Bir potinin hasretini çok çektim.
Hep imrenirdim arkadaşımın ayağındaki uzun konçlu, önü kopçalı ve bağlı, taban topuk köseleden yapılmış ve kabara çakılmış deri potinlere…
Bunlar, kış mevsiminde giyilirdi.
Potinin tabanındaki kabaralar kara gömülür, buzda ise, tutmazdı. Anlayacağınız, “mest”in sağlamca yapılmışı ve lastiksiz kullanılanı potin denen bu nesne. Bazen arkadaşlarım buzlu zeminlerde bu potinlerle çok güzel kayarlardı. Altındaki kabara, paten olurdu sanki.
Çoğu zaman ayak ölçüsü alınıp özel olarak imal edildiği için, ekseri, varlıklı kimselerin çocukları giyerdi onları.
Bir görseniz; yürürken ne de güzel tıkırdar, ayak tabanı büküldükçe gıcır gıcır ses çıkarırdı.
Bugün bile hâlâ, gönlüm hep o potinde. Ama ne onu yapacak mahir usta ne de giyecek takat kaldı.
Birçok insanın buna benzer tatmin olmamış duyguları, elinin ulaşamadığı arzuları olmuştur. Telâfi edilebilenleri, edilmiştir belki. Ya edilemeyenler? İşte onlar, ömür boyu yaşar durur gönülde. Dikkat etsen gizli gizli “ah” sesini duyarsın.
Eşyada bu böyle; bir de bunun eşhas manzarası var:
Allah murat edince, yıllar yılları kovalıyor; çocukluktan gençliğe, ondan da olgunluğa erişiyor insan. Bu zaman zarfında beden mütemadiyen değişse de, ruh haleti kolay kolay değişmiyor.
Babasından beklediği şefkati göremeyen, annesinin sevgisini deremeyen; küçük bir oyuncağa hasret kalıp, alamayan; tam da ihtiyaç duyduğu zaman bir dayanak bulamayan çocukların ruh haleti büyür mü?
Bastonuna dayansa da büyümez!
Ya hiç baba görmeyen, ya hiç anne bilmeyen ya da hiç sevilmeyen; okşanmayan, koklanmayan ne hâldedir kim bilir?
Sevgisizlik duygusu, mahzunluk bulutları eksik olmaz böylesi insanların dünyasından. Çünkü içten içe, derinden derine gezinirler dünlerde.
Bastırılmış duygular, bir gün olur, sana baskı kurarlar!
Baba şefkatini, başka babalarla; onlara yakınlaşmalarla gidermeye çalışır, kimileri.
Bazısı, dizlerinin önüne oturtup saçlarının tarandığını, onların belik belik bağlandığını hayal etmek ister ama, ne gezer… Annesinin tarağı bir türlü batmaz, saçlarına. O, bir ömür, örgülü saçlarına kurdele bağlar durur bıkmadan. Ama, nafile!
Artık o, örgülü saçlara düşman kesilir; ya da potinli ayakları görmek istemez olur!
Çocuklukta yarım kalmış duygular, senelerce, mutluluğu gölgeler.
Ne saç ne baş ne potin; bunlar birer misaldir. Esas özlem, esas talep, esas açlık, “sevgi”ye! Sevgi denen gıdanın bizatihî kendine.
İnsan ruhu, sevilmeye muhtaçtır.
Çünkü, Sevgili, bizi böyle halk etmiş!
Bu sevgi bazen aş, bazen ekmek, bazen oyuncak; bazen de oyun olacak, o susamış kalplere…
Göz bebeklerindeki ışıl ışıl ümit pırıltılarını, fark etmeli. Ve açmalı gönlü, gönlüne; doyasıya yüklemeli sevgiyi.
Sevgisizlik potinsizlikten kötü, örgüsüz saçlardan daha karmaşık! Hâlbuki, iltifatkâr dil, başı okşayan el gibidir; yumuşacık bir temas, hayat verir buna muhtaç olana.
Haydi! Doyasıya sevmeye…