"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Milliyetçilik: Menfî ve müsbet - 1: Herkes milletini sever

26 Haziran 2020, Cuma 00:39

MİLLİYETÇİLİK VE IRKÇILIK

Irkçılık ve milliyetçilik, benzer gibi zannedilen, dolayısıyla zaman zaman karıştırılan, fakat oldukça farklı anlamları olan kavramlardır.

19. yüzyıl başlarından itibaren Avrupa’da, 20. yüzyılda ise bütün dünyada egemen siyasî düşünce tarzı olan ve dünyanın siyasî haritasını biçimlendiren milliyetçilik, farklı şekillerde tanımlanır:

Milliyetçilik, toplumda millî kültürü güçlendirmek ve hâkim kılmak, mensup olunan millete ait, bilhassa manevî değerlerin yüceltilmesini gaye bilmek, millî amaç ve emellerle, geleneklere ve inanç sistemine taraftar olmak demektir.

Milliyetçilik, fertlerin ait oldukları milletin varlığını ve birliğini sürdürmesi ve yüceltmesi için diğer bireylerle ortak çalışma bilincine sahip olması demektir.

Milliyetçilik, kendi milletini ve kültürünü yaşatmak ve onu yüceltmek için yapılan çabalar ve benimsenen ilkelerdir.

Irkçılık ise milliyetçilikten farklı olarak kendi toplumunu sevmenin yanında, farklı toplumlara karşı nefreti de barındıran bir düşünce biçimidir. 

Hatta bazen bu düşünce öyle bir hal alır ki, diğer toplumlara potansiyel düşman gözüyle bakılabilir.

Bediüzzaman da ırkçılığın cahiliye dönemine ait olduğunu, İslâmiyet’in ırkçılığı ve kabileciliği kaldırdığını, ırkçılığın büyük bir tehlike (tehlike-i azim) olduğunu belirtir. (Emirdağ Lâhikası, s. 438)

Irkçılığı şiddetle reddeden Bediüzzaman, “biz sizi kabile kabile yarattık” ve “biz her şeyi Levh-i Mahfuzda tek tek yazdık” âyetlerine atıfla, yeryüzünde göçler ve değişikliklerden, ırkların birbiriyle karışmış olmalarından dolayı kimin hangi ırktan olduğunun ancak levh-i mahfuz açılsa bilinebileceğini belirtir. Dolayısıyla ırkçılık, hangi ırk için yapıldığı belli olmayacak kadar yersiz ve gereksiz bir düşüncedir.

BEDİÜZZAMAN‘IN MİLLİYETÇİLİK ANLAYIŞI

Eserlerinde sık sık ‘millet-i İslâm’ kavramını kullanan Bediüzzaman’ın milliyetçilik anlayışının kısaca “İslâm milliyetçiliği“ ya da “ümmetçilik“ olduğu söylenebilir.

Bediüzzaman eserlerinde, ırk ayırımı gözetmeksizin Müslümanların birliği ve kardeşliği esasına dayanan “ümmetçi” bir anlayışla “İslâm Milliyeti”ne ısrarla vurgu yapmaktadır. Bu düşünce tarzı onun bütün insanlığı kucaklayan engin bir fikir anlayışına sahip olduğunun bir göstergesidir.

Eserlerinin bir çok yerinde bütünleştirici bir yaklaşımla insanları, kabilelere ve boylara ayırmadan İslâm milliyetini öncelediğini görmekteyiz. Meselâ, Volkan Gazetesi’nde 1908 de yayınladığı Reddü’l Evham başlıklı makalesinde şu görüşlere yer verir: “Milliyetimiz de yalnız İslâmiyet’tir. Zira Arab, Türk, Kürd, Arnavut, Çerkez ve Lazların revabıt ve milliyetleri İslâmiyet’ten başka bir şey değildir” (Bediüzzaman, 1992, 439)

Bediüzzaman, İslâm milliyetini “hakikî, müsbet, kudsî ve umumi milliyet-i hakikiye” olarak tanımlar (Emirdağ Lâhikası, s. 437) Milliyetçiliğin ancak İslâmiyet açısından bakıldığında doğru ve anlamlı olabileceğini şöyle savunur: “Ben milliyetimizi yalnız İslâmiyet biliyorum. Onun için her şeyi de İslâmiyet nokta-i nazarından muhakeme ediyorum” (Divan-ı Harb-i Örfî, s. 18)

Toplum ve devlet olarak maddî ve manevî yönden ilerleyebilmenin İslâm milliyeti yaklaşımı olacağını şöyle ifade eder: “Bütün kuvvetimle derim ki: Terakkimiz ancak milliyetimiz olan İslâmiyet’in terakkisiyle ve hakaik-i şeriatın tecellisiyledir” (Divan-ı Harb-i Örfî, 46)

Bediüzzaman, “Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yaratmışım, tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa, sizi kabile kabile yaptım ki, yekdiğerinize karşı inkârla yabanî bakasınız, husûmet ve adâvet edesiniz değildir” âyetinin ışığında Müslüman ırkları İslâm’ın şemsiyesi altında kardeşliğe davet ve onları İslâm’a teşvik eder. Mektubat adlı eserinde yer alan 26. Mektub, 3. Mebhas, 2. Mesele’de, ayrılmanın farklılıktan veya birbirine rakip olmaktan dolayı değil, birbirlerini tamamlamaları için olduğunu şu şekilde özgün bir örnekle açıklar: “Şu âyet-i kerimenin işaret ettiği teârüf ve teâvün düsturunun beyanı için deriz ki: Nasıl ki bir ordu fırkalara, fırkalar alaylara, alaylar taburlara, bölüklere, tâ takımlara kadar tefrik edilir. Tâ ki, her neferin muhtelif ve müteaddit münasebâtı ve o münasebâta göre vazifeleri tanınsın, bilinsin, tâ, o ordunun efradları, düstur-u teâvün altında hakikî bir vazife-i umumiye görsün ve hayat-ı içtimaiyeleri a’dânın hücumundan masun kalsın. 

Yoksa, tefrik ve inkısam, bir bölük bir bölüğe karşı rekabet etsin, bir tabur bir tabura karşı muhasamet etsin, bir fırka bir fırkanın aksine hareket etsin değildir. 

Aynen öyle de, heyet-i içtimaiye-i İslâmiye büyük bir ordudur; kabâil ve tavâife inkısam edilmiş. 

Fakat bin bir bir birler adedince cihet-i vahdetleri var: Hâlıkları bir, Rezzâkları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir-bir, bir, bir, binler kadar bir, bir... İşte bu kadar bir birler uhuvveti, muhabbeti ve vahdeti iktiza ediyorlar. Demek, kabâil ve tavâife inkısam, şu âyetin ilân ettiği gibi, teârüf içindir, teâvün içindir; tenâkür için değil, tehâsum için değildir” (Mektubat, s. 309-310)

Bediüzzaman’a göre ırkların kendi milliyetlerinde taşıdıkları yüce hasletler İslâm’ı anlamada ve yaşamada teşvik edici bir heyecan görevi görmelidir. Buna göre, ırk ve milliyetimize vurgu yapılması ancak İslâm’ı yaşamak ve İslâm’a çalışmak için geçerlidir.

Eserlerinin bir çok yerinde özellikle Müslüman ırklara hitap ederken “Ey Türkler… Ey Kürtler… Ey Araplar” ifadelerinden sonra, ısrarla bu taifeleri İslam’a sahip çıkmaları konusunda uyarmaktadır. Emirdağ Lâhikası’nda “Araplarda Araplık ve Arap Milliyeti İslâmiyet’le mezc olmuş ve olmak lâzımdır. Hakikî milliyetleri İslâmiyet’tir. Irkçılık bütün bütün bir tehlike-i azimedir” derken asıl Arap olmanın gereklerinden en önemlisinin İslâmiyet’le mezc olmak olduğuna vurgu yapar. II. Meşrûtiyet’in ilânından sonra Bediüzzaman’ın Şarkî Anadolu’daki Kürt Aşiretlerine meşrûtiyeti anlatırken de onları ırkî hasletlerinden hareketle İslâm’a teşvik ettiğini görmekteyiz. Meşrûtiyetle birlikte istibdadın kalkarak fikir hürriyetinin gelişmesiyle ırkî milliyetlerin harekete geçtiğini, asıl bu milliyet içerisinde aydınlığa kavuşan unsurun İslâmiyet olduğunu ve Kürtlerin milliyetlerinin özünü İslâm’ın teşkil ettiğini anlatarak Kürtleri İslâm’ı yaşamaya ve anlamaya teşvik etmiştir.

Bir çok eserinde âyet ve hadisler ışığında Türklerden övgüyle bahseden Bediüzzaman, bu argümanları kullanarak Türklerin İslâmiyet’e sıkı sıkı sarılmaları gerektiğini özellikle teşvik ve tavsiye eder. Yine 26. Mektub, 3. Mebhas, 4. Mesele’de, özellikle Türklerin milliyetinin İslâm ile mezc olduğunu şöyle anlatır: “Türk milleti anâsır-ı İslâmiye içinde en kesretli olduğu halde, dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslüman’dır. Sair unsurlar gibi müslim ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede Türk taifesi varsa Müslüman’dır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi). Halbuki, küçük unsurlarda dahi hem müslim ve hem de gayr-ı müslim var.

Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et. Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş; ondan kàbil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın. Bütün senin mazideki mefâhirin İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefâhir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefâhiri kalbinden silme”  (Mektubat, s. 312.

Bediüzzaman’ın bu analizinden, Türk milletinin İslâmiyet’e büyük hizmet etmesinden dolayı en çok onların kendilerinin millet-i İslâmiye’ye mensup olduklarını kabul etmeleri gerektiği anlaşılmaktadır.

MİLLİYETÇİLİK ÇEŞİTLERİ

Milliyetçiliğin farklı şekillerde anlaşılmasının ve açıklanmasının temel sebebi, farklı farklı milliyetçilik çeşidi olmasıdır. Milliyetçilik, farklı gruplar altında toplanarak tasnif edilecek kadar çok farklı çeşitlere ayrılır. Meselâ bir tasnife göre milliyetçilik şu şekilde üçe ayrılabilir (www.wardom.org): 1) Etnik milliyetçilik: Etnik milliyetçilik, milletlerini zümre terimleriyle adlandırır ve doğuştan bu özelliklere sahip olmayanı dışlar. Genellikle ortak ırk özelliklerine dayalıdır. Bu tür milliyetçilikte dışarıdan bir kimse ne grubun kültürüne adapte olabilir, ne de guruba üye olabilir. Yahudi milliyetçiliği buna bir örnektir. Bu “ırkçı” anlamda milliyetçilik sayılır. 2) Sosyal milliyetçilik: Kendini sosyal bağlarla ve ortak kültürle tarif eden bir milletin milliyetçiliğidir. Ortak millî kimlik, topluluk ve kültür vurgulanır, dışarıdan herhangi bir fert her zaman bu unsurları kabul ettiğinde milletle bütünleşebilir. Irk ayniyeti şart değildir. Etnik milliyetçiliğin dışlayıcı özellikler arz etmesine karşılık sosyal milliyetçilik kapsayıcıdır. 3) Resmî milliyetçilik: Etniklik, millî kimlik ve kültür özelliklerine bakmaksızın vatandaşlık hukuku çerçevesinde kapsayıcı olan devlet milliyetçiliğidir. Temelde vatanseverliğe dayalıdır, kültürel ve etnik temeller gerektirmez.

Okunma Sayısı: 8131
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı