"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

CEHENNEM AZABI Allah’ın rahmetine sığar mı?

03 Temmuz 2011, Pazar
soru-cevap...

SORU:
1. Allah bir kısım kullarının Cehennemde yanacağını bildiği halde neden onları yaratıyor? İnsan cezasını çekeceğini bilse de günah işleyebiliyor, O da bizim tevbe edip etmeyeceğimizi biliyor. Neden herhangi bir engel koymuyor?
2. Allah rahmetini esirgemediği, hatta rahmetinden kulu yaptığı yarattıklarının bir kısmını Cehenneme ebediyen koyacağını bildiriyor. Bu Allah’ın Gaffar sıfatıyla ve Rahman ismiyle nasıl olup da çelişmiyor? Tasavvuf ehli kimi zatlar ebedi bir Cehennem ve azap olmasının mümkün olmadığını söylerlerken bunu akla göre mi, kalbe göre mi yorumluyorlar? Bediüzzaman Said Nursî bu yoruma ne diyor? Kendi yorumu nedir?

CEVAP:
1) Cenâb-ı Hakkın insanın geleceğini bilmesi, Cennet yâ da Cehenneme girip girmeyeceğini bilmesi ezeli ilminden kaynaklanır. Fakat ezel geçmiş zamanın bir ucu, başlangıcı değildir. Bu nedenle ezeli bilgi gelecek zamanlarda meydana gelen olayları bağlayıcı, zorlayıcı bir bilgi değildir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle ezel ‘mazi ve hal ve istikbali birden tutar, yüksekten bakar bir ayna-misaldir’. Ezeli ilmi bir örnekle akla yaklaştırabiliriz. Elimizde bir ayna olsun ve bu aynanın sağ tarafı geçmiş zaman, sol tarafı gelecek zaman olsun. Ayna dikey olarak yükseldikçe geçmiş ve gelecek zamanın alanından daha fazla yeri yansıtır. En sonunda öyle bir yüksekliğe ulaşır ki, aynanın içinde tüm zamanlar yer alır. Bunun gibi Cenâb-ı Hakkın ezeli ilmi de geçmiş gelecek, olmuş olacak tüm zamanları kuşatan yüksek bir makamdır. Yani ezeliyet öyle bir seviyedir ki, ona göre zamanın ve mekânın sınırları, öncesi sonrası, yakını uzağı yoktur. Ezeliyetin sonsuz mertebesine tüm zaman dilimleri aynı uzaklıktadır. Yani, Cenâb-ı Hakkın sonsuz ezeli ilmine hiçbir şeyin daha yakın yâ da daha uzak olma durumu söz konusu değildir.
Allah insanı imtihan etmeyi dilemiştir. Dolayısıyla insana engel olması, özgürlüğünü kısıtlaması düşünülemez. Düşünün ki bir öğretmen yaptığı sınavda sorduğu sorulara öğrencilerinin yanlış cevap vermesini engelliyor. Sizce bu imtihan ne kadar geçerli ve sağlıklı olur. Daha doğrusu bu bir imtihan olur mu? Dolayısıyla Allah da kendisine iman ve ibadet etsinler diye yarattığı kullarını, “yaratılış vazifelerini yapacaklar mı, yapmayacaklar mı?” diye imtihana tabi tutmaktadır.
Ayrıca, Cenâb-ı Hak Cehennemde yansın diye yaratmıyor insanı. Fakat Cennete layık Cenâb-ı Hakkın en özel bir muhatabı olabilmesi için de yeryüzündeki sınavı başarıyla tamamlaması ve kendisine verilen yetenekleri ortaya çıkarması gerekiyor. İnsan küçük bir kâinat olabilen, Allah’ın bütün isimlerini ve sanat nakışlarını gösterebilen bir fıtratta yaratılmıştır. Allah insana iman nuruyla ‘âlâ-yı illiyyin’ denilen yaratılmışların en yüce seviyesine çıkabilecek ve Cennete layık bir değer kazanabilecek bir yetenek vermiştir. Fakat bu derece değerli ve yetenekli olmanın bir riski de vardır. Çünkü duygularına sınır konulmayan bir insan, kendisine verilen bu özgürlüğü ve sınırsızlığı kötüye kullanarak isyanla, küfürle ‘esfel-i safilin’ denilen, varlıklar içinde en aşağı mertebelere de düşebilir. Ayrıca, kendisine verilen en değerli cihazları ve duyguları boşu boşuna harcadığı ve körelttiği için, sorumluluğunun büyüklüğü oranında sorguya çekilecektir.
İnsan için yeryüzünün imtihan yeri olması, peygamberlerin ve kutsal kitapların gönderilmesi, şeytanın ve Cehennemin yaratılması ve insanlığın büyük bir kısmının hidayeti bulamaması kötü, şer değildir. Bunu bir örnekle akla yaklaştırmak mümkün. Örneğin, bir elimizde bin diğer elimizde on çekirdek bulunsun. Bu bin on çekirdek, toprağa atılıyor ve sonucunda bini bozuluyor, onu ağaç oluyor. On ağacın verdiği fayda, bin çekirdeğin verdiği zararı hiçe indirir. Bunun gibi, nefis ve şeytanla mücadele etmek sayesinde on mükemmel insanın çıkması ve insanlığın şerefini ispat etmeleri, binlerce inançsızın insanlık türüne verdiği zararı göze göstermez. Yüz yirmi dört bin peygamber, yüz yirmi dört milyon evliya, yüz yirmi dört milyar asfiya ve kâinat kendi yüzü suyu hürmetine yaratılan Resul-i Ekrem (a.s.m.) gibi bir zatı yetiştiren bir hakikate hiçbir şey leke süremez, karartamaz.
Nasıl ki, bir padişah, alçak bir asiyi tek bir emirle idam etmediği gibi, sadık bir memurunu özel olarak taltif etmiyor, ödüllendirmiyor. Belki bütün ahalinin davetli olduğu bir müsabaka meydanında, görkemli bir imtihan neticesinde –cezaya ya da mükâfata- liyakatlerini göstermek istiyor. Hz. Âdem (a.s.) ve neslinden gelen Âdemoğlu da, yeryüzünün halifesi olabilecek ve ‘emanet-i kübra’ denilen en büyük emaneti taşıyabilecek bir yetenekte yaratılmıştır. Fakat bunun bütün kâinat nezdinde, varlıkların huzurunda ispatı gerekecektir. İşte, Padişah Ezeli olan Cenâb-ı Hak, Âdemoğlunun ebedi Cennet gibi bir mükâfata ve –verilen yeteneklerini kötüye kullandığı takdirde- ebedî Cehennem gibi bir mücazata liyakatini bütün varlıklara göstermek için, imtihan dünyasını açmıştır.
Cenâb-ı Hakkın ezeli ilmiyle her şeyi biliyor olması, insanın özgürlüğünü kısıtlayan bir müdahale anlamına gelmemektedir. Çünkü ‘ilim, malûma tabidir’. Yani, yaratılan, var edilen, gerçekleşen bir şey bilinir. Yaratılan bir şey ise Cenâb-ı Hakkın ezeli kudretinin ve iradesinin sonucudur. İnsanın sorumlu olduğu işlerde ise Cenâb-ı Hakk ezeli iradesine insanın cüz’i iradesini adi bir şart kılınmıştır. Yani, insan bir şey istemeden o şeyi Cenâb-ı Hak yaratmamaktadır. Bu ise insanın cüz’î iradesini ve özgürlüğünün Cenâb-ı Hakkın ezeli iradesiyle teminat altına alındığının bir göstergesidir.

Bu soruyla ilgili Risâle-i Nur’dan okunabilecek bölümler:

-Sözler, 26. Söz, 2. Mebhas, s. 429-432, Kader ile cüz’i ihtiyarın bağdaşması ile Cenab-ı Hakkın ezeli ilmi ve ezeliyet kavramı hakkında.
-Sözler, 23. Söz, s. 281, İnsanın en önemli yaratılış amacı olan iman hakkında.
-Lem’alar, 13. Lem’a, 2. İşaret, s. 75, Şeytanların yaratılmaları, insanlara musallat edilmeleri ve bunun sonucunda insanlığın büyük bir kısmının Cehenneme girmesinin hikmeti hakkında.

O, RAHMAN VE GAFFAR’DIR
 
a2) Cenâb-ı Hak hem Rahman hem Gaffar’dır. Rahman ismi gereği son derece merhametli ve Gaffar ismi gereği ise hataları, günahları çokça affedendir. Fakat insanda öyle bir cinayet işleyebilme yeteneği vardır ki merhamet ve affedilme hakkını tamamıyla kaybeder. Ayrıca affedilmek için affedilmeyi istemek gerekmektedir. Ebedî Cehennemi hak edecek bir hayat süren insan, zaten Cenâb-ı Hakka ve ahirete inancı olmayan yâ da bu inancın gereğini yerine getirmeyen biridir. Böyle biri ise inanmadığı Rahman ve Gaffar bir yaratıcının merhametine ve affına liyakatini kaybetmektedir.
Cehennemin varlığı ve şiddetli azabı, Allah’ın merhametine ve adaletine aykırı değildir. Çünkü nasıl ki binlerce masum insanın hukuklarını çiğneyen bir zalimi cezalandırmak yâda yüzlerce mazlum hayvanları parçalayan bir canavarı öldürmek adaletin gereği ve mazlumlara merhamet etmektir. Eğer o zalim affedilirse yâ da canavar serbest bırakılırsa, yersiz bir tek merhamete mukabil yüzlerce, binlerce mazlûmlara merhametsizlik yapılmış olur. Bunun gibi inançsızlık ve küfür korkunç bir cinayettir. Küfürle başta Allah’ın sayısız isimleri ve tecellileri inkâr edildiği için büyük bir haksızlık yapılmaktadır. Bununla beraber Allah’ın varlığına tanıklık eden sayısız varlıklara yalan isnadında bulunmak ve onların Allah’ı tesbih edercesine, kulluk yaparcasına yerine getirdikleri yüksek görevlerini inkâr etmek olduğundan, kâinat genişliğinde, varlıklar sayısınca büyük bir zulüm işlenmiş olur. Cehennem, hukukları zedelenmiş tüm kâinat adına Allah’ın izzetinin ve celalinin tecelli ettiği bir yerdir.
Devletin kanunları hiçe sayan ve topluma huzur vermeyen bir serseri adam, mahkemeye çıkarıldığında hâkime ‘sen beni hapse atamazsın’ diyerek meydan okusa, o şehirde hapis olmasa bile o edepsiz için bir hapis yapılır ve haddini aşan o kişi içine atılır. Bunun gibi, inançsız bir insan da inançsızlığıyla, ilahi emirleri hiçe sayarak yaşamasıyla Allah’ın izzetine ve yüceliğine şiddetle dokunur. Her şeyi mükemmel anlamda terbiye eden, en büyük varlıklar büyük tevazu içinde kendisine boyun eğerek itaat eden bir Rabbin büyüklüğüne, izzetine ilişir. Her şeye gücü yeten Cenâb-ı Hakkı yalancılıkla ve güç getirememekle suçlamak hükmüne geçer. Cehennemin ahiret âlemlerinde pek çok yaratılış hikmetleri vardır. Bu hikmetleri düşünmesek de, yalnızca inançsız bir insanın bu haddini aşması ve Allah’a ‘Sen söz verdiğin halde bana ceza veremezsin’ dercesine meydan okuması nedeniyle Cehennem yaratılır ve bu insan için bir terbiye yeri haline getirilir.
İnançsız bir insan sınırlı bir sürede, kısa bir yaşam süresinde sonsuz bir Cehennemi hak etmektedir. Çünkü inançsızlık çok büyük bir günahtır ve sonsuz bir cinayettir. Birincisi, inançsız olarak ölen bir kişi, ebedi bir ömrü de olsa, o ömrünü inançsız bir şekilde geçireceği kesindir. Çünkü inançsız bir insanın ruhunun cevheri bozulmuştur; elmastan kömüre inkılâp etmiştir. Böyle bir ruhun ve kalbin sonsuz bir cinayete yeteneği vardır. İkinci olarak, kâinattaki sayısız varlıkların Allah’ın varlığına ve birliğine olan tanıklıklarına karşı sonsuz bir cinayettir. Üçüncü olarak ise, inançsızlıkla sayısız nimetler görmezlikten gelindiğinden ve inkâr edildiğinden büyük bir cinayettir. Dördüncüsü, Allah’ın zamanla ve mekânla sınırlı olmayan zatını ve isimlerini inkâr olduğu için sınırsız bir cinayettir. Beşincisi, kâinata sığmayan Allah’ın isimlerini ve tecellilerini manevi derinliğiyle yansıtabilme özelliğine sahip bir vicdanı inançsızlık bozduğu ve kirlettiği için korkunç bir cinayettir. Son olarak ise, inançsızlık bir çekirdektir ve meyvesi de ancak Cehennem olabilir.
Bir insanı öldürmenin on beş sene hapis cezası vardır. Yani bir dakikalık bir cinayetin, 7 milyon 884 bin dakika cezası, beşeri adalet kanunları gereği verilmektedir. Bir dakika inançsızcasına yaşamak ise en azından bin cinayet –belki daha fazla- işlemek hükmündedir. Yirmi sene ömrünü inançsız bir şekilde yaşayan ve öyle ölen bir adam, beşerin adalet kanunlarına göre, 57 trilyon 201 milyar 200 milyon sene hapsi hak eder. İnançsızlıkla binlerce ilâhî isimleri reddeden, bu isimlerin sayısız tecellilerini yok sayan ve sayısız varlıkların hukuklarını çiğneyen bir insan için ebedî ceza yeri olan Cehennemin yaratılması tam anlamıyla adalettir.
Kâinata dikkatli bir şekilde bakıldığında her tarafa uzanan ve kök salan iki unsurun varlığı görülür. Hayır şer, güzel çirkin, yarar zarar, kemal noksan, aydınlık karanlık, iman küfür, itaat isyan, korku sevgi vb. zıt şeyler sürekli birbiriyle çarpışmaktadır. Yeryüzündeki sürekli yenilenmenin, değişimin ve müthiş işleyişin nedeni de budur. İnsanın yeteneklerine sınır koymayan Yaratıcı, yaşadığı ortamı da onun yaratılışına uygun bir şekilde oluşturarak ahiret âlemlerine sürekli ürün üreten bir tezgâh hükmüne getirmiştir. Ahiret âlemleri, şu yaşadığımız fani âlemden yapılacaktır. Bu nedenle bu âlemdeki her şey ebedi âlemlere gitmektedir. İşte, Cehennem de yaratılış ağacının iki meyvesinden biri ve ahirete doğru akan varlıkların biriktiği havuzlardan aşağıda olanıdır. Kıyametin çalkamasıyla şer, elem, karanlık, çirkinlik ve küfür gibi kâinattaki zıtlardan zararlı olan maddelerin yağdığı yerdir. Başka bir ifadeyle, Cehennem fabrikasının birçok görevleri içinde bir görevi de, ahiret âlemlerini, Cenneti yokluğun, çirkinliğin pisliklerinden temizleyen görkemli bir mekândır. Hem de, her şey zıddıyla bilinir prensibiyle, Cennetin pek çok nimetlerinin anlaşılmasına vesile olan dehşetli bir yerdir.
İnsan diğer varlıklardan farklı olarak, en dar daireden en geniş daireye kadar her şeyle ilgilidir. Midesinin ihtiyacını karşılamaya çalıştığı gibi, akıl, kalp, ruh ve insaniyet gibi midelerinin ihtiyaçlarını karşılamakla mükelleftir. Bir çiçeği istediği gibi, baharı da ister ve sonsuz bahar olan Cenneti de arzu eder. Yalnızca kendisi için değil ‘insaniyet midesi’yle tüm sevdikleri için de aşkla, şevkle ister. Bu açıdan beka, sonsuzluk öyle temel bir ihtiyaçtır ki, Cehennem de olsa istenilecek bir şeydir. İnancını kaybetmiş, dalalette boğulup çıkamayan bir insan için Cehennemin varlığı bin derece yok olmaktan hayırlıdır ve Allah’ın merhametidir. Ayrıca, Cehenneme giden birinin sevdikleri Cenneti kazanmış olabilirler. Bu nedenle Cehennemin varlığına taraftar olmak gerekir. Çünkü Cehennem olmazsa, Cennet de olmaz. Bu ise insanın kendisiyle birlikte tüm sevdiklerinin mutluluklarına taraftar olmamak ve hiç olmalarını istemektir.
İnsandan beklenen güzel ahlakın yaşanması için Cehennemin varlığı gereklidir. Cinayet, zina, hırsızlık, kumar, içki gibi toplum hayatını yok eden pek çok kötülükleri, yalnız kanun zoruyla, hapis korkusuyla engellemek mümkün değildir. Herkesin başına bir gizli polis dikilemeyeceği için, kalplerde manevi yasakçıya ihtiyaç vardır. İşte, nasıl ki Cennetin varlığı insanın terbiyesi için teşvik edici bir unsurdur, aynı şekilde Cehennemin varlığı da terbiyenin diğer kanadına güç kazandırır.
İnsan ahirette işlediği cinayetlerin büyüklüğünü ve sonuçlarının dehşetini gördüğünde vicdanı korkunç bir azap içinde kalır. Kendisinden haklarını isteyen varlıkların tazibinden kurtulmak için Allah’a “Ne olur beni bu azaptan kurtar da Cehenneme at” diye yalvaracağını, Peygamber Efendimiz (asm) bazı hadislerinde haber vermiştir. Cinayetin lekesini izale etmek, utanılacak durumdan kurtulmak ve adaletin gereğini yerine getirmek için cezayı gönül rızası ile isteyerek kabul etmek ruhun fıtrî bir halidir. Dünyada bile namuslu insanlar cinayetin utancından ve vicdan azabından kurtulmak için kendilerine cezanın tatbikini istemişlerdir.
İnsan cisminin küçüklüğüne göre değil, cinayetinin büyüklüğüne ve yaratılış amacının önemine, büyüklüğüne göre mükâfat yâda ceza görmelidir. Bu geçici dünya ise, sonsuz yaşam için yaratılan bir insan için gerek mükâfatın gerekse cezanın verildiği bir yer olmaktan çok uzaktır. Öyleyse, adaletini kâinattaki her şeyi ölçülü, dengeli ve orantılı yaratmasıyla gösteren Cenâb-ı Hak, insan için büyük bir mahkemeyi ve ebedi bir hapis yeri olan Cehennemi var edecektir.
Kâfirlerin Cehennemde amelinin cezasını çektikten sonra yine merhamet-i İlâhiyeye mazhar olarak ateş ile bir nevi ülfet peyda edeceği, evvelki şiddetinden azade olacağı ve dünyadaki hayırlı amellerinin mükâfatını göreceği Muhiddin-i Arabi ve bir kısım İslam bilginlerinin görüşleri arasındadır. Bediüzzaman da: “Kâfirlerin Cehennemde amelinin cezasını çektikten sonra yine merhamet-i ilahiyeye mazhar olarak ateş ile bir nevi ülfet peyda ederek evvelki şiddetinden azade olacağını belirtir. Dünyada yaptıkları iyiliklere mükafaten merhamet-i ilahiyeye mazhar olacaklarına işaret-i hadisiye vardır” der. (İşaratü’l İ’câz, s. 81–82) Mektubat’ta Ebu Talib’in imanı ve Cehennemdeki durumu anlatılırken “Cehennemde Peygamberimize (asm) yaptığı iyiliklerin mükâfatı olarak bir nevi rahat bir hayata ereceği ifade edilir. Kışta yaz havasını yaratan ve mevsimini yaşatan Allah Cehennemde de ateşten uzak meşakkatli bir hayatı yaşatabilir.” (Mektubat, s. 376)
Akıl, ilim ve irade sahibi olan ve binlerce duygularla donatılan insan Cehennemde sadece yanmak için bulunması hikmete ve akla uygun gelmiyor. Elbette insan Cehennemde de olsa ruhu ve duyguları kendinden alınmayacağı için bu duyguların azap aracı olmanın ötesinde başka amaçları, anlamları olmalıdır. Nice harika zekâ ve akıl sahipleri, dünyada keşif ve icat ile insanlığa faydalı şeyler yapanlar, yanlış inanç ve itikatları yüzünden Cehenneme gidiyorlar. Çünkü insanın gerçek yaratılış amacı olan imanla Cenab-ı Hakkı tanımıyor ve ibadetle Cenab-ı Hakkı sevgilerini, itaatlerini ispat etmiyorlar. “Müminler için ahirete nispeten Cehennem hükmünde olan” bu dünyada medeniyetler kuran ve insanlık için faydalı işler yapanların, Cehennemde de olsa, o ebedi âlemde uhrevi birçok vazifeleri olabilir. Bazı hapishanelerde devlet mahkûmları çeşitli görevlerle üretime katkıda bulunduğu bir vakıadır. Cehennem de Allah’ın bir mülkü ve âlemidir. Yaratılışının pek çok hikmeti, amacı vardır. O sonsuz diyara sadece azap ve zindan yeri olarak bakmamak gerekir. Hem Allah’ın “Aziz, Celil, Cebbar, Kahhar” gibi isimleri de ebedi olarak tecelli ister. Bu gibi esmanın azam derecede tecelli yeri ise Cehennem’dir. Madem esma-i İlâhî bakidirler, elbette tecelli ettiği yerin de bekaya mazhariyetini iktiza ederler.

Bu soruyla ilgili Risâle-i Nur’dan okunabilecek bölümler:
-Kastamonu Lahikası, s. 48–49, Cenab-ı Hakkın şefkati ve merhameti hakkında.
-İşaratü’l-İ’caz, s. 81–82, Küfrün sonsuz bir cinayet olması ve ebedi Cehennemin adalet ve merhamet-i İlahiyenin bir gereği olması hakkında.
-Lem’alar, 28. Lem’a, s. 275, kısa bir zamandaki küfre karşılık ebedî bir Cehennemin nasıl adalet olduğu hakkında.
-Sözler, 29. Söz, 2. Maksad, 4. Esas, Remizli bir Nükte, s. 490–491, Cennet ve Cehennemin akıp giden kâinat selinin iki büyük havuzu olması hakikati hakkında.
-Sözler, 28. Söz, s. 464, Cehennemin yaratılış hikmeti hakkında.
-Şuâlar, 11. Şua, Meyve Risâlesi, s. 201, insanın Cehennem de olsa sonsuzluğu istemesi hakkında.
Okunma Sayısı: 5172
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı