"Gerçekten" haber verir 25 Eylül 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Cevher İLHAN

Risale-i Nur’daki “edebiyat tadı” ve “bambaşka Türkçe” 1



“ÇOK İLGİNÇ VE ATEŞLİ BİR ÜSLÛP”

Vefatının 48. yıldönümü münâsebetiyle Kur’ân müfessiri Bediüzzaman Said Nursî’nin altı bin sahifelik Kur’ân tefsiri Risale-i Nur Külliyatı günümüz ilim ve fikir dünyasının baş konusu.

Bediüzzaman, yalnız Türkiye’de değil, kırka yakın lisana tercüme edilen eserleriyle bütün dünyada konuşuluyor. Bediüzzaman’ın edebî cephesi ve Türkçe yazılan Nur Risalelerindeki edebiyat ve belâgatın takdiri de bunlardan biri…

Sanatçı Zülfü Livaneli, daha önce Zafer dergisinde (Kasım 2007) ve haftalık Aktüel’de “sağım, sağ tarafım” dediği yönünü tanıtırken yanınlanan, “Sevdalım Hayat” adlı kitabına aldığı hâtırasında, Risalelerdeki muhtevanın yanısıra kitapların “üslûbuna” ve “edebiyatına” da dikkat çeker.

Bir yaz tatilinde kendi memleketi olan Konya’nın Ilgın ilçesine gittiğini ve her Anadolu kasabası gibi Ilgın’ın ortasındaki büyük parkta bir öğlen sonrası otururken yanına iki ılgınlı üniversite öğrencisinin yaklaştığıyla başlar Livaneli: “Müzikten söz açtılar, benim müzikle uğraştığımı ve kitaplara çok meraklı olduğumu duymuşlardı. Acaba bana bir-iki tane kitap verseler okur muydum? Ne kitabı olduğunu sordum. Benim sanat yoluyla insanlığa yardım etme ve mutlu bir insan yaratma ideallerime çok yakın kitaplar olduğunu söylediler.” Gerisini şöyle anlatır:

“Yazan kişinin adı Said Nursî’ydi. ‘Bediüzzaman’ diye de anılıyordu. Büyük bir bunalıma girmiş insanlığa yardım için bu kitapları yazmış.” O gün kendisine verilen birkaç Risale-i Nur kitabından birinin “Asâ-yı Musa” olduğunu ve hemen eve dönüp bu kitapları okumaya koyulduğunu kaydeden Livaneli’nin ilk intibâı şudur: “Çok ilginç ve ateşli bir üslûpla yazılmış ve yazarın bambaşka bir Türkçe anlayışı var…”

RİSALELERDEKİ “EDEBİYAT TADI”

Said Nursî’nin kitaplarında “bir edebiyat tadını bulduğunu” ikrar edip ve “öylesine hırslı ve kuvvetli bir üslûptu ki ister istemez etkileniyordunuz” itirafını cümleleri arasına serpiştiren Zülfü Livaneli, ilkokul yıllarında dedesinin sıkı dinî eğitiminden geçmesiyle Risalelerdeki terminolojinin kendisine yabancı gelmediğini belirtir. Sanatçının gençliğinde bir yaz tatili boyunca okuduğu Said Nursî’nin kitaplarının muhtevası için yazdıkları ise daha dikkate değer.

Okuduğu Kader bahsini Bediüzzaman’ın sanki Balzac’la, Kierkegaard’la, Camus’yla polemiğe giriyor gibi yazması ve çok mantıklı cevaplar vermesi karşısında hayran kaldığını ifade eden Livaneli, o yaz tatili boyunca kendisine verilen ve bekletmeden okuduğu Said Nursî’nin kitapları hakkında şunları yazar:

“İlk okuduğum bölüm kader kavramıyla ilgiliydi. Eğer insanoğlunun kaderi alnına yazılmışsa, uğraşmasına ne gerek vardı? O zaman insanoğlunun işlediği günâhın da, sevabın da sorumluluğu Allah’a ait değil miydi? Bu beni müthiş ilgilendirmişti. Çünkü hem “varoluşçuluk felsefesi”nin temel sorusuydu, hem de Balzac aynı soruyu öğretmenine sormuştu.

“Said Nursî adlı yazarın yorumu ve cevabı ilginçti: Ay tutulmasını örnek gösteriyordu. İnsanlar, ayın hangi tarih ve saatte tutulacağını bilirdi, ama bu bilgi insanların ay tutulmasına neden olduğu anlamına gelmezdi. Ay, kendi kurallarına tâbi olduğu disiplin gereğince tutulurdu ama biz bunu önceden bilirdik. Kader de aynı biçimdeydi. İnsanlığın kaderi kendi davranışlarına bağlıydı. Ne var ki bu, Allah katında önceden bilinirdi. Alın yazısı denilen şey buydu…” (59-61)

Bu bölümü okuduktan sonra kayalıktaki ince esintide gözlerini kapatıp düşündüğünü ve bu kitapları yazanın ne kadar zeki bir kişi olduğunu anladığını not eden Livaneli, “Balzac’la, Kierkegeard’la, Camus ile polemiğe giriyor, aynı konuları irdeliyordu ve doğrusu çok mantıklı bir cevap veriyordu” diye Bediüzzaman’ın felsefe ve edebiyat dahileriyle kendince bir mukayesesini yapar.

Said Nursî’nin kitapları ve düşüncelerinin kendisini epeyce ilgilendirdiğini ve bu hususta ilgisini çeken bir başka mevzunun, “irade-i külliye ve irade-i cüziye bölümü” olduğunu nazara veren Livaneli, “Benim cevap aradığım birçok soruyu aydınlatıyordu” cümlesiyle, “kitapları çok beğendiğini” bildirir…

“RİSALE-İ NUR, LİSÂN

ÜZERİNDE DE İMAM

OLACAK…”

Livaneli’nin daha sonra Ankara’da gittiği bir ev sohbetinde kendi “siyasî mülâhazaları”yla çelişen ve “Said Nursi konusuda görüşünü sorduğu babasının, ‘Nurculuğun siyasî boyutlarını’ anlatması”yla önyargılarına geri dönmesi, şüphesiz Bediüzzaman ve eserleri hakkındaki bu ilk kanaatini ortadan kaldırmıyor. Üstelik “hakperestlik” adına daha da güçlendiriyor.

Ve sanatçının sözünü ettiği “bambaşka Türkçe”nin, aslında asıl ve “halis Türkçe” olduğu daha bâriz bir biçimde anlaşılıyor. Bediüzzaman’ın, “Risale-i Nur’un çok eski ve çok sâdık ve çok fedakâr bir şakirdidir” diye takdir ettiği ve “Risâle-i Nur’a hitap ederek yazmış” dediği “Hâzâ min fadli Rabbi (Rabbimin fazlındandır) diye tasvip edip “lâhikaya kaydedilmesini” istediği, Milâslı Halil İbrahim’in Risâle-i Nur hakkındaki mektubu”, Kur’ân tefsiri Risale-i Nur’la beraber, Risalelerdeki Türkçeyi de târif eder.

(Emirdağ Lâhikası, 85-87)

Kur’ân güneşinin yedi renginin Risalelerin neşredilen hakikatlerinde tam tecelli ettiğine dikkat çekilen mektupta, “Risâle-i Nur, hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emir ve dâvet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem bir kitab-ı hakikat, hem bir kitab-ı tasavvuf, hem bir kitab-ı mantık, hem bir kitab-ı ilm-i kelam, hem bir kitab-ı ilm-i ilâhiyyat, hem bir kitab-ı teşvik-i san at, hem bir kitab-ı belağat, hem bir kitab-ı isbat-ı vahdaniyet (Allah’ın varlığını ve birliğini ispat), muarızlarına bir kitab-ı ilzam ve iskattır (delillerle muhatabına üstün gelip susturan kitaptır)” izâhı yapılır.

Nur Risalelerinin Kur’ân mânevî semâsının güneşleri, ayları ve yıldızları olduğu belirtilir. Ve âyetin imâ ve işâretlerinden, “şu devrede Türk lisânının sadmeler (darbeler, yıkıcı müdahâleler) geçirmesine bakılırsa, Risale-i Nur, Türkçede, lisân üzerinde de imam olacağına, yani yarın halis Türkçe olan Risale-i Nur’un kesb-i imtiyaz edip (öne çıkarak üstünlüğü elde edip) diğerlerini terk edeceklerine dair işâret-i Kur’âniyedendir demiş olsam, hata etmemiş olurum zannederim” tespiti yapılır.

Bu tespit, Birinci Şuâ’da bir başka âyetin işârî mânâsıyla “Risale-i Nur’un Türkçe olmasını tahsin eder (güzel görüp beğenir)”; peşinden de, âyetin işâretiyle, hususî iltifata dahil edip “Türkçe olmasını takdir eder” tefsiriyle te’yid edilir.

(İbrahim Sûresi, 3,4; Şuâlar, 624-625)

“HARİKULÂDE DERECEDE EDEBÎ BİR KUDRET”

Aslında Nur Risalelerinin edebiyatta da şâheser oluşu, müellifi Said Nursî’ye, zamanın eşsizi anlamına gelen “Bediüzzaman” ünvânını lâyık gören çağdaşı ilim ve fikir adamlarıyla edebiyat ustalarının övgüsüyle sabittir.

İmanî, içtimaî, ahlâkî, hukukî, felsefî ve tasavvufî en mühim mevzulara izâhlar getiren Risâle-i Nur Külliyatının, aynı zamanda Türkçenin zirvesinde te’lif edilen bir kültür ve edebiyat külliyatı olduğu belirtilir.

Mısırlı âlim Şeyh Bâhid Efendinin, “Avrupa ve Osmanlı devleti hakkında ne düşünüyorsunuz, fikriniz nedir?” sualine Said Nursî’nin cevabı, bunu ilk parıltısıdır.

Bediüzzaman’ın, “Avrupa bir İslâm devletine, Osmanlı da bir Avrupa devletine hamiledir; bir gün gelip doğuracaklardır” özlü ifâdesine karşı Şeyh Bâhid Efendinin, “Bu kadar veciz ve beliğâne bir tarzda ifâde etmek ancak Bediüzzaman’a mahsustur” takdiri, bunun ilk ispatıdır. Bediüzzaman’ın ilk talabelerinden Zübeyr Gündüzalp’ın ifâdesiyle, tarihi ve istikbâli kuşatan fikriyatının ve dünyanın idâre ve siyasetini temelde kavrayan “bahr-i umman ilmi”nin ve “ateşpâre-i zekâsı”nın ilk kıvılcımıdır.

Aslında “kalblerde, ruhlarda, vicdan ve fikirlerde kudsî bir ideal halinde insanlıkla beraber yaşayacak olan din hissinin, îman şuurunun, ahlâk ve fazîlet mefhumunun asırlara, nesillere telkini ile meşgul olan bir dahîdir” diye tanıtıp “candan ve cihandan geçen bir mücâhid” diye tavsif ettiği Bediüzzaman’ın “edebî cephesi”ni büyük şâir Ali Ulvî Kurucu,’nun şu sözleri özetler:

“Üstad, zevk inceliği, gönül hassasiyeti, fikir derinliği ve hayal yüksekliği bakımından harikulâde denecek derecede edebî bir kudret ve melekeyi hâizdir. Ve bu sebeple, üslûp ve ifâdesi, mevzua göre değişir. Mesela, ilmî ve felsefì mevzûlarda mantıkî ve riyazî delillerle aklı ikna ederken, gàyet veciz terkipler kullanır. Fakat, gönlü mest edip, rûhu yükselteceği anlarda, ifâde o kadar berraklaşır ki, târif edilemez. Mesela, semâlardan, güneşlerden, yıldızlardan, mehtaplardan ve bilhassa bahar âleminden ve Cenâb-ı Hakkın o âlemlerde tecellî etmekte olan kudret ve azâmetini tasvir ederken, üslûp o kadar lâtîf bir şekil alır ki; artık her teşbih, en tatlı renklerle çerçevelenmiş bir levhayı andırır; ve her tasvir, harikalar hârikası bir âlemi canlandırır.

“İşte, bu hikmete mebnîdir ki, bir Nur talebesi, Risale-i Nur külliyatını mütalaası ile, üniversitenin herhangi bir fakültesine mensub da olsa, hissen, fikren, rûhen, vicdanen ve hayalen tam mânâsıyla tatmin edilmiş oluyor.

“Nasıl tatmin edilmez ki? Risale-i Nur Külliyatı, Kur’ân-ı Kerîm’in cihanşümûl bahçesinden derilen bir gül demetidir. Binaenaleyh, onda o mübârek ve İlâhî bahçenin nûru, havası, ziyâsı ve kokusu vardır.”

(Tarihçe-i Hayat, 20-21)

25.09.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (24.09.2008) - “Ergenekon” ve darbecilik…

  (22.09.2008) - Ders kitaplarındaki telkinler

  (20.09.2008) - Vâhim hata derhal düzeltilmeli…

  (19.09.2008) - Darbeler hâlâ korunup kollanıyor…

  (17.09.2008) - Eylül’ü karartan kara lekeler…

  (16.09.2008) - Türkiye’nin eğitim meselesi…

  (13.09.2008) - Polemikler, Türkiye’ye kaybettiriyor

  (12.09.2008) - “Ergenekon”un geri üsleri (2)

  (11.09.2008) - “Ergenekon”un geri üsleri (1)

  (09.09.2008) - Çarpık siyaset…

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır