğumuz bir gün, Allah’ın şefkat ve merhametinin de bizimle beraber olacağını unutmayalım.

Teşrik tekbirlerini bayram süresince her farz namazın ardında getireceğiz. Teşrik tekbirlerini getirirken, büyük Allah’ın nezdinde hepimizin eşit olduğunu; aramızdaki izâfî farklılıkların geçici ve imtihana dönük bulunduğunu; bugün bizden aşağıda bulunanların yerinde pekâlâ bizim de bulunabileceğimizi; binâenaleyh Allah katında üstünlük vasfının ancak “takvâ” ile sağlanabileceğini; başka türlü bir üstünlüğün söz konusu olmadığını; takvanın da insanlara tevazu ile yaklaşmaktan başladığını aklımızın köşesinden çıkarmayalım.

Bu mübarek günlerde, Müslümanların üzerinde yoğunlaşan fitnelerin, fesatların ve oyunların bozulması ve bertaraf edilmesi için Allah’a duâ edelim. Güney Asya’da felâketin acısını yaşayan, hayatını kaybeden, evini barkını kaybeden, eşini dostunu kaybeden insanlara duâ edelim. Annesini, babasını, sıcak aile yuvasını kaybeden çocuklara duâ edelim. Duadan başka sarılacak gücümüz var mı?

Mübarek bayramın âlem-i İslâm’ın huzuru, sükûnu, her türlü fitnelerden uzak kalışı ve insanlığın barışı için hayırlara vesile olmasını niyaz edelim bugün.

Bayramınızı tebrik ederim.

Dipnot: 1- R. Sâlihîn, 308, 314

20.12.2007

E-Posta: [email protected]




Raşit YÜCEL

Kurban



Ve bayram...

Ve kurban...

Sayılı günler çabuk gelip geçiyor.

“Kurban” derken bir çok şey aklıma geliyor.

Özellikle Anadolu annelerinin dilinden hiç eksik olmayan bir kelime vardır.

“Kurban olayım”. Bu bir fedakârlığın en üst düzeyde söylenmiş ifadesidir.

Bir annenin yavrusunu kurtarmak için hiçbir tereddüt göstermeden aslana saldırması...

Öte yandan bir tavuğun yavrusunu köpeğin ağzından kurtarması, hayvanlarda dahi şefkat duygusunun kurbanlığa dönüşmesini hatırlatıyor. Bu düşünceler birçok açılımları dikkat nazarlarına sunuyor.

Fedâ edecek birşeyimiz yoksa hiç olmazsa fikir ve düşüncelerinizi başkalarına ulaştırarak kurban edebilirsiniz.

İlmin zekâtı ise; o faydalı ilmi başkaları ile paylaşmaktır.

Kurbanız... Nasıl kurbanız?

Her şeyimizi Allah yolunda fedâ ederek.

O’nun nâmına, O’nun adına, O’nun için...

İnsan cömertliği ile kuvvet kazanır.

Kurban Bayramı, kurban kesmek ile bize “fedâ etme”yi öğretiyor.

Allah verene verir.

Alandan alır.

“Bir insanın kıymeti, himmeti nisbetindedir.”

Ülkemizde ve bütün İslâm dünyasında bu ibadet büyük bir iştiyak ve zevk ile yapılır.

Bu duygu, etin tadından ve lezzetinden çok farklıdır.

Arı, kendisini feda ederek bize o şifalı balı ulaştırır.

Anne, yemez yedirir, giymez giydirir.

Kurban olsun, bütün her şeyimiz. Kurban, paylaşmayı öğretir.

Şu gaddar ve bencil dünyada fedâ ve kurban edebileceğimiz birçok şey bulabiliriz.

Ve insan iyilikleri ve feda ettikleri ile anılır.

Cimriliği hayat tarzı olarak kabullenen insanın kurban edilecek birşeyi yoktur.

“Veren el, alan elden üstündür” hadisini hatırlayanlar hep “veren”lerden olmuşlardır. Kurbanlarınız mübarek olsun.

Cennette bir bir mükâfatını göreceğiz ve kurbanlar sırat köprüsünde insan için bir binek olacaktır.

İyi ki kurban olduk. Bayramınız kutlu olsun.

20.12.2007

E-Posta: [email protected]




Faruk ÇAKIR

Özde barış günleri



Bir Kurban Bayramına daha bizi kavuşturan Rabbimize hamdolsun, şükrolsun. Bayramlar, mesajlarda da ifade edildiği üzere mânevî havanın galip geldiği, duâların arşa yükseldiği, fakir-fukaranın sevindirildiği, ‘küs’lerin barıştığı, kırgınlıkların sona erdirildiği günlerdir.

Hemen ifade etmek gerekir ki, dinî bayramlardaki ‘barış’ ifadesi ‘söz’de değil, ‘öz’de barıştır. Yoksa, ‘barış’ adı altında kutlanan bazı bayramların ‘kan ve kin’ ile dolu olduğuna bütün millet şahit olmuştur.

Kurban Bayramı, yardımlaşma için en güzel fırsatlardan biridir. Elbette ki yardımlaşmalar sadece bayramlarla sınırlı kalmamalı. Aslolan, fakir ve fukaranın ihtiyaçlarının yıl boyu karşılanması; belki de onların ‘fakir’likten kurtarılmasıdır. Nitekim, geçmiş asırlarda zekât verilebilecek fakirlerin bulunamadığı günler olmuştur. Bu zenginlik, ancak zekât müessesesinin iyi işletilmesi ve gelir dağılımının adaletle yapılması sonucu mümkün olabilmiştir.

Bayram günleri; ibadet, hayır-hasenât ve yardımlaşma günleridir. Ancak medyamız; bilhassa Kurban Bayramlarında hadisenin bu yönünden ziyade, ‘kaçan boğalar, akan kanlar ve çevre kirliliği’ ile ilgilenmektedir. Elbette bu konular da ‘haber’ değeri taşır; ancak aslolan bayram vesilesiyle oluşan mânevî havanın kamuoyuna aktarılmasıdır.

Bayram günleri; belki de aylarca ‘unutulan’ akraba ve dostların hatırlanmasına, ziyaret edilmesine de bir vesiledir. Aynı şekilde hastaların da ziyaret edilmesi, hâl hatır sorulması, dertlerin paylaşılması bu günlerde ayrı bir önem kazanır. Bilhassa büyük şehirlerde yaşayanların karşı karşıya kaldığı sıkıntılardan biri de, akraba bağlarının zayıflamış ve belki de kopmuş olmasıdır. Birbirlerini tanıyamayacak kadar ‘yabancı’ olan akrabalar, büyük şehirlerin bir gerçeğidir. İşte bayram günleri aynı zamanda ‘yabancı’laşmaya karşı sığınılacak bir limandır.

Bayramların, sosyal faydaları yanında ekonomik faydalarını da hatırlamak lâzım. İsrafa ve gösterişe kaçmayacak şekilde alış veriş ve hediyeleşme, kalplerin birbirlerine kaynaşmasına da vesile olur.

Tabiî ki Kurban Bayramının bir başka güzelliği de, milyonlarca Müslümanın ‘hacı’ olmasıdır. Her yıl sayıları artarak çoğalan hacılar, bu ‘ünvan’a bu günlerde kavuşuyor. Muhtemelen hacılarımız bu günlerde bütün insanlığın huzur ve sükûna kavuşması için duâ ediyor. Onların duâlarına ‘âmin’ diyerek biz de mânen iştirak edelim.

Aslında hacıların Arafat, Mekke ve Medine’de sergiledikleri görüntü, dünya barışının nasıl temin edilebileceğini de, görmek isteyen gözlere gösteriyor. Renkleri ve dilleri ayrı onlarca milletin tek potada nasıl eridiğini görmek isteyenler, hacılara bakmalı. Milyonlarca kişi ‘kavga’sız, gürültüsüz bir araya geliyor ve bütün insanlığa; barış ve huzur dersleri veriyor. Dünyada başka hangi birliktelik, böyle bir mesaj verebilir ki?

Kalpleri ittihad ettiren İslâm, sözde değil ‘özde’ barış dini olduğunu her bayramda ortaya koymaya devam ediyor. İdrak ettiğimiz bu Kurban Bayramı günlerinde; Türkiye’yi ve dünyayı ‘idare edenler’in de bu gerçeği görmeleri için duâ edelim...

Bu vesile ile mübarek Kurban Bayramınızı bir defa daha tebrik ediyor ve duâlarınızı bekliyoruz...

20.12.2007

E-Posta: [email protected]




İsmail BERK

Her anlamda bayram



Bugün Kurban Bayramı. Milyonlarca mü'min hacı oldu. Hacılar, bugün büyük şeytanı yedi kez taşladılar. Kurban kestiler. İhramdan çıkmadan, tıraş oldular. Sonra da ziyaret tavafı yaptılar. Kâbe’yle bayramlaştılar.

Bizler de hayalen ve zihnen gönül Kâbe’mizdeki tavafı ve iç sarılmayı yaşayarak, bu günü bayramlaştırabiliriz. Allah’a ve Onun rızasına götürecek bir yakınlaşmaya nefsimizi kurban ederek, hatalarımızı “tıraş” edebilir ve ihramımızdan yeni bir saf niyetle çıkabiliriz.

Bayramların, neş’e, ümit, muhabbet ve ziyaret boyutları, özlenen insanî buluşmaları da beraberinde getirir. Bu vesileyle, uzaktaki akrabalarıyla buluşan, sıla-yı rahimde bulunan ve hasret giderenler farklı bir bayram sevinci yaşıyorlar.

Bayramlar, bütün duygu ve düşüncelerimize mal olduğu kadarıyla mutlu eder, sakinleştirir, rahatlatır. Bu günler, şükür makinesinde kurban olmayı göze alıp, iyilik rüzgârıyla şişen yelkenlerini hayat okyanusunda iman rotasına çevirir.

Bayramlar daha çok düşünme, tefekkür etme, anlama, hem hal olma, şeytanı bağlama, vicdanı seslendirme mutluluklarının bir yansıması olursa, bayram gibi bayram olur.

Bayramı bayram yapan, öncelikleri böyle sıraladıktan sonra, Hazreti İbrahim’in oğlu Hazreti İsmail’le yaşadığı kıssa günümüze kadar uzanan dinî bir hüviyetle huzur için şükür ve yakınlaşmamızı temsil eden en müstesnâ dönemdir. Bu dönemde;

Kalbimizin bayramı, muhabbet kanallarını sonuna kadar açmak, İlâhî sırra bağlanmak ve duyguları pozitif düşünmenin etkilediği, “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır” vecizliğinde kalben lezzetlendirmektir. İç coşkuyu yaşamaktır.

Aklımızın bayramı, tefekkür içinde hikmetle barışık ve anlamlı sohbetlerin tadında zahiri halleri düşünmeden, umutlarımızı öğrenmektir. Aklı kurcalayan, tutturamadığımız bütçemizi önümüze koyan, sıkıntılarımıza ev sahipliği yapan ve çaresizlikten şükür kapısını aralamaktan bizi alıkoyan aklı tatile çıkarmak ve huzurlu akla talip olmaktır. Düşünceyi müspette tutarak, şevk fikirlerle aklen rafine bir huzur yakalamaktır. Kendimizle boğuşmamaktır.

Vicdanımızın bayramı, fıtratın reddettiği hallerden uzaklaşma nispetindedir. Şuurumuzun ihatası, vicdanın külliyetidir. Buna göre, kendini tazip etmeden, sorumluluklarının hakkını veren, kulluğunu doğru idrak ettiği kadarıyla, vicdandan beslenen, kaynaktan çıkan bir gerçek bayram hazzı, insanın bütün sistemini bayramlaştırır.

Bedenin bayramı, sağlıklı olmak, seyahat etme nimeti ve düşünme melekelerini etkileyecek olumsuzluk yaşamamaktır. Midesini ağırlayan, görme zevkini kâinat manzarasında seyre daldıran, duyma hassasiyetini hayırda kullanan, yürüme ayrıcalığını ayaklarının gittiği sevap yolunda tozlandıran bir amel ve hayat zevki, bedenin bayramlığıdır.

Ruhun bayramı, daralmışlıktan azat olmasıdır. Önü açık, geleceği bahtlı ve ufkunu evrensel bir mesajla dolduruyor olmasıdır. Ruhun şahikaları, emir veren komutan gibi, bütün sisteme bayramlık verme ve onlara yakışanı bizzat görme ve gösterme emareleridir.

Duyguların bayramı, sevdiğini yapmaktır. Kendini zorlamamaktır. Hayatın sıkışmışlığından ve çatallaşmış tereddütlerinden sıyrılarak, sağduyu içinde ruhanî zevk ile birlikte, ulvî hisleri galeyana getirmektir. Onun taşkınlığına şans vermektir. Duygular, bayramın nazlı çocuklarıdır. Onlara göre düşünmek gerekebilir.

Ailenin bayramı, hep bir arada olmaktır. Keder ve üzüntünün yaşanmamasıdır.

Toplumun bayramı, birbirini selâmlama, ziyaret, diyalog, arama ve olduğu gibi kabullenip, ortak noktaya önem verip, ortak hedefte kalmaktır. Sükûnet ve hal hatır kaynaşmasıdır.

Ülkenin bayramı, terörden kurtulmuş, istihdamı çözmüş, demokrasiyi hakim kılmış, hak ve hürriyetleri kâmil mânâda uygulamış ve birbiriyle barışık bir sonuç için her anı ortak değerlere göre düşünme ve harekete geçirme huzurudur.

İslâm dünyasının bayramı, tanışmak, birbirini yakînen tanımak, ilme dayanmak, meşverete yönelmek, İslâm’ın izzetini şahıs, zümre, kavim menfaatlerinin üstünde tutarak, bu ideali yaşatacak inkişaflara kuvvet vermektir.

Dünyanın bayramı, barıştır. Hak ve hukuka riayet edecek şekilde hükümetleri ve devletleri dizginleyecek halkların sivil birlik ve dayanışmasıdır. Üçüncü sektör olan sivil toplum ve dördüncüsü olarak gerçek sivil ruhu verecek faziletli, gönüllü kuruluşların irfan büyümesidir. Çoğulculuk içinde beraberliktir.

Bu duygularla; hasta, fakir, engelli, tutuklu, aciz ve kimsesiz çevreyle birlikte bayramımızı paylaşmalıyız.

Kurban Bayramının, İslâm dünyasına ve insanlığı huzur ve barış getirmesi duâsıyla kıymetli okuyucu ve dostların bayramını kutluyorum.

20.12.2007

E-Posta: [email protected].




Cevher İLHAN

Kurban...



Bugün Kurban...

Kurban, hayatın en kıymettar olanını, hatta hayatı, hayatı verene hediye etmektir.

Kurban, hayatı bahşedene bağışlamak, Onun gönderdiği rehber olan Kur’ân’a göre mânâlandırmaktır.

Kurban, hayatını, hayatın mânâ ve mâhiyetini bilmektir; bunu bildiren, kâinatın ruhu ve hayatın hayatı Kur’ân’a kurban etmektir.

Kurban, onca zulüm ve tazyike karşı, “Bir elime ayı, diğer elime güneşi verseniz, vallahî dâvâmdan vazgeçmem” diyen Resûlullah’ın yolunda gidebilmektir. Taif’lilerin çocuklarına “taşlatma” saldırıları üzerine Cebrail’in kendisine gelip, “o yöreyi yerle bir etme emri”ni beklemesine karşı, “Hayır bunlar bilmiyorlar; Allah’ım bunların nesillerini Müslüman eyle” diye felekleri kuşatan şefkatin gözyaşlarıyla cevap vermektir.

Kurban, hayatlarını, maddî ve mânevî varlıklarını İslâm uğruna fedâ eden fedakâr sahabelerin, “Anam babam sana fedâ olsun Yâ Resûllallah” hitabıdır.

Kurban, kızgın güneş altında kırbaçlanan, kocaman kayalar üstüne atıldığı halde, asla tâviz vermeyen Bilâl-i Habeşi misâli, “tevhid”i ilân etmektir.

* * *

Kurban, işgalci İngilizlere Bediüzzaman’ın “Tükürün İngiliz lâininin hayasız yüzüne!” sayhasıyla zâlime ve zulme karşı direnişidir. Van Kalesinin başındaki medreseden ayağı kayıp uçurma düştüğünde, “Dâvâm!” nidâsıdır.

Kurban, “Nazillili Mehmedler” misüllû, zâlimlerin zindanda her vurmalarına, “Vur, Vur! Zâlimler için yaşasın Cehennem!” haykırışıyla zulme karşı sayhalaşmaktır.

Kurban, dâvâsının hâtırı için başka hatırlara bakmamak; hakkın hatırını her hatırdan üstün tutmak; hakkın hatırını hiçbir hâtıra fedâ etmemektir.

Kurban, haksızlığa, zulme, tahammüldür; musîbetlere karşı sabırdır, hizmette sebattır. Dâvânın, kudsî mânânın izzet ve şerefini öncelemektir; zorluklara karşı dayanmaktır.

Kurban, İlâhî buyruğa kayıtsız şartsız teslimdir; cânından, ciğerinden, en değerli varlığından vazgeçmek, emâneti ehline teslim etmektir.

Kurban, bir imtihandır, bir samîmiyet sınamasıdır; kendini aşmaktır. Bir arınmadır, tevbe ve nedâmetin nişânesidir, ulvî bir hakikate bağlanmanın ifâdesidir.

Kurban, İslâmın izzetini korumaktır. Haksızlığı hak bilenlere karşı eliyle, diliyle kalbiyle karşı çıkmak; hakka karşı hürmetsizlik etmeden, zâlim cebbarlara karşı hiçbir dünyevî endişe ve mülâhazaya girmeden, maddî ve hatta mânevî menfaatini fedâ etmektir; dünyasından geçmektir.

Kurban, “Gözümde ne Cennet sevdâsı var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin imanının selâmeti uğruna bir Said değil, bin Said fedâ olsun” diye haykırabilmek; ona göre yaşayabilmek için her şeyini kurban etmektir. Defalarca kere zehirlendiği halde en ufak bir tâviz vermemektir, asla şikâyet etmemektir...

Kurban, hak ve hakikat uğruna serdengeçmektir; gerektiğinde “ser”ini, başını vermektir. Bedir’de, Uhud’da, Çanakkale’de hayatlarını, kudsî hakîkatlere kurban eden milyonlarca, milyarca şehidin nurlu yolunda gidebilmektir...

* * *

Kurban, kahraman Zübeyr Gündüzalp gibi mahkemelerde, “Bu kahraman İslâm Türk milleti başka bir devletin boyunduruğu altına giremez. Fedakâr Müslüman gençliği, sahip olduğu tahkikî iman kuvvetiyle, vatanını sattırmaz. Dindar, cengâver Türk milleti ve imanlı, cesur Türk gençliği korkmaz. Onun içindir ki, bizi insanlık seviye ve seciyesinde en yüksek mertebelere çıkaran ve her sahadaki terakkiyatımızı sağlayan ve biz gençlere din, vatan ve millet aşkını aşılayarak uğrunda bütün mevcudiyetimizi fedâ ettirecek hakikî bir dinperver olarak bizleri yetiştiren Risale-i Nur eserlerini okuyoruz ve okuyacağız. Vatan ve millet ve bütün insanlıkça gâyet azîm (büyük) faydaları temin edecek olan bu çok nâfi (faydalı) eser külliyatını, eğer servetim olsaydı, neşrettirmek için hepsini sarf ederdim. Zira dinimin, vatan ve milletimin ebedî saadet ve selâmeti uğrunda bütün mevcudiyetimi fedâ etmeye hazırım” şuuruna varmaktır.

Kurban, “Yüzbinler başların fedâ olduğu kudsî bir hakikate başımız dahi fedâ olsun!” sâdâsının sembolüdür.

Hayatlarını iman ve Kur’ân hizmetine adayan ve Üstadlarına bedel şehid olan fedakâr kahraman Hafız Ali’nin ve Hasan Feyzi’nin, “Dahi nezrim bu ki, cânım sana kurban olacak!” duasıyla ömrünü Üstadına ve dâvâsına kurban edip adamanın adıdır.

Kurban, “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır” hakikatine göre insanlık için yaşamaktır; “büyük insanlık olan İslâmiyet” adına hayatını harcamaktır...

Kurban bayramdır; kurbanın mübârek mânâsını anlamanın, kurbana ulaşmanın ilk adımıdır. Kurban oluşu bayram yapmaktır; Kurbanı bayramdır...

Kurban Bayramınız mübârek olsun...

20.12.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri



 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri