Şuursuz esbab, elbette bir gayeyi düşünüp çalışmaz. Hâlbuki görüyoruz; vücuda gelen her mahlûk bir gaye değil, belki çok gayeleri, çok faydaları, çok hikmetleri takip ederek vücuda geliyor. Demek, bir Rabb-i Hakîm ve Kerîm, o şeyleri yapıp gönderiyor, o faydaları onlara gaye-i vücut yapıyor.
Meselâ, yağmur geliyor. Yağmuru zâhiren intâc eden esbab, hayvanatı düşünüp, onlara acıyıp, merhamet etmekten ne kadar uzak olduğu malûmdur. Demek, hayvanatı halk eden ve rızıklarını taahhüd eden bir Hâlık-ı Rahîm’in hikmetiyle imdada gönderiliyor. Hatta yağmura “rahmet” deniliyor. Çünkü çok âsâr-ı rahmet ve faydaları tazammun ettiğinden, güya yağmur şeklinde rahmet tecessüm etmiş, takattur etmiş, katre katre geliyor.
Hem bütün mahlûkatın yüzüne tebessüm eden bütün ziynetli nebatat ve hayvanattaki tezyinat ve gösterişler, bilbedahe, perde-i gayb arkasında bu süslü ve güzel sanatlar ile kendini tanıttırmak ve sevdirmek ve bildirmek isteyen bir Zat-ı Zülcelâl’in vücub-u vücuduna ve vahdetine delâlet ederler. Demek eşyadaki süslü vaziyetler, gösterişli keyfiyetler, tanıttırmak ve sevdirmek sıfatlarına kat’iyen delâlet eder. Sevdirmek ve tanıttırmak sıfatları ise, bilbedahe, Vedûd, Maruf bir Sâni-i Kadîr’in vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet eder.
Elhâsıl: Sebep gayet âdi, âciz ve ona isnad edilen müsebbeb ise, gayet sanatlı ve kıymetli olduğundan, sebebi azleder. Hem müsebbebin gayesi, faydası dahi cahil ve câmid olan esbabı ortadan atar, bir Sâni-i Hakîm’in eline teslim eder. Hem müsebbebin yüzündeki tezyinat ve maharetler, kendi kudretini zîşuurlara bildirmek isteyen ve kendini sevdirmek arzu eden bir Sâni-i Hakîm’e işaret eder.
Ey esbabperest bîçare! Bu üç mühim hakikati ne ile izah edebilirsin? Sen nasıl kendini kandırabilirsin? Aklın varsa, esbab perdesini yırt, "Vahdehû lâ şerîke lehû" [Allah birdir, şerîki yoktur.] de, hadsiz evhamdan kurtul.
Sözler, 33. Söz, s. 762