Rapor, Adalet Bakanlığı’na ait… Konu; “asayiş.” Bakanlığa bağlı cezaevleri Genel Müdürlüğü’nün raporuna öre, 2009’da 21 bin 716 kişi adam öldürme suçundan ceza almış.
İşte bu ceza sayısı 2013’te 25 bin 611’e yükselmiş. Hırsızlıktan ceza alanların sayısı 14 bin 25 611’e yükselmiş.
Hırsızlıktan ceza alanları sayısı 14 bir 89’dan 22 bin 480’e çıkarken, cinsel suçlarda ise; 7 bin 100 olan rakam 12 bin 585’e ulaşarak büyük patlama yaşanmış. (Basın)
Raporda aslında önemli bir ayrıntı daha yer almış: “Cezaevinden tahliye edilen bazı suçlular, yeniden suç işleyip cezaevine geri dönüyor.”
Yani cezaevlerinin “caydırıcı” hiçbir işlevi yok!
Yani, ıslah işlevi yetersiz ve hatta başarısız…
Rakamlar, rakamlar…
Sadece kağıt üzerinde kalsa iyi… Ama ne yazık ki, kayıtlara geçmeyen bir o kadarda suçlu saymak mümkün.
Ama cezaevlerinde bu ürküten tablo asayiş için “alarm” veriyor demektir.
Geçmişte, Osmanlı döneminde bekçiler birbirine bağırarak sorardı:
“Asayiş berkemal mi?” diye.
Karşı mahalleden cevap olumlu ise “Asayiş berkemal!” denirdi.
Şimdi aynı şekilde sorulsa, “Asayiş berkemal değil” cevabını alırdı emin olun.
…
Kimsenin elinde sihirli değnek yok. Toplum içi asayişi temin etmekle mükellef kurumlar birbiriyle kavgalı. Neredeyse kanlı-bıçaklı. Hal böyle olunca, toplum içindeki çürük yumurtalar bundan nemalanarak kendince yeni roller biçiyor.
Devletin yetkili organları siyasi cereyanlara kurban gitmemeli. Devleti yönetenler “erk” kavgasına girerse, ne yazık ki, asayişin ruhuna “er” kişi niyetiyle “fatiha” okumaya hazır olalım.
…
Kestirmeden ve doğrudan söyleyelim: Risale-i Nur’a zarar geldikçe, asayişle ilgili sıkıntılar katmerlenerek büyüyor.
Bediüzzaman Said Nursî, Ankara’ya mühim bir meseleyi, “İslamiyete ciddi taraftar Dahiliye Vekili” diye tanımladığı “Namık Gedik”i ziyaret etmek için gider.
Maksadı; 30 senedir siyaseti terk ettiği cihetle; hem, “Demokratlara ezan-ı Muhammedi gibi çok kuvvet vermek,”
Hem, “Risale-i Nur’un neşrine müsaade etmesine taraftar olmak,”
Hem; “Ayasofya’yı muzahrafattan temizleyip ibadet mahalli yapmak…”
Hem de, “Risale-i Nur, Kur’an’ın kanun-u esasisiyle bütün Anadolu ve vilayat-ı şarkiyede asayişi temin eden Risale-i Nur’un 500 bin nüshası”nın iznini almak.
Halbuki bundan 10 sene önce Afyon Müdde/i Umumisi, “600 bin fedakar talebesi var; 500 bin nüsha Risale-i Nur’dan neşretmiş, belki asayişe zarar gelir” endişesini dile getirmiş ve Bediüzzaman’ın cevabı şöyle olmuştu; “Madem 600 bin fedakar talebesi var. Bu on beş senedir bana bu kadar zulmediliyor. Bir tek vukuatı hiçbir zabıta ve mahkeme gösteremedi” diye cevap verir.
Risale-i Nur talebeleri bu güne kadar yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen, sırf asayişin temini için “sükut” etmiştir.
Bediüzzaman Said Nursî;
“Benim yüz ruhum olsa âsâyişe feda ediyorum” diyor.
Devamıda, “Onun için ‘Velâ tezirû vâziratun vizra uhrâ’ [Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En’âm Sûresi: 6:164] kanun-u esasiyesiyle, beş câni yüzünden doksan mâsuma zarar gelmemek, bir câni yüzünden on mâsum çoluk çocuk, peder ve validelerine zulmetmemek için, Risale-i Nur imân hizmetiyle beraber âsâyişi tamamıyla temin edip herkesin kalbinde fenalığa karşı bir yasakçı bırakıyor. Ben de bin ruhum olsa, Kur’ân’ın bu kanun-u esasiyesine feda ettiğimi Tarihçe-i Hayat ispat ediyor ve meydandadır. Ve mahkemeler de kabul etmişler.” (Emirdağ Lahikası, 2.Mektup, s.860)
Evet, Risale-i Nur’a ilişmek, asayişe ilişmektir. Asayişi olmayanın ne milleti ve ne de devleti olur!