"Gerçekten" haber verir 31 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

İslam YAŞAR

Bir isyan ve Bediüzzaman



Muhabbet-i Muhammediye (asm).

Bediüzzaman’ın, hayatının her safhasında her hâli ile yaşamayı şiâr edindiği, herkesin yaşamasını istediği ve hayatı pahasına da olsa safiyetini muhafaza etmeye çalıştığı ulvî hasletlerden biriydi bu muhabbet.

Onun için Otuz Bir Mart hadisesinin arefesinde, 5 Şubat 1909 tarihinde kurulan İttihad-ı Muhammedi Cemiyetine girerek o mübarek isim altında bazı yanlış hareketlerin yapılmasına meydan vermemeye çalıştı.

Cemiyetin, Velâdet-i Nebevî (asm) vesilesiyle Ayasofya Camii’nde okuttuğu ve camiyi, bahçeyi ve çevresini dolduran yüz bin civarında insanın iştirak ettiği mevlid sırasında çevik bir hareketle müezzin mahfeline çıkıp dimdik ayakta durdu.

“Kabr-i kalbden hakâik çıplak çıktı. Nâmahrem olanlar nazar etmesin” diyerek gür bir sesle söze başladı. Zamanın siyasî, içtimâî, dinî meselelerini İslâmî bir bakış açısı ile değerlendiren ve dinleyenler tarafından çok beğenilen uzun bir konuşma yaptı.

Derviş Vahdetî’nin çıkardığı Volkan gazetesinde bu hususta yazdığı on beş kadar makalede, “Edipler edepli olmalıdırlar. Hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddip olmalıdırlar” gibi müessir ifadeler kullanarak ona ve adamlarına, iyi niyetle de olsa ifratkâr hâllerin Müslümanlara zarar vereceğini söyleyip mâkul hareket etmeleri gerektiğini hatırlattı.

Daha sonra Tanin, İkdam, Serbesti, Mizan, Misbah, Şark, Kürdistan gibi zamanın muteber gazetelerinde yazdığı yazılarda da mâkul, mutedil, muhakemeli hareket etmenin İslâm’ın icabı olduğunu anlatarak galeyanın eşiğine getirilen ahâliyi teskin etmeye çalıştı.

Ne var ki, bu çabalar mahdut mahallerde tesirli olduğundan isyanı durdurmaya yetmedi. Çeşitli iç ve dış mihraklar tarafından tahrik edilen bazı askerlerin ve sivil unsurların, 1909 yılının 12 Nisan'ı 13 Nisan'a bağlayan gece harekete geçmesi ile müessif hadiseler başladı.

Osmanlı Devleti’nde o zaman kullanılan Rumî takvime göre 31 Mart 1325 tarihinde çıktığı için ‘31 Mart İsyanı’ olarak adlandırılan hadise, ‘Şeriat isteriz’ diye bağıran isyancıların Sultanahmed’deki Meclis-i Mebusân binasını kuşatıp bazı kişileri öldürmeleri üzerine iyice büyüdü.

Hadiselerin kontrolden çıktığını gören Bediüzzaman, hareket mahallinde görünerek insanların zihninde isyana katılmış gibi bir kanaat uyandırmamak için şehirden ayrılıp Bakırköy taraflarına gitti.

Yolda, hadiseleri duyarak oraya doğru giden insanların, meselenin mahiyetini bilmediklerini anlayınca, onlara bu hareketin bir tertip olduğunu anlattı ve isyana iştirak etmemelerini söyledi.

İsyanın ikinci günü de hadiselerin seyrini dışarıdan takip eden Bediüzzaman, üçüncü gün yanına bazı âlimleri de alarak Harbiye Nezareti’ne gitti. Şeriat adına yapıldığı iddia edilen isyanın, aslında şeriata aykırı olduğunu anlatan müessir bir konuşma yaptı.

Onun, makul teşbihlerle akla yaklaştırıp anlaşılmasını kolaylaştırdığı imanî, Kur’ânî hakikatleri dinleyen sekiz tabur asker, isyana destek verme kararından vazgeçerek kışlasına çekildi.

Bediüzzaman’ın, isyancı askerlere hitaben yazdığı yazının ertesi gün Mizan, Volkan, Serbesti gazetelerinde yayınlanması üzerine, meselenin sadece şeriat istemek olmadığını, ardında başka maksatların yattığını anlayan ahâli de harekete mesafeli durmaya başladı.

Hadisenin duyulması üzerine, isyanı bastırmak için Selânik’ten gelen Mahmud Şevket Paşa komutasındaki Hareket Ordusu şehre hakim oluncaya kadar o bu tarz konuşmalar yapıp yazılar yazmaya devam etti.

Onun, herkes tarafından bilinip takdir edilen bu mutedil hareketine rağmen isyan bastırılıp sıkıyönetim ilân edildikten sonra isyancıların elebaşları ile birlikte o da hadiselere karıştığı iddiasıyla tevkif edildi.

Aralarında zamanın bazı meşhur isimlerinin de bulunduğu binlerce insanla birlikte Beyazıt’taki Bekirağa Bölüğü Hapishânesi’ne hapsedildi. Hapishânenin şartları çok kötü olduğu ve mahkûmlara ağır eziyetler edildiği hâlde o ne şartlardan etkilendi, ne de kendisine eziyet ettirdi.

Üç hafta kadar hapishanede kaldıktan sonra çıkarıldığı Divan-ı Harb-i Örfî Mahkemesinde idam talebiyle yargılanmasına rağmen adaleti tesis etmek için kurulan mahkemenin adaletsizliklerini anlatmaktan çekinmedi.

Onun merdâne tavrından ve pervasız sözlerinden rahatsız olan mahkeme başkanı Hurşit Paşa, benzer iddialarla asılan insanları göstermek istercesine bir süre pencereden dışarıya baktı.

“Sen de şeriat istemişsin?” dedi.

“Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa fedâ etmeye hazırım! Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adâlet-i mahz ve fâzilettir. Fakat ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil” diyerek cevap verdi. Ardından da şeriatın hakikatini anlattı, isyancıların aldatıldığı hususlara dikkat çekti. Hadise öncesinde, hadise sırasında ve sonrasında yaptığı hareketleri ve sebeplerini sıraladı.

“İttihad-ı Muhammediyeye (asm) dahilmişsin?” diye sordu paşa.

“Maaliftihar! En küçük efradındanım. Fakat benim tarif ettiğim vecihle. Ve o ittihaddan olmayan, dinsizlerden başka kimlerdir bana gösterin” diyerek o kudsî mensubiyeti de kendi tarif ettiği şekliyle sahiplendi.

Sonra hitabını umumîleştirdi ve “Ey paşalar, zabitler! Mukaddeme olarak söylüyorum: Mert olan cinayete tenezzül etmez. Şayet isnat olunsa cezadan korkmaz. Hem de haksız yere idam olunsam, iki şehit sevabını kazanırım. Şayet hapiste kalsam, böyle hürriyeti lâfızdan ibaret bulunan gaddar bir hükûmetin en rahat mevkii hapishane olsa gerektir. Mazlûmiyetle ölmek, zalimiyetle yaşamaktan daha hayırlıdır” diyerek başladığı müdafaasında bütün ithamları reddedip iddiaları çürüttü.

Bunu yaparken, hareketlerinin doğruluğunu anlatarak şahsını kurtarmaya çalışmaktan ziyade, İslâm’ın temel hükümlerini esas aldı ve bir bakıma bütün maznunların haklarını müdafaa etti.

Böylece tutuklu kalıp muhakeme edildiği bir ayı aşkın zaman içinde sorgu heyeti tarafından çok zorlandığı hâlde, yaptığı bütün hareketlerin ve söylediği sözlerin doğruluğunu onlara da kabul ettirerek idam talebi ile girdiği mahkeme salonundan beraat kararı alarak çıktı.

Bu kararı verenlerin ve serbest bırakanların, kendilerine teşekkür etmesini beklediklerini hissettiği hâlde kimseye teşekkür etmeden ayrıldı mahkeme salonundan ve hapishâneden.

Dışarıda; arkadaşlarından, dostlarından, talebelerinden ve diğer mahkûmların yakınlarından müteşekkil büyük bir kalabalığın kendisini beklediğini görünce aralarına katıldı.

Maksadı, Beyazıt Meydanı’nı dolduran heyecanlı kalabalığı sakinleştirmek, idam edilmesi beklenen mahkûm yakınlarını da tesellî etmekti. Fakat Hareket Ordusu muhafızları dağılmaları için müdahale etmeye kalkınca kızdı.

“Zalimler için yaşasın Cehennem!” diye haykırdı.

İnsanın idrakini donduran bu hitabın asıl muhatabı oradaki emir kulu askerler değil, isabetsiz siyasî kararlar alan basiretsiz idareciler ve onlara o merhametsiz emirleri veren kumandanlardı.

Bu haklı haykırış, etrafındaki insanları galeyana getirmeye yetti. O, her zaman olduğu gibi yine kalabalığa hakim olduğundan hiçbir fiili taşkınlığa meydan vermedi. İnsanlar da infiallerini, onun gibi haykırarak ifade ettiler.

Bediüzzaman, zalimlerin zulümlerini yüzlerine karşı söylemek istercesine aynı şekilde haykırarak Beyazıt’tan Sultanahmed’e doğru yürüdü. Kalabalık da onu takip edince Âsitâne semâları uzun süre o gür sada ile çınladı.

“Zalimler için yaşasın Cehennem! Zalimler için yaşasın Cehennem!”

Bediüzzaman, ‘Milliyeti yalnız İslâmiyet bildiği ve her şeyi İslâmiyet nokta-i nazarından muhakeme ettiği için’ yapılmak istenen isyanı, Müslümanlara isnad etmeyi İslâm’a bühtan olarak kabul etti.

Ayrıca, açılan dâvâyı, yapılan ithamları ve haksız yere verilen ağır cezaları Meşrûtiyetin geleceğine vurulan bir darbe olarak değerlendirdiğinden serbest kaldıktan sonra da meselenin peşini bırakmadı.

İkinci gün, mahkeme başkanı Hurşit Paşayı muhatap aldı ve müdafaasında ifade ettiği ‘on bir buçuk cinayeti’ tamamlayıcı mahiyette, umuma hitap eden ‘on bir buçuk’ soru sordu.

“Bir fırka kendisine bir imtiyaz taksa, herkesin en hassas nokta-i asabiyesine daima dokundura dokundura zorla herkesi Meşrûtiyete muhalif gibi gösterse ve herkes de onların kendilerine ism-i Meşrûtiyet altında olan muannit istibdada ilişmiş ise, acaba kabahat kimdedir?”

Siyasî ve içtimâî meseleleri nazara verdiği bu gibi sorularda, ‘Bir musibet-i azime’ diye tavsif ettiği hadiselere İttihad ve Terakki Cemiyetinin adaletsiz idaresinin sebep olduğunu anlatıp bir çok insanın suçsuz yere yargılandığını söyledi.

On bir buçuk maddeden ibaret olan bu sorular, verdiği beraet kararı ile onun mahkemede yaptığı müdafaayı takdir ettiğini gösteren mahkeme heyetini biraz daha insafa getirmiş olmalı ki, idamla yargılanan elli altmış kadar mahkûm daha serbest bırakıldı.

Bediüzzaman’ın; isyana mâni olmak için gösterdiği gayretler kadar, mahkemede yaptığı müdafaa, akabinde sergilediği merdâne tavır ve sorduğu cevap mahiyetindeki sorular da cemiyette takdirle karşılandı.

Aralarında bazı meşhur isimlerin de bulunduğu pek çok insanın, onun yaptığı müdafaanın metnini okumayı arzu ettiğini gören Ahmed Ramiz isimli talebesi müdafaayı kitap hâlinde neşretmek istedi.

Yaptığı müdafaada üç beş kişilik mahkeme heyetinden ziyade devlet adamlarına, siyasî kadrolara, umeraya, ulemâya, üdebaya, ahâliye seslenen ve geleceğe ait mühim mesajlar da veren Bediüzzaman, sözlerinin hitap sahasının genişleyeceğini düşünerek bu talebi makul karşıladı.

Müellifinin, ‘İki Mekteb-i Musibetin Şahadetnâmesi veya Divan-ı Harb-i Örfi’ adını verdiği esere Ahmed Ramiz de nâşiri sıfatıyla bir takdim yazısı yazdı ve neşir hazırlıklarına başladı. İçtimâî karışıklıklar biraz sakinleşince yaşadıklarının bir muhasebesini yapan Bediüzzaman, büyük ümitlerle geldiği İstanbul’da kaldığı iki seneyi aşkın zaman içinde, geliş sebebini gerçekleştirmeye matuf pek bir netice alamadığı kanaatine vardı.

Dersaadetin siyasî havasını ‘Gelin libası giymiş âcûze-i şemtâ!..’ teşbihiyle hicveden Bediüzzaman, içtimâî hâdiseler böyle devam ettiği takdirde kendisi için neticenin değişmeyeceğini anlayınca İstanbul’dan ayrılıp Şark’a dönmeye karar verdi.

Bu kararının İstanbul’daki dostları, talebeleri ve siyasî muhatapları kadar kendisinden çok şey bekleyen Şarktaki insanları da şaşırtacağını bildiği için sebebini o günlerde neşredilen eserinde ifade etti.

“Eğer medeniyet böyle haysiyet kırıcı tecavüzlere ve nifak verici iftiralara ve insafsızcasına intikam fikirlerine ve şeytancasına mugalâtalara ve diyanette lâubalicesine hareketlere müsait bir zemin ise; herkes şahit olsun ki, o saadetsaray-ı medeniyet tesmiye olunan böyle mahal-i ağraza bedel, vilayât-ı Şarkiyenin, hürriyet-i mutlakanın meydanı olan yüksek dağlarındaki bedeviyet ve vahşet çadırlarını tercih ediyorum.

“Zîra bu mimsiz medeniyette görmediğim hürriyet-i fikir ve serbesti-i kelâm ve hüsn-ü niyet ve selâmet-i kalp, şarkî Anadolu’nun dağlarında tam mânâsıyla hükümfermadır.”

31.08.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (24.08.2008) - SADULLAH NUTKU’YU ANARKEN

  (17.08.2008) - Bediüzzaman’ın gençlik yılları ( 2 )

  (10.08.2008) - Bediüzzaman’ın gençlik yılları ( 1 )

  (03.08.2008) - RUSYA’DA NUR’UN İNTİŞARI

  (27.07.2008) - BİR NUR TALEBESİ PORTRESİ (2)

  (20.07.2008) - BİR NUR TALEBESİ PORTRESİ

  (14.07.2008) - Nur talebesi olmak

  (06.07.2008) - ‘LEBBEYK...’ DEME ZAMANI

  (29.06.2008) - O ARTIK BEDİÜZZAMAN

  (22.06.2008) - ÂLİM AHVÂLLİ SABÎ

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır