Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 19 Aralık 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

M. Latif SALİHOĞLU

Eşref Edib'in 'Said Nursî' makalesi (4)



Bundan 36 sene evvel bugünlerde hayata vedâ eden Eşref Edib'in Üstad Bediüzzaman ve Nur talebeleri hakkındaki makalesinin son bölümünü takdim ediyoruz.

Said Nur Üniversitesi

...Nur imân ve irfân mektebi, zamanla, mekânla mukayyet (kayıtlı) değil. Hududu yok.

Bu mektebin yalnız bir kitabı var: Kur'ân.

Bütün ilhamları bu kitaptandır. Bu kitap, bitmez tükenmez bir hazinedir. Gelmiş, geçmiş ve gelecek bütün asırları doyurmaya bu hazine yeter.

Nur Risâleleri, bu hazinenin damlalarıdır.

Kalbinde imân ve irfânı olan her mü'min, bu mektebin talebesidir. Hiç kimseden izin almadan, hiçbir kayda tâbi olmadan bu mektebe girebilir.

Çünkü, bütün mü'minler, bu mektebin tabiî talebesidir.

Nur Risâleleri, birer derstir. Kişi onları isterse kendisi istinsah eder (çoğaltır), isterse hazır yazılmış veya basılmış olarak alır, okur, istifade eder.

Artık, o vicdanıyla, kalbiyle, ruhuyla başbaşadır. Arada hiç bir vasıta yoktur.

Nur Risâlelerinin müellifi (Bediüzzaman), yalnız bir "Üstad"dır. Dersini vermiştir. O kadar... Tıpkı, bir üniversite hocası gibi...

* * *

Üstad Said Nur, çok yüksek bir zekâ ve irfân sahibi idi. İmandan ibaret bir varlık...

O, mü'minler için bir imân ve irfân mektebine ihtiyaç duymuş. Kalpleri dalâlet eşkıyasının taarruzlarından koruyacak bir üniversite...

Bunu da, gönüller üzerinde kurmuş. Temelleri, dünya durdukça yıkılmasın, sapasağlam yaşasın diye...

Üstad, derslerini vermiş, kenara çekilmiş. Artık bu mektebi mü'minler kendi kendine idare etsinler, demiş.

Ne ücret, ne ünvan, ne pâye, ne heykel... Hiçbir şey istemiyor.

Vazifesini yapan bir muallim, bir profesör gibi, kalbi neş'e dolu olarak ecel–i mev'udunu bekledi; böylece, nihayet Hakk'a yürüdü.

İşte, Said Nur Mektebinin, Said Nur Üniversitesinin mahiyeti bence budur. Bunu anlamayan devr–i sâbık (geçmiş dikta devri), bundan ne kadar korktu, ne kadar heyecanlar geçirdi.

Bunu bertaraf etmek için ikinci bir Menemen bile ihdas etmeyi düşündü.

Buna bir "irtica" damgası vurmak için çok çalıştı. Fakat, muvaffak olamadı. Boş yere hem kendini zorladı, hem de bu mübarek zâtı türlü sıkıntılara, tazyiklere mâruz bıraktı. Zindanlarda ömrünü çürüttü. Hapishanelerde bile ihtilâttan (görüşmekten) men'etti.

Netice ne oldu?

Bir savcının tahminine göre, en az beş–altı yüz bin talebe Anadolu'nun her tarafına yayıldı.

Talebenin her biri işiyle, gücüyle, yahut dersiyle, tahsiliyle meşgul. Kànuna aykırı en ufak bir hareketleri yok.

Gönüller üzerine kurulan böyle bir irfân mektebinin kapanmasına imkân var mı?

GÜNÜN TARİHİ 19 Aralık 1925

Giresun'da ağır şapka cezaları

Giresun İstiklâl Mahkemesi, şapka aleyhtarı olma ve halkı şapka aleyhinde kışkırtma suçundan(!) Hafız Muharrem isimli zât hakkında vermiş olduğu idam kararı infaz edildi.

Kısa bir süre sonra Hafız Osman ve 4 Şubat 1926'da da, yine aynı dâvânın devamı olarak yargılanması tamamlanan İskilipli Âtıf Efendi ile Babaeski müftüsü Ali Rıza Efendi zulmen idam edildiler.

Şüphesiz ki, cezalar ve cezalılar bu kadarlıkla sınırlı değildi.

Giresun Şapka Dâvâsı sebebiyle, ayrıca Derviş Hüseyin isimli mazlûma 15 yıl ağır hapis cezası verilirken, daha pek çok vatandaşa da 5, 10 ve 15’er yıl hapis ve kürek cezası verildi. Kezâ, bunlardan ayrı, yirmiye yakın vatandaş da hiç sebepsiz yere iki yıl hapis yattı.

* * *

İskilipli Atıf Hoca, Şapka Kànunundan aylar–yıllar önce "Frenk Mukallitliği ve Şapka" isimli bir kitapçık neşretmişti.

Buna rağmen, yine de suçlu ilân edilip idam sehpasına gönderildi.

Benzer durumlar, ne yazık ki o dönemde Türkiye'nin hemen her yerinde yaşandı.

Bugün itibariyle, söz konusu kànun, aslında "kapı gibi" yerli yerinde duruyor. Ancak, bu kànuna uymak mecburiyetinde olan resmî memurlar dahi uymuyor, yani şapka takmıyor.

Ne kadar garip, tuhaf bir durum değil mi? Bundan 80 sene kadar evvel "Neden şapka giymiyor, neden karşı geliyor?" diye, binlerce vatandaşını en ağır şekilde cezalandıran devletin resmî memurları, bugün—yürürlükteki aynı kànuna rağmen—şapka giyme gereğini dahi duymuyor.

19.12.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (18.12.2007) - Bir Kandil yakmak

  (17.12.2007) - Susurluk'tan Şemdinli'ye

  (14.12.2007) - E–Sigara

  (13.12.2007) - Hürriyet, adalet, müsavat, uhuvvet

  (12.12.2007) - Pişmanlık ve zamanlama faktörü

  (11.12.2007) - 25 yıllık YÖK mağdurları

  (10.12.2007) - 93 Harbinde şânlı Plevne halkası

  (08.12.2007) - Sigarada merhametin sınırı

  (07.12.2007) - İhraç, tokalaşma, vesâire...

  (05.12.2007) - Araştırma mı, karıştırma mı?

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri