"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kendi yükü altında ezilenler

Abdullah ŞAHİN
17 Nisan 2015, Cuma
Mecaz ve hakikî anlamlarında, kullanıldığı yere göre birbirine yakın veya uzak mânâlar ihtiva eden “yük” kelimesi, genel olarak, başta insan olmak üzere, hayvan ve diğer taşıt araçlarının taşıdıkları ağırlık demektir.

İnsan bir de manevî bir yük taşır ki, en kıymetli ve en ağır yük bu olsa gerektir. Bu yük, ruhlar âleminden emr-i İlâhî ile, ebediyete kadar devam edecek bir yolculuk için ruhunun omuzlarına yüklenmiştir. Emr-i İlâhî ile ve istimaline binaen, adına hasenat ve seyyiat denilen bu yüklerin mahiyetine göre yolculuğu, dünyadan, kabirden, haşirden ve mizandan geçerek ebedî saadet veya hasaret diyarına doğru devam eder. İnsan, kendisine emanet edilen bu yükü zayi etmeden, israf ve telef etmeden taşıdığı nisbette, mükâfatını alacak, kıymetini bilmez, doğru dürüst sahip çıkmazsa, hesabını verecektir. Artık burada, peygamberler dahil, herkes sırtındaki yükün mahiyetine göre hesaba çekilerek, saadet-i ebediye veya şekâvet-i ebediye denen mukarrer ve mukadder neticeye kavuşacaktır. 

Kişinin çetin bir imtihan meydanı olan, âlem-i dünyadan getirdigi yükler ve ağırlıklar hiçbir zaman sahibini terk etmeyerek orada da kullanılmaya devam edilir ve sahibini mutlu kılmanın veya tazip etmenin asıl araçlarıdır bunlar. Şairin, yolculuk ahvalinin sonucuna göre cehennem manasında” Herkes odununu burdan götürür.” diye ifade ettiği şekâvetli halin karşıtının ise, cennet için, “Herkes bağbanını ve çiçeğini buradan götürür.” şeklindedir. 

İnsan oğlunun hedef ve sonucundan gafletle, taşıdığı kâinat büyüklüğünde ve saadet-i ebediye kıymetindeki bu yüklerin farkında olmadan dünya defterini kapaması ne kadar büyük bir kayıp ve sukuttur. Taşıdığımız yüklerle ilgili lâtif bir Pehlül hikâyesini sizlerle paylaşmak isterim:

Yarım akıllı bir Pehlül (meczup) bir namaz vaktinde, kafası esip, hızla camiye dalar. Bakar ki herkesin sırtında bir yük odun var; inip kalkıyorlar. Pehlül kendi kendine “her halde burada odunsuz namaz olmuyor; ben de gidip bir yük odun yüklenip camiye geleyim bari” der. Yakındaki ormandan bir miktar odun toplar, arkasında odunla camiye girip başlar eğilip kalkmaya. Tabiî ki bu arada Pehlülün eğilip kalkmasıyla odunlar gürültü çıkararak bir bir yere düşmeye başlar. Namaz sonunda Pehlüle “nedir bu hal, nedir bu odunlar?” diye sorarlar. Pehlül olan biteni aynen anlatır. Cemaat bir bir “benim sırtımda da odun var mıydı?” diye bir birlerinin sormaya başlar. O da hepsine, “sende de var sende de vardı” diye cevap verir. Bu sefer cami hocası da benim sırtımda ne vardı? diye sorunca Pehlül, “Hocam senin yükün bunlardan farklı, sırtında kocaman bir ev vardı.” deyince hoca, “doğru söylüyorsun, namazda bir an yeni alacağım eve gitmişim” diye teyid eder. Meğerse sonradan anlaşılır ki o köyün insanları odunculukla iştigal eylerlermiş. 

Problem yükten ziyade yükü taşımadaki usûl ve tevekkülde. 

Dünya ve ahiret yüklerinin nasıl taşınacağı konusunda bize rehberlik eden bir Peygamber Varisi ve büyük Kur’ân müfessiri Bediüzzaman Sözler adlı eserinde yükümüzü nasıl taşımamız gerektiğini şöyle izah eder: Vaktiyle iki adam, hem bellerine, hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye bir bilet alıp girdiler. Birisi, girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup, nezâret eder; diğeri hem ahmak, hem mağrur olduğundan, yükünü yere bırakmıyor. 

Ona denildi: “Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et.”

O dedi: “Yok, ben bırakmayacağım. Belki zâyi olur. Ben kuvvetliyim. Malımı, belimde ve başımda muhâfaza edeceğim.”

Yine ona denildi: “Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye daha kuvvetlidir, daha ziyâde iyi muhâfaza eder. Belki başın döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem, gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere tâkat getiremeyecek. Kaptan dahi, eğer seni bu halde görse, ya divânedir diye seni tard edecek, ya ‘Hâindir, gemimizi ittiham ediyor, bizimle istihzâ ediyor, hapis edilsin’ diye emredecektir. (Sözler, 23. Söz)

Demek ki insan hayatın yükünü kendi omuzlarında taşımak gücüne sahip değildir. O yük çok ağırdır. Hayatı veren kim ise, o yükün taşıma kolaylığını da O verecektir. İnsanın vazifesi, hayatın ağır yükünü zayıf omuzlarında taşımak değil, kendisine emanet olarak verilen iman ve insanlık yükünü emin bir şekilde taşımak ve zayi etmeden asıl sahibine teslim etmektir.

Hz. Resulullah (asm); “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz; nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz.” buyurarak bu hakikati ne güzel ifade eder.

Taşıdığımız yüklerin mahiyetine göre değerimiz dünyada da ahirette de artıp eksilir. Dünyanın fâni ve faydasız yüklerinin hamallığı insanı şekâveti ebediyeye kadar sürükler.

Bunun aksi olan elmas değerindeki Kur’ân hakikatları ve onların yaşatılması yükünü bir ömür boyu son anına kadar sırtında taşıyanlara ve bu kıymettar yüklerle saadet-i ebediye memleketine doğru emin adımlarla yol alanlara ne mutlu...

Okunma Sayısı: 5679
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı