Aşk kelimesi çıktığı toprakların, ait olduğu dilin insanlarınca hangi mânâda kullanılıyor; oluşturduğu anlamın hududu, mecrası nedir bilemiyorum, ama malûmunuzdur ki, Türkçede farklı anlamlarda kullanmak, farklı boyutlara sokmak mümkündür.
Her ne kadar dilimizde farklı anlamlara gelebilecek şekillerde kullanılsa da ben aşk kelimesini sadece Yüce Yaratıcımızla ilgili konularda, ona giden yolun adı olarak kullanıyorum. Eğer bütün varlığını bu yola koymuşsan, aşkın kanatlarına güvenip teslim olmuşsan; akıl denilen üzerindeki ağırlıkları salmışsan, geride bırakmışsan, başka bir boyuta, aşkın atmosferine girmişsin demektir.
Bu konunun dışında zamanın sardığı, mekânın içine aldığı bütün mevzularda aşk kelimesi yerine sevgi kelimesini kullanmayı tercih ediyorum; çünkü zamanın ve mekânın dışında vücut bulamayacak bütün konularda sevmeyi tercih ediyorum. Neden mi? Çünkü sevmekte aklın ölçüsü vardır, sevmekte denge vardır. Severken ayaklarımız yere basar...
Bu uzun girizgâhtan sonra konuyu getireceğim nokta aslında benim kalem oynatmakta tedirgin olduğum, pek de yorum yapmayı sevmediğim alan olan dini konulardır. Kalem oynatmayı sevmiyorum; çünkü bu konularda selâhiyetim olduğunu düşünmediğim gibi, bu konular hakkında bir şeyler söylemek, evinizde yıkık dökükler varken evinizi sağını solunu düzeltmeden etrafınıza güzel evin nasıl olması gerektiğini söylemek gibi geliyor bana. Söylediklerimin, düşüncelerimin sadece beni bağladığını, bir hüküm olmadığını bütün söylediklerimin de yanlış olma ihtimaline de kapı aralıyarak, konuyu geçen hafta Yurdumuzun her köşesinde kutlanan Kutlu Doğum Haftası kutlamalarına getirmek istiyorum.
Söyleyeceğim cümle zihinlerde nereye yerleşir bilemiyorum, ama ben bütün bu kutlamalara saygı göstererek yanlış bulmamakla beraber bu tür kutlamaların Peygamber Efendimizi (asm) anlamaya giden yolda önümüze zaman zaman perdeleme yaptığını düşünüyorum. Çünkü ben Peygamber Efendimize (asm) şiirler yazarak, ilâhiler söyleyerek, edebiyatın gölgesinde uğrunda söylenmiş binlerce cümleyi kullanarak O’na (asm) aşık olmak yerine, O’nu (asm) sevmekten yanayım. Sevmekten yanayım; çünkü sevmede bir ölçü vardır, ayaklarınız yere basar. Duygusal anlamda bu ölçüyü tutturduğumuz takdirde bizden asıl istenene ulaşmamızın mümkün olacağını düşünüyorum. Bizden asıl istenen O’na (asm) her ne kadar güzel olsa da adına ister aşk deyin ister sevgi deyin duygularımızı ifade etmek değil, onu anlamaktır; çünkü O hayatı boyunca hep anlattı...
Peygamber Efendimiz (asm) ne zaman aklıma gelse insanın ruh dünyasından tutun da toplumun en ince konularına kadar sözleriyle dizayn etmeye çalışan, hayatın içine hayat katmaya uğraşan birisi gözümün önüne geliyor.
Demem o ki bizim için bize gelen, hayat için hayatın içine gelen Peygamberimizi (asm) şiirlerle, ilâhilerle, uğrunda söylenen binlerce süslü edebiyat kokan cümlelerle hayatın dışına itmeyelim. Eğer komşumuz geceyi aç, ümitsiz, yalnız, mutsuz geçiriyorsa, başı okşanmayan bir yetim dünyaya daha kinli bakmaya başlıyorsa, huzurevleri yurdun her tarafını sarmışsa, yarış atı gibi koştuğumuz bu hayatın içinde O’nun (asm) sözleriyle sokaklarımız, evlerimiz, zihinlerimiz, kalbimiz, temizlenmiyorsa, düzene girmiyorsa; O’na (asm) yazılan şiirleri okumak, ilâhileri söylemek, O’nu (asm) hayatın dışında değerlendirip hakikatlerden uzaklaştıran kitapların sayısını çoğaltmak, kısacası adına ne derseniz deyin O’na (asm) âşık olmak, O’nu (asm) sevmek neye yarar ki?
Ne dersiniz yanlış mı düşünüyorum?