Kur’ân-ı Kerîm’in İbrahim Sûresi 3. ayetinde şöyle buyurulmaktadır:
“Onlar dünya hayatını seve seve ahirete tercih ederler…” Bu ayet, Risale-i Nur Külliyatı’nda, Bediüzzaman Said Nursî’nin “asrın bir hassası” olarak nitelendirdiği kavram üzerinden tefsir edilmektedir. Bu asrın en belirgin özelliği, “hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı bakiyeye bilerek tercih ettirme” eğilimidir. Bu eğilim, yalnızca bireysel bir zaaf değil, aynı zamanda toplumsal, siyasî ve kültürel bir tercihin göstergesidir.
Risale-i Nur’da geçen “Bu asrın bir hassası şudur ki: hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı bakiyeye bilerek tercih ettiriyor” 1 ifadesi, meselenin farkındalık boyutuna işaret eder. Bu, insanın sadece gaflet içinde bir yanlışa düşmesi değil, sistemli ve yönlendirilmiş bir tercih sürecidir. İnsan, dünyevî çıkarları uğruna uhrevî gerçekleri geri plana atmakta ve bunu çoğu zaman meşrulaştıran gerekçelerle yapmaktadır.
Said Nursî, Kastamonu Lâhikası’nın 67. mektubunun sonunda, bu sürecin tarihî arka planını açıklarken 1333 (Milâdî 1917) tarihine dikkat çeker. Bu tarih, Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemi ve özellikle İslâm coğrafyasında büyük kırılmaların yaşandığı bir zaman dilimini ifade eder. Bu dönemde, İslâm dünyasının siyasî ve toplumsal yapısı bozulmuş, batı kaynaklı fikirler, yönetim biçimleri ve yaşam tarzları, ehl-i İslâm toplumlarına empoze edilmeye başlanmıştır.
İslâmiyet düşmanları, savaş sonrasında galip gelerek kendi rejimlerini ve fikirlerini İslâm beldelerine taşımışlardır. Bu fikirlerin temelinde, “dünyevîleşmeyi”, dini hayattan soyutlamayı ve hayatı tamamen maddî ölçülere göre şekillendirmeyi esas alan bir dünya görüşü yatmaktadır.
Bu zihniyetin sonucunda, zamanla “israf, kanaatsizlik, doyumsuzluk ve hırs” gibi ahlâkî zaafiyetler yaygınlaşmıştır. Bereket azalmış, insanlar hayatlarını sürdürebilmek için daha fazla çalışmak ve kazanmak zorunda bırakılmıştır. Ancak bu durum, sadece maddî sıkıntılara değil, aynı zamanda manevî bir çöküşe de yol açmıştır.
Artık sıradan bir dünyevî ihtiyacın temini için bile, büyük bir dinî mesele geri plana atılabilmektedir. İnsanlar, zaruret olmayan durumları zaruret gibi algılayarak meşrulaştırmaya çalışmakta ve bu, bilinçli bir dünyevî tercih haline gelmektedir.
Hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye bilerek tercih etme hâli, yalnızca kişisel bir zaaf değil, çağın dayattığı sistemli bir sapmadır. Risale-i Nur’un bu konuda yaptığı uyarılar ve teklif ettiği çözümler, sadece ahlâkî değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel bir uyanışa davettir. Zira dünya fânî, ahiret ise bâkîdir. Tercihlerin kalıcı olana yönelmesi, ancak iman, marifet ve şuurlu bir kullukla mümkündür.
Asrın bu acip ve dehşetli hastalığına karşı çıkış yolunu Bediüzzaman Said Nursî şu şekilde ifade eder: Kur’ân’ın mucizevî ilâçlarını barındıran ve neşreden Risale-i Nur’a dayanmak, içindeki iman hakikatlerini okumak ve hayatta uygulamak, sadakatle, tam metanetle, ihlâs ve tam itimatla ona sarılmak, şükür, iktisat ve kanaatle yaşamak gerekir.
Ne mutlu o kimselere ki, "dünyevî hayatı uhrevî hayata bilerek tercih ettirme" anlayışından uzak kalarak, Risale-i Nur'daki iman ve Kur’ân hakikatlerine dört elle sarılırlar.
Dipnot:
1- Kastamonu Lâhikası, s.108.