"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Unutmak Üzerine

İsmail Hakkı AVCI
16 Haziran 2011, Perşembe
UNUTMAK deyince insanın aklına, zihnine neler gelir? Bu hususta neler söylenebilir? Unutmak üzerine genelde olumlu sözler söyleneceği gibi, şikâyet edilen hâller de olabilir.

Evet, insan zihni unutmaya pek elverişli bir yapıda yaratılmıştır. Gerçekten insan zihninin daha yaradılıştan unutmaya pek elverişli bir yapısı vardır. İnsanın tabiî sıfatlarındandır. Bunu böyle Yaratanın elbet bunda pek çok hikmetleri ve bizim için faydalı tarafları vardır.
Zîra; ‘İnsan nisyan ile mâlûldür.' Unutmanın en büyük âmili olan zaman mefhumu, sanki ıslak bir sünger gibi, bizim hatıra sayfalarımızın üzerine akseden izleri, yavaş yavaş silmektedir. Hatta bu yaşananların izleri, bize fark ettirilmeden, hissettirilmeden devamlı bir şekilde silinmektedir. Nâhoş hâtıraların sert izleri bu süngerin altında azar azar yumuşar. Seneler geçer, önce teferruat kaybolur; sonra günün birinde, bir zaman bizi perişan etmiş olan o mûziç hâdiseden ancak hayal meyal bir kaç küçük iz kalır. Üst tarafı silinmiş kaybolup gitmiştir. Hatta zamanın eliyle, geçmiş günlerin hatıraları biraz daha güzelleşmiş,
hatırlanması tatlı bir hâle gelmiş bile olabilir.
Belki biz farkında değiliz, ama Cenâb-ı Hakk’ın zihnimizi böyle unutucu bir yapıda halketmesi bize bahşettiği nimetlerin muhakkak ki en büyüğüdür. Evet, “İnsan nisyandan alındığı için nisyana müptelâdır”. Hatta eğer yaşıyorsak, her türlü acılara rağmen hayatta kalabiliyorsak bu sayede kalabiliyoruz. Bizi perişan edip kalbimizden vuran bir acıyı mütemadiyen hissetmeye devam etseydik hâlimiz nice olurdu? Bu acının üzerine binecek yeni acılar bizi ne hâle getirirdi? Her şey yavaş yavaş unutulmasaydı dünya bir mâtemhâneye döner, insanlar gülmek nedir bilmez,
yaşamak arzusu gönüllerden silinip giderdi.
Yalnız acı hatıralar değil, tatlı hatıralar da zamanın akışına dayanamıyor, onlar da yavaşça gözden kaybolup gidiyorlar. Tatlı hatıralar bari kalsaydı fenâ olmazdı hani. Hakikat odur ki, unutulmayacak pek bir şey yoktur. Her şey unutulur ve ancak bu sayede her acıya dayanmak mümkün olur. Yeni ve gelecek günlere hazır olabilmemiz için unutkanlık hâli bir nimet ve rahmet sayılmalıdır.
Bir de unutmanın zor ve çekilmez bir his olduğundan dert yananlar vardır. Unutmak isteyenler için ‘unutmak’ öylesine bir vakıadır ki, kimi zaman onu gerçekleştirmeye çabalanır, ama başarılamaz. Yâni ne kadar unutmak

istenilse de muvaffak olunamaz.
Gönül yarası çekenler için unutmak ilâç gibi gelebilir. Acıların hafiflemesi için unutmak arzu edilir. Bunda başarılı olunduğu gibi olunamayabilinir de.
Unutmak başına buyruk bir hâdisedir. Unutmak istersin, unutamazsın; unutmamaya çalışırsın, ama unutursun. Bazı mühim günleri unutmamız, bu vakıanın bağımsızlığında aranmalıdır. O günlere değer verilmektedir, ama yine de unutulmaktadır. Bu unutmada aksaklıklar ve zarar söz konusu da olabilir.
(Hele hanımlarla alâkalı hususî günleri unutmak dünyevî felâketlerin en büyüğüdür. (!)) Buna insanlık hâli dememiz yanlış olmaz her halde.
Bir büyüğümüzün, yapması icâbedeni yapmayanlar için söylediği bir hükmü var: ‘Unutmak ehemmiyet vermemekten ileri gelir.’ Bu durum unutmanın kötü hâlidir. Bir acısını, özellikle gönül yarasını unutmak da unutmanın ‘iyi’ hâlidir diyebiliriz.
İnsan, hayatı boyunca pek çok şeylere şahit olur ve
hayatının her devresinde hâdiselerin içerisinde olarak onları yaşar. En elim ve acı şeyler olduğu gibi; en güzel ve sevilen hususları da yaşar. Acılar geçmişte kaldıkça ve    unutuldukça insana sefâsı ve iyi hâlleri kalır. Bunun aksi durumlarda da, iyi ya da güzel yaşanılanlar unutulur veya üzerinden zaman geçtikçe de lezzetleri silinir, elde elemi ve acı bir teessüfü kalır.
Unutmanın gerçekten felâket sayılabilecek bir tarafı da, Allah’ı unutmaktır. Gerçi Allah’ın varlığını unutmak hiçbir zaman mümkün değildir. Zirâ yarattığı her şeyde O’nun mevcudiyetini görür ve Rububiyetini anlarız. Buradaki                  unutmayı O’nun arzusu şeklinde yaşamamak olarak anlayıp ifâdelendirebiliriz.
Bir de nefsin unutulması vardır. Bediüzzaman’a göre                   unutkanlığın en kötüsü de budur. Nefsin unutulması, yâni tembellik etmek ve hizmete müteallik işlerde geri çekilmek. Yine Hazret unutmanın iki hâlini de nazara vermektedir; ‘kemâl hâli’ ve dalâlet hâli’. İnsanın nisyandan alınmasından dolayı unutkanlığa bu ikisinden biriyle müptelâ olmaktadır. Kullanılışına göre nimet veya vehamete vesile                          olabilmektedir. Buradan unutmanın, iki sıfatı da deruhte             ettiği anlaşılıyor. Bazen iyi, bazen de kötü neticelerin doğmasına sebep oluşuyla iyi veya kötü bir hâldir denilebilir.
Yaratanını ve bütün nimetleri veren ve bizi en mükemmel şekilde yaratarak, her türlü mükemmel cihazlarla donatan, iltica ettiğimizde cevap veren her şeyin Sahibini                         unutmak! Böylesi bir unutmak dünyayı ve âhireti de mahvetmek olur her halde.
Acıları, dertleri, üzüntüleri hafifleten ve izâle eden ‘unutma’yı da veren Rabbimize nihayetsiz hamdlar ederiz, vesselâm.

Okunma Sayısı: 1848
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı