"Gerçekten" haber verir 06 Eylül 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

M. Latif SALİHOĞLU

İftiracı polisin başına gelenler



Tarihçe–i Hayat isimli eserin "Emirdağ Hayatı" bölümünde, Bediüzzaman Hazretlerinin şu ifadelerine rastlıyoruz: "...Kànun nâmına kànunsuzluk eden o zâlimler, asıl suçlu onlar olması gibi, öyle bahaneleri aradılar; işitenleri güldürecek ve hakperestleri ağlattıracak iftirâları ve uydurmalarıyla ehl–i insafa gösterdiler ki, Risâle–i Nur’a ve şâkirtlerine ilişmeye, kànun ve hak cihetinde imkân bulamıyorlar, dîvâneliğe sapıyorlar. Ezcümle: Bir ay bizi tecessüs eden memurlar, birşey bahane bulamadıklarından, bir pusula yazıp ki, 'Said’in hizmetkârı bir dükkândan rakı almış, ona götürmüş'; o pusulayı imza ettirmek için hiç kimseyi bulamayıp, sonra yabânî ve sarhoş bir adamı yakalamışlar, tehditkârâne 'Gel bunu imza et' demişler. O da demiş: 'Tövbeler tövbesi olsun, bu acîb yalanı kim imza edebilir?' Onları, pusulayı yırtmaya mecbur etmiş." (476)

Üstad Bediüzzaman'ın eserinde bahsetmiş olduğu bu hadise, 1947 yılı sonlarında Emirdağ ilçesinde yaşandı. Pusulayı yazan kişi, sivil giyinmiş Salih isminde bir casus polis. Pusulayı imzalattırmak istediği yabanî ve sarhoş ise, Emirdağ'da "Öldümoğlu" lâkabıyla tanınan bir şahıstır.

1946 seçimlerinde, Afyon'da Demokrar Parti kazanmıştı. Hiddete gelen hükümet, buradaki hemen bütün memurları baştan aşağıya değiştirdi. Buraya Üstad Bediüzzaman'a isteyerek zarar verebilecek yeni memurlar atandı.

İşte, bu memurlardan üç kişi özel olarak seçilerek, 1947 yılı Aralık ayı ortalarında Emirdağ'a casusluk yapmaları maksadıyla gönderildi. Otele yerleşen Abdurrahman, Hasan ve Salih isimli bu memurlar, soranlara kendilerini elektrik teknisyeni olarak tanıttılar. Talimat böyleydi. Deşifre olmaları halinde, bunu hayatlarıyla ödeyeceklerdi.

Ne var ki, onların gelişini rüyâ âleminde gördüğünü (bilâhare mahkemede) ifade eden Üstad Bediüzzaman, gözetleme yapmak için gidip oturdukları kahvehaneye bir talebesini göndererek yanına çağırır. Hasan isimli polis gider. Ancak, sorulan sorulara doğru cevap vermez, polis olduklarını inkâr eder. Hatta "Hocam, dört tarafımı Kur'ân çarpsın ki, biz polis değiliz" diye de yemin eder.

Ertesi gün, Bediüzzaman yine onları çağırır. Bu kez iki kişi gider. Bediüzzaman "Biz mânevî zabıtayız, bizden millete, memlekete zarar gelmez" diyerek nasihat eder ve ayrılırken de onlara üç adet lokum verir. Otelde biraraya gelirler. Polislerden biri korkudan lokumu yemezken, itikadı bozuk olan Salih, küfürler savurarak lokumu yer.

İşte bu bozuk itikatlı şahıs, daha sonra iftira yüklü bir pusula hazırlar ve "Said'in hizmetkârı ona bakkaldan rakı aldı" şeklindeki bu pusulayı başkalara imzattırmak ister. Ancak, buna muvaffak olmaz.

Aynı gün, üç casus birlikte bir düğüne giderler. Salih, kafayı bulur ve arkadaşlarından ayrı olarak geç saatlere kadar da orada kalır. Ardından, diğer sarhoşlarla kavga etmeye başlar.

Neticede, gece yarısı meraklanarak aramaya giden arkadaşları, iyice hırpalanıp perişan edilerek pis bir derenin içine atılmış ve hâlâ zilzurna sarhoş bir vaziyette bulurlar onu. Onu hem dövmüş, hem de tabancasını alarak kayıplara karışmışlar.

İşte, o iftiracı casusun bu hale düşmesi sebebiyle, hakkında tahkikat açılır ve nihayetinde "tenzil–i rütbe" ile başka bir yere sürgün olarak gönderilir.

Bu arada, bizim de hatırımıza şu fikir geldi: Acaba, aynı dönemde Üstad Bediüzzaman'ın sarığını yırtarak yere atmaya çalışan karakol komutanı İsmail Güneybölük ile aynı dönemde "Camiye, cumaya gidemezsin!" diyerek Üstad Bediüzzaman'ı kapısının önünde tehdit eden Emirdağ kaymakamı Gaziantepli Abdülkadir Uraz'ın âkıbeti ne oldu? Evet, bu dünyadan rezil ve zelil şekilde ayrılıp giden diğer zalimler gibi, bu şahısların akıbetini de cidden merak ediyoruz. Bilen varsa şayet, iletsinler, memnun oluruz.

Tarihin yorumu (6/7 Eylül 1955)

Uydurma haberin ağır faturası

Yakın tarihimizde yer alan "6/7 Eylül Olayları", tam bir yüzkarası mahiyetini taşıyor.

Gayrımüslimlerin, bilhassa Rum asıllı vatandaşların ev, işyeri ve kiliselerine yönelik yapılan yağma ve saldırılar—sonradan açıkça anlaşıldığı üzere—tamamiyle yalan ve uydurma bir habere dayanıyordu.

Evet, yalan ve provakatif maksatlı habere göre, Selanik'teki M. Kemal'in doğduğu eve bomba atılmış.

Bu uydurma haber, sanki gerçekmiş gibi radyo ve gazetelerden de halka duyurularak, zaten Kıbrıs meselesi yüzünden gerilen ortam daha da gerilmiş oldu.

Provokatörlerin halkı galeyana getirmesi sonucu, havanın kararmasıyla birlikte azınlıkların ev ve işyerlerine yönelik kitlesel saldırılar başladı.

Emniyet kuvvetlerinin yetersiz kalması sebebiyle, sabah saatlerine kadar devam eden yağma, saldırı ve tahribat, İstanbul'un belirli noktalarını adeta savaş alanına çevirdi.

Başta Şişli, Beyoğlu, Kumkapı, Yedikule ve Samatya semtlerinde, binlerce ev ve işyeri tahrip edilerek yağmalandı.

Bu arada, 15 kadar Rum ve bir Ermeni vatandaşın öldürüldüğü, 30'dan fazla Rum vatandaşın da ağır şekilde yaralandığı tesbit edildi.

Provokatörlerin zor durumda bıraktığı DP hükümeti, her ne kadar mağdur olan vatandaşların zararını milyonlarca lira ödeyerek tazmin etmiş ise de, bu hadiseden sonra bilhassa Rum asıllı vatandaşların gruplar halinde İstanbul'u terk etmelerine kimse mani olamamıştır.

Benzer hadiselerin tekerrüründen korkan Rum ve bir kısım Ermeni vatandaşlar, ilk fırsatta Türkiye'yi terk etmeye yöneldi.

Haliyle, bu durum Türkiye'nin milletler nezdindeki prestijini sarsmış ve ağır şekilde yaralamıştır.

İslâm dininin prensipleriyle de zerrece bağdaşmayan bu vahşi davranış, ne yazık ki, bir hiç uğruna yaşanmış, ülke ve millet olarak bizi zan ve töhmet altına sokmuştur.

06.09.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (05.09.2008) - Sarhoş kalaycı ile aynı evde

  (04.09.2008) - Kedilerin kederden ölümü

  (03.09.2008) - Sizin kedi gargur ediyor mu?

  (02.09.2008) - Emirdağ'da bunlar da yaşandı

  (01.09.2008) - 'Birinci gün'e başlarken

  (18.08.2008) - Asabilere tefekkür terapisi

  (15.08.2008) - Fıtrî meyelan

  (13.08.2008) - Duman olup giden tütünlü yıllar

  (12.08.2008) - Emirdağ Hatıraları (14)

  (11.08.2008) - Mahlûkatla ülfet ve münasebet

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır