Unutulan Meslekler...
Sedefkârlik
Sedefkârlik, sedef üzerinde çalışma, sedef kakma eşya yapımıdır. Bu isi yapan ustalara da sedefkâr denirdi. Sedefkârlık Osmanlılar’ da önemli bir meslekti. Özellikle 16.yy’ da kendine özgü bir üslûp kazanmıştı. Osmanlı Sarayında sedefkârların çalıştığı özel atölyeler vardı. Bunlar, tahtlardan saltanat kayıklarına kadar, padişahların pek çok eşyası üzerinde bu ince san'atı uygulama imkânı buluyorlardı. Bugün önemini büyük ölçüde kaybeden sedefkârlık konusunda Topkapı Sarayı’nda sedef kakmalı eşyaların restorasyonuyla ilgilenen bir bölüm bulunmaktadır.
ESANSÇILIK
ESANSÇILIK, iki kapaklı dört tarafı cam bir kutu içine yerleştirilmiş küçük şişelerde esans satma isidir. Esansçılar genellikle köy, kasaba ve şehirlerin pazar yerlerinde, kahvehane, lokanta gibi toplu yaşama mekânlarında dolaşır; belli ücret karşılığında bir miktar esansı bir enjektör aracılıyla müşterilerin üzerine püskürtürlerdi. Esansçılığın dev bir sektöre dönüştüğü günümüzde, eski tip esanslara ve esansçılara çok çok az rastlanmaktadır.
ZEMBİLCİLİK
HASIRDAN ya da sazdan örülerek yapılmış kulplu torbaya zembil denir. Selçuklular’ın ve Osmanlılar’ın günlük hayatında zembil eşyalarının büyük önemi vardı. Sanayileşmenin gelişmesiyle birlikte zembil eşyaların günlük hayat içindeki önemi büyük ölçüde kaybolmuştur. Bugün zembil eşyaları, daha çok şehirlerin varoşlarında ve kırsal kesimde üretilmekte ve kullanılmaktadır.
CEZZARLAR
ESNAFIN henüz yerleşik hayata geçmediği eski dönemlerde cezzarlar, ciğerciler gibi omuzlarında üzerine etler dizilmiş bir sırık, ellerinde etleri kesecek büyük bir bıçak ve bellerine bağlı bir peştemalla sokaklarda dolaşırlardı. Mallarını satabilmek için de semiz ya da "semiz etlerim var" diye bağırırlardı. En çok satışı pazarlarda yaparlardı. Şehirlere yerleşimin artmasıyla birlikte pek çok esnaf gibi cezzarlar da yerleşik düzene geçti.
SAVATÇILAR
ARAPÇA kara anlamına gelen sevad sözcüğünden gelen savar, gümüş üzerine kara nakışlar yapılan bir san'at dalıydı. Savat yapılmadan önce önce bu işin tatbik edileceği eşyaların; tokaların, kemerlerin, hançer kabzalarının, tütün tabakalarının, muskaların ve dua taslarının yüzeylerine kalemkârlar tarafından çeşitli şekillerin işlenmesi gerekirdi. Bundan sonra savatçılar belirli oranlarda gümüş, bakır, kurşun ve kükürt karışımından elde ettikleri bir alaşımı dövüp tülbentten geçirerek ince siyah bir toz hazırlarlardı. Bunu söz konusu motif, yazı ve resimlerin üzerine kuru olarak sıvayarak ekme savat, toza boraksla karıştırıp macun haline getirdikten sonra sürmek suretiyle de sürme savat yaparlardı. I. Dünya savaşı öncesinde Van'da 120 dükkânda 400 dolayında savatçı ustası ve kalfası vardı. Ayrıca Sivas, Erzincan, Trabzon ve Samsun'da da bu sanat çok gelişmişti. Öyle ki savatlı Türk tabakaları, Avrupa'da özellikle de Paris kuyumcularında kendine yer edinmişti. Anayurdu Dağıstan olan savatçılık, Osmanlı'da 150 yıl kadar altın devrini yaşadı.
HASIRCILIK
HASIR, kurumuş bitki sapları ve saz gövdelerinin birbirine geçirilmesiyle örülen, genellikle taban döşemesi bazen duvar ve tavan kaplaması olarak kullanılan bir cins yaygıdır. Hasırlar, yapıldığı sazın incelik, kalınlık ve türüne göre Trablus hasırı, Mısır hasırı, Kaba hasır vb. adlar alırdı. Boyanmış sazlarla hasırlara desenler yapılırdı. Osmanlılarda hasırcılık, XVII.yy’ dan başlayarak önemli zanaat kollarından biri durumuna geldi. İstanbul’da Hasırcılar Çarşısı adıyla çarşısı bile vardı. Günümüzde hasırcılık sadece kırsal kesimde belli oranda devam etmektedir.
KEMANKEŞLER
OK, Türklerin savaşta en büyük silâhları, okçuluk da barışta en büyük sporlarıydı. Türk boyları dünyanın dört bir yanına dağılırken ok ve yayı da beraberlerinde götürürdü. Osmanoğulları da fethettikleri her diyarda bir okmeydanı inşa ederlerdi. Fetihten sonra İstanbul'da da bir okmeydanı kuruldu. II. Bayezid döneminde buraya bir de okçular tekkesi yapıldı. Tekkede toplantı ve idman salonlarının yanı sıra hocalar için özel daireler, kemankeş denilen okçulara ücretsiz yemek dağıtan bir aşevi vardı. Ancak okmeydanında ok savurmak için okçu lisansı sayılan kabze alınması şarttı. Bunun için 900 gez (596 m) mesafeye ok düşürmek gerekiyordu.
MAHYACILAR
KURULMADAN önce kareli bir kâğıt üzerine kalıbı hazırlanıp kandillerin yeri belirlenirdi. Ramazan ve bayram gecelerinde çift minareli camilerde iki minare arasında gerili iplere kandiller asarak yazı yazma ya da şekil yapma geleneği, İslâm dünyasında sadece Türklere özel olup özellikle İstanbul'da gelişmiş bir sanattı. Mahyacılar, çifte minareli camilerin minarelerinin arasında dış mahya; Ayasofya, Sultanahmed, Süleymaniye ve Nuruosmaniye camilerine de iç mahya kurarlardı. Bir mahya için yaklaşık 8 kg yağ harcanırdı. Kurulmadan önce kareli bir kâğıt üzerine kalıbı hazırlanıp kandillerin yeri belirlenirdi.
ÇIĞIRTKANLAR
HERHANGİ bir şey üzerine ilgi toplamak, müşteri çekmek için yüksek sesle bağırtılan adamlardı. İstanbul'da çarşı Pazar boylarında kendilerine mahsus edebiyatı olan bir tabakaydı. Sokaklarda seyyar dolaşan satıcıların her birinde bir çığırtan çalışması zorunlu gibiydi. Bunların başında da Mahmutpaşa çarşısı ve Büyük Kapalıçarşı dükkânlarının çığırtkanları geliyordu.
SAKALAR
ESKİ İstanbul evlerinde su ihtiyacı çeşitli şekillerde karşılanırdı. En basit çözüm tabiî ki her evin yakınındaki çeşmelerdi. Fakat onlarda çok kalabalık olurdu. Böylece saka loncası, evlere para karşılığında su taşıyan kişileri bir araya getirdi. Bu 19. yüzyılın sonuna kadar devam etti. Saka, her gün bıraktığı kırba sayısı kadar evin kapısının kenarına tebeşirle işaret koyardı. Ay sonunda da paralarını toplardı. Fakat hemen hemen her ay müşteriyle saka arasında para toplama zamanı gelince kavga çıkardı.
SELECİLER
YÜNDEN hırkaları, ellerinde âlemleri, başlarında hasırdan destarları olan dilenciler 16. ve 17. yüzyıl Osmanlısında yedi bin taneydi.
KOŞUMCULUK
KOŞUM, bir koşum hayvanının araba, kağnı gibi araçlara ya da saban, pulluk gibi aletlere koşulmasını sağlayan kayış takımıdır. Koşumcu, çeşitli koşum parçalarını yapan kimsedir. İlk koşum takımlarına M.Ö. 4 yy’ da Mezopotamya’da rastlanır. Günlük hayatında ve meydana getirdiği uygarlıklarda atın büyük yeri olan Türkler koşum takımlarını Orta Asya’dan beri kullanmaktaydılar. Bugün koşumculuk, koşum hayvanlarının önemini kaybetmesiyle birlikte kaybolmaya yüz tutan bir meslek haline gelmiştir.
KASSARLAR
KASSARLAR ise özel bir şekilde inşa edilmiş taş havuzlarda halı, kilim, tülbend, keçe ve benzeri şeyleri yıkama yani suda çırparak temizleyen kişilere denirdi.