"Gerçekten" haber verir 09 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Selim GÜNDÜZALP

Bu sırrı kim çözebilir?



Bazen öyle anlar olur ki, o ânı yıllara değişmez insan. Küçücük bir şey, bir ses, belki de hayatımızı yeniler, tazeler.

Martı sesinden denize yaklaştığınızı anlarsınız ya, işte öyle bir şey. Olağanüstü bir ânın içine doğru çekildiğinizi hissedersiniz o zaman. Hayal değil gerçektir hepsi. Ama susarsınız, çünkü yaşadıklarınızı anlatmaya kelimeler yetmez.

Gerçekten yaşamak için, gafletten uyanmak gerekir. Bu imkânı bulan ve yakalayan; değişir, olgunlaşır. Yeniden doğuşun sırrına ulaşır. Sararmış otların baharı beklediği gibi, Rahman’ın rahmetini bekleyenlere cevap gelmekte gecikmez. Ve insan; “zamanı gelince” diye bir şey yoktur, bunu bir daha yakînen anlar. Ne yapacaksa şimdi, şu an yapmalıdır. Gecikmek, elleri kirli dev anasıdır. Dünyamızı ve diyarımızı terk etmelidir.

Balığın suya, kuşun maviye, gözün ışığa acıktığı gibi kalbimiz de sevgiye acıkır. Kalpler, sahibini özler. Kalpler ki, ancak O'nu (cc) anmakla tatmin olurlar. Hayatın gerçek tadını, O'nu anmakta bulurlar.

Sonra bir soru takılır aklına, saniyeler su gibi akıp gider o sorunun cevabının peşinden. Bir fecir vakti, odanızın penceresinden kâinatın uyanışını seyredersiniz, neşeyle ve coşkuyla. Birazdan koca bir şehir uyanacak, insanlar gerine gerine yataklarından kalkacak. Siz ise, günü erkenden karşılamanın sevinç ve huzurunu tâ içinizde duyacaksınız. Bir sabah vakti...

Çocukça sorular soracaksınız belki; “Güneş şimdi acaba nerede? Hangi şevkle, hangi ümitle doğacak bugün? Ne bekliyor acaba, hizmetine karşılık bizden? Altın ışıklarını birazdan üzerimize doğru serperken, duâyla mı karşılanmak ister?” Yıldızlar ise, şahit olan göklerin şehadet kelimeleri olan yıldızlar. Uzak, çok uzaktaki yıldızlar; “Ne yer, ne içerler, ışıkları nereden gelir, nasıl gezerler. Sema denizinin bu nuranî balıkları, hiç acıkmazlar mı?”

Hayaliniz birden denizlere de dalıp gidebilir o an. Belki de, “Balıklar rüya görürler mi acaba?” diye düşünürsünüz. Bir ses; “Balıklar rüya görmezler, denizler o kadar güzeldir ki...” der.

Ve siz binlerce sorunun arasında dalıp gitmişken, güzel sesli bir müezzinin okuduğu Sabâ makamındaki ezan-ı Muhammedî (asm) sizi sarsar, daldığınız tefekkürden uyandırır.

Hayret, ellerinizi dayadığınız mermerin soğukluğunu bile hissetmemişsiniz onca zaman... Serin seher rüzgârının yüzünüzü okşayışını da fark etmemişsiniz. Ve dâveti alır almaz seccadenize doğru yürürken; dudaklarınızda bir ezan duâsı ve ardından Necip Fazıl Kısakürek’in şu mısraları dökülür:

“Beni kimsecikler okşamaz madem;

Öp beni alnımdan, sen öp seccadem!”

Ve işte insan bu sırrın peşine düştü mü o sabahlarda, içinin yıkandığını görür o masmavi sularda. Haydi der bir ses, haydi, kaldır ellerini; hasretle, muhabbetle ve bin iştiyakla “Allahu Ekber.” Selâm verip namazı bitirdiğinizde yine tefekküre dalıp, başınızı secdeden kaldırmadan duâya sarılırsınız; Sen ki, nimetlerini ücretle vermeyen, parayla satmayansın. Lütuf ve ihsanını başa kakmayan, akılları bulandırmayan, kalpleri usandırmayansın. Bu kadar muhtacın, bu kadar çok isteği, Senin sonsuz hazinenden hiçbir şey eksiltmez. Sen öyle Ganî, öyle cömertsin. Ey duâ edenlerin duâsı kendisini asla usandırmayan Allahım, Senin lütuf ve kerem elin, herkesin elinin üzerindedir. Allahım duâmı cevapsız bırakma. Hz. Muhammed (asm) ve mübarek nesline salât eyle. Duâlarımı kabul ederek elimden tut. Şüphesiz Sen, rahmeti geniş, keremi bol olansın. Rahman’sın. Sübhane Rabbiye’l-A’lâ’sın.”

Secdede sarsıldığını hissedeceksin derinden, belki de bunu duâlarının kabulüne bir işaret bileceksin. Düşünmek, fikretmek, eskilerin tabiriyle ‘tefekkür’ etmenin değerini bir kez daha anlayacaksın bu sabah. İnsanın düşünmek için, ibretle seyretmek için yaratıldığına o kadar çok delil var ki... Saymakla bitmez.

O güzel düşüncenin sonu nice bin hayır ile çoğala çoğala büyüyecek. Ellerin nur dolacak, yüzün gözün ışıl ışıl pür nur olacak. Güneşi içinde hissedeceksin o sabah.

Şeytan, Rabbinle arana girip parazit yapadursun yılma, yoluna devam et. Senin, Allah (cc) ile olan bağlantını hiçbir şey kesemez ve kesemeyecektir. “Düşündün de ne değişti, daha kaç yıl düşüneceksin ve ne değişecek bu dünyada?” deyip, seni o kudsî görevinden ayartmaya çalışacak. “Şunu yap, buna böyle bak” diye elinizdeki o büyük iman nimetini kıskanıp, kapmaya uğraşacak. Sakın ola ki, o kıymetli sermayeni eritmeyesin, yedirmeyesin, kaptırıp çaldırmayasın o kıskanç hırsıza.

Şu cümleyi yüzsüz yüzüne çarpıp, ne kazandığınızı gösterin ve kendisinin de neleri kaybettiğini: “Tefekkür teşekkürdür” deyin. Hamdinizi, şükrünüzü tazeleyin Rabbinize. Sizi bu ulvî ibadetten alıkoyup uzaklaştırmaya çalışan o sinsi ve hilebaz düşmanın hevesini kursağında bırakın. “Eûzü billahi mine’ş-şeytâni’r-racîm” söyleyin. Öyle yağma yok... Allah için uyanan bir kalp, Onun eserini hayran hayran seyreden bir ruh kolay pes etmez. Ve sonra imdadınıza Bediüzzaman Hazretlerinin 23. Söz’ünden bir bahis yetişsin, yoldaşınız olsun. Kulağınız o ifâdelerin mânâlarına hayran kalıp doyamayacak, tekrar tekrar okumak isteyecektir:

“Sonra görür ki, bir Rabb-i Rahîm, rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmek ister. O da, O'na hasr-ı muhabbetle, tahsîs-i taabbüdle kendini O'na sevdirir.

“Sonra görüyor ki, bir Mün’im-i Kerîm, maddî ve mânevî ni’metlerin lezizleriyle onu perverde ediyor. O da, ona mukabil, fiiliyle, haliyle, kàliyle, hattâ elinden gelse bütün hasseleriyle, cihazâtıyla şükür ve hamd ü senâ eder.

“Sonra görüyor ki, bir Celîl-i Cemîl, şu mevcudâtın aynalarında kibriyâ ve kemâlini ve celâl ve cemâlini izhâr edip, nazar-ı dikkati celb ediyor. O da, ona mukabil, ‘Allahü ekber, Sübhânallah’ deyip, mahviyet içinde, hayret ve muhabbetle secde eder.”

Evet, ne varsa sabahlarda var. / Bu sırrı sabahlar çözebilir ancak...

Merak etme, ne kadar karanlıkla doluysan o kadar da ışığın, yıldızın var demektir. O ışıkla tanırsın kâinatı ve onun Rabbini...

Ne kadar renkle doluysan ve de ışıkla; işte gerçek dünyan o kadardır. Pırıl pırıldır, apaydınlıktır.

İman hem nurdur ve hem de yüce bir kuvvettir anlarsın. Bir bakışta, bir nakışta fikrinin mekiği çalışır durur, gider gelir. O an, o saniye kendi hayat halının en önemli nakşını dokuyup durursun. Hayat halının üzerinde en anlamlı izleri ve işaretleri bırakırsın. Hem de düğüm düğüm süzülen gözyaşlarının eşliğinde. Bir sabah vakti...

Hayatı yaşamayan ölümü de bilmez. Rabbim, beni sabahları güneşleri içmeye, içime çekmeye çağır, sadece görmeye değil. Beni gözleri olup da göremeyenlerden, kulakları olup da duyamayanlardan ve kalpleri, akılları olduğu halde Sana inanmayıp, Seni bulamayıp savrulup gidenlerden eyleme. Değirmeni su döndürür, insanı da dili döndürür. Dilimi hayra yönelt, adımımı Sana yönelt. Yanlışa, gıybete, boş sözlere değil Rabbim.

Gönül, cenneti ve cemalini görmeyi çok ister ama günah komaz, şeytan peşimi bırakmaz. Ne olur beni göz açıp kapayıncaya kadar bile nefsime ve şeytana bırakma Rabbim.

Sevgili Allahım, ben küçüğüm ama Senin rahmetin büyük. Kapında dileniyorum, istiyorum ama istemeyi de bilemiyorum bağışla, bütün günahlarımızı affeyle.

Duâmın içine bir küçük kıssayı da katmak istiyorum: Annesiyle beraber bir bakkaldan alış veriş yapan küçük çocuğa dükkân sahibi şeker kutusunu açıp, “İstediğin kadar al yavrum” der. Çocuk el uzatıp almaz, çekingen davranır. Bakkal, bir avuç şekeri kendi uzatır, verir. Dışarı çıktıklarında annesi;

“Yavrum, bakkal amca al dediğinde niye almadın?” der.

Çocuk:

“Anneciğim, benim ellerim ufak, bakkal amcamınkiler daha büyüktü. Onun vermesini bekledim,” der. İşte biz de bu çocuk gibiyiz Allahım. Sen bizim küçücük ellerimizle istemelerimize, o sonsuz büyük kerem elinle ve o sonsuz büyük rahmet elinle ver. Senin hazinen hiç bitmez... Küçük büyük verdiğin her nimete hamd olsun. Gönderdiğin o Sevgili Peygamberimize (asm) de salât ve selâm olsun.

Hz. Peygamberin (asm) en seçkin öğrencilerinden Enes bin Malik’e yaptığı bazı tavsiyeleri hatırlamanın tam sırası. Bize de rehberlik edeceğine inanıyorum. O mübarek sahabeyi de şefaatçi edip rahmetle anıyoruz.

“Allah Resûlü (asm) buyuruyor ki:

1. Ey oğlum! Yapabilirsen sürekli abdestli ol! Böyle yaparsan, abdestli iken ölürsen şehit olursun.

2. Ey oğlum! Yapabilirsen sürekli salâvat oku! Okuduğun sürece melekler sana salâvat etmeye devam eder.

3. Ey oğlum! Evinden çıktığında, gördüğün bütün kitap ehline selâm ver. Böyle yaparsan, affolunursun.

4. Ey oğlum! Ailenin yanına gittiğinde selâm ver! Böyle yapmak, senin için de, ailen için de bereket olur.

5. Ey oğlum! Abdest uzuvlarını tam yıka! Böyle yaparsan Allah seni sever, korur, ömrün uzar.

6. Ey oğlum! Yapabilirsen sabaha ya da akşama ulaştığında kalbinde kimseye karşı kızgınlık ya da hile olmasın. Bu ahiretteki hesabını kolaylaştırır.

7. Ey oğlum! Evinde iki rekât namaz kılabilirsen kıl! Bu benim sünnetimdir. Sünnetimi seven beni sevmiştir. Beni seven benimle birlikte cennette olacaktır. Büyüklerine saygı, küçüklerine sevgi göster ki, cennette benimle olasın.” (Tirmizî, İlim, 16; İbn Manzûr, Muhtasar, 5/67)

Evet; herkesin uyuduğu bir zamanda uyanan insanlar için önemlidir sabahlar. Bu sırrı sabahlar çözebilir. Şair Muzaffer Tayip Uslu (1922-1946) “Arzu” isimli şiirinde bunu çok güzel dile getirir:

“Bir sabah uyandığım vakit / Seyredebilsem penceremden / Kocaman gemilerle dolu / Kocaman bir limanı / Bir sabah uyandığım vakit / Rabbim diyebilsem içimden / Bir şeyler var bu sabahta / İnsana ‘yaşıyorum!’ dedirten.”

Sabah erkenden kalkmak ve düşünmek “Ben ne kadar küçüğüm, kâinat ne kadar büyük!” Bu kadar küçük insana, bu kadar büyük kâinat niçin hizmetkâr edilmiş? İnsana niçin bu kadar önem ve değer verilmiş? Dünyaya gelmemizdeki gaye ne ve yolculuk nereye? Acaba nereye gideceğiz?

Bu sırrı sabahlar çözebilir...

09.08.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (02.08.2008) - Yanan ruhlar mı, yoksa ormanlar mı?

  (26.07.2008) - Kaybolan sevgiler, şimdi neredeler?

  (19.07.2008) - SIRAYI KİM KAPACAK?

  (05.07.2008) - Gafletten uzak, Allah’a yakın ol

  (28.06.2008) - Ümitsiz hayat ölümdür

  (21.06.2008) - Var Allahım var, duâlarda bir sır var…

  (14.06.2008) - RABBİM, HER İŞİNE HAYRETTEYİM

  (07.06.2008) - “Andıkça Sen’i büyür hayalim”

  (31.05.2008) - ÇLeylekler niye gelmiyor?

  (24.05.2008) - Allah'ım, dünyan ne güzel!

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır