Depremin bize yaşattıkları her şeyden önce bir hayat dersiydi.
Bir depremzede depremden önce “Evimiz, ailemiz ve sağlığımız vardı hepsi bir günde kayboldu” diyor. Bir başkası canını kurtardığına sevinse de bir yandan kaybettiği maddi servetine ağlıyor ve kazandıklarını bir anda kaybetmenin hüznünü yaşıyor. Bir gecede tamamen değişen binlerce hayat var karşımızda.
Manevi olarak biriktirdiklerinden başka bir şey kalmadı ellerinde. Maddi servetler bir anlam ifade etmedi onlar için. Bütün maddi servetler anlamsızlaştı ve değersiz bir hâle geldi. Sahip olunanların aslında bizim olmadığı sadece emanetimize verilmiş olduğu yeniden anlaşıldı. Dünya malı için verilen kavgaların ve küslüklerin ne kadar gereksiz olduğu tekraren idrak edildi. Manevi servetimizden başka gerçek bir servetimizin olmadığı herkesçe tecrübe edildi. Arkasında maddi servetler bırakabilmek için yaşanan hayatlar ile arkasında manevi servetler bırakabilmek için yaşananlar hayatlar arasındaki fark net bir şekilde ortaya çıktı. Birisi ilk fırsatta yok olup giderken diğeri ise ebedi olarak bizimle beraber kalıcı olmaktaydı. Birisi bizi hep ağlatırken diğeri ise bize hep huzur ve saadet vermekteydi. Birisi yüreğimizi yakarken diğeri kalbe ve ruha ferah getirmekteydi.
Bunun için Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri gibi zatların hayatında maddi servetler yoktu. Onu aramak ve ona tenezzül etmekte yoktu. Onlar için tek servet manevi olan servetlerdi. Mesela Bediüzzaman için ‘benim manevî servetim ve netice-i hayatımdır’ dediği Risale-i Nurdan başka bir serveti yoktu. Bütün hayatını ona bağlamıştı. Bu manevi servet hiç yok olmadan devam ediyor ve edecektir. Nice maddi servetler bir hiç olmaya devam ederken kazandığı manevi servetleri ihlas ile koruyabilenler ise hep kazanacaktır. Yeter ki sahip olduğu manevi servetin farkına varsın ve kıymetini anlasın.