Merhum Bekir Berk’in, Köprü dergisinin 1987-Temmuz sayısında yayınlanan bir yazısını, bugünkü “İslâmcılık” tartışmalarında fikir vermesi bakımından neşrediyoruz.
Seyyid Kutub: “İslâm, işe, toplumun idarî ve hukukî yapısından değil, akidesinden ve ahlâkından başlamıştır. Bugünkü hareket ve dâvetin, İslâmın başladığı aynı
noktadan başlatılması gerekmektedir... Bu iş, ancak yavaşlılık ve uzun süre isteyen; tavanı değil tabanı hedefleyen; İslâm ahlâk, terbiye ve inanç
tohumunu toprağa yeniden serpmekle ise başlayan bir metod ile mümkün olabilir. Gerçekten çok ağır ve uzun sürede ilerleyen bu yol, aslında en yakın ve en hızlı yoldur.”
ZAMAN, BEDİÜZZAMAN’I DOĞRULUYOR
Köprü’nün 110 sayılı ve Mayıs 1987 tarihli nüshasında yayınlanan “İslâmda zorlama yoktur” başlıklı incelemeyi takdirle okudum. İslâmî hizmette takip edilecek en isabetli yolun ne olduğunu hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde açıklayan araştırmayı yapanları ve yayınlayanları tebriki bir vecibe bilirim. Hadisât, Bediüzzaman Hazretlerinin “Zaman imanı kurtarmak zamanıdır” parolasıyla yola çıkanların en doğru yolda olduğunu hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde açıklığa kavuşturmuştur.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin hizmet metodunu teyid eden bazı düşünürlerin beyanlarını yayınlamanızın da isabetli olduğuna kaniim. Nitekim, 110 sayılı Köprü’nün yayınından sonra bir günlük gazetede yayınlanan, Seyyid Kutub merhumun İhvan-ı Müslimînin ilk andaki metodlarının hataları ile isabetli metodun hangisi olduğu hakkındaki darağaçlarının gölgesinde ve zindanda beklerken kaleme aldığı düşüncelerini de, Bediüzzaman’ın ne derece isabetli hareket ettiğini göstermesi bakımından okuyuculara intikali için naklediyorum. Evet, şehid Seyyid Kutub merhum şöyle diyor:
İSLÂM CEMAATLERİ SİYASÎ OYUNLARIN İÇİNDE BOŞA ENERJİ HARCAMAMALI
“İhvan-ı Müslimîn hareketinin ilk İslâmî harekete uygunluğu ve bizzat İslâm üzerine uzun süren bir inceleme neticesinde düşüncemde şu husus açıklık kazandı: Bugün İslâmî hareket, İslâmın geldiği ilk günkü insan toplumunun içinde bulunduğu duruma benzer durumla karşı karşıyadır. Bu benzerlik İslâm inanç sisteminin bilinmemesi—yalnızca İslâm nizamı ve İslâm şeriatından değil—aynı zamanda temel ahlâk ve değerlerden uzak kalınması cihetindendir.
“...Toplumun bütünüyle İslâm akidesinin ne demek olduğunu anlamaktan, ona karşı titizlikten ve İslâm ahlâkından uzaklaştığı bir zamanda İslâmî hareketler hükümetten İslâm nizamını, İslâm şeriatını uygulamasını istemekle kendilerini oyalamışlardı. Öyleyse İslâmî hareketlerin bir temelden başlaması gerekmekteydi, İslâm akidesinin anlamı kafalarda ve gönüllerde yeniden dirilmeli; bu sağlıklı dâvet ve kavramları kabul edecek olanlar İslâm terbiyesiyle eğitilmeli; mevcut siyasî oyunlarla vakit kaybetmemeli ve toplumlarda, hakikatiyle bildiği ve bu yüzden tatbik edilmesini istediği İslâm nizamına talip olacak güvenilir bir temel oluşturmadan ‘hükümeti ele geçirme ve böylece İslâmî sistemi yerleştirme’ hipotezinin gerçekleşeceği hayaline kapılmamalı idi.
“...İslâm nizamını tatbike koymak ve Allah’ın şeriatiyle hükmetmek acil olan ilk hedef değildir. Zira, toplumun tamamını veya âmme hayatında ağırlık sahibi sağlam bir kısmını önce İslâm nizamını doğru anlayabilecek seviyeye getirmeden, İslâm ahlâkı üzerine gerçek İslâmî terbiyeye ulaştırmadan bunun gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Her ne kadar, bu iş uzun zaman ve yavaş yavaş ilerlemeyi gerektiriyorsa da bu böyledir.
İSLÂM İŞE İMANDAN, AHLÂKTAN BAŞLAMIŞTIR
“... Günümüzde beşerî toplumların—İslâm ülkelerinde yer alanlar da dahil olmak üzere—durumu, İslâmın geldiği günkü Cahiliye toplumunun durumuna çok benzemektedir. Ve İslâm işe toplumun idarî ve hukukî yapısından değil, akidesinden ve ahlâkından başlamıştır. Bugünkü hareket ve dâvetin İslâmın başladığı aynı noktadan başlatılması ve değişik birtakım şartları nazar-ı dikkate almakla birlikte, aynı adımları izlemesi gerekmektedir.
“... Ona dedim ki, (Abdurrauf Ebu’l-Vefa’ya): ‘Biz insanları tekfir etmiyoruz. Bu çarpıtılmış bir nakil. Biz diyoruz ki insanlar, inanç sisteminin hakikatini bilmemeleri, onun gerçekten ne demek olduğunu kavrayamamış olmaları ve İslâmî yaşantıdan uzak bulunmaları bakımından, Cahiliye toplumunun durumunu andırır bir hâle gelmişlerdir. Bu yüzden hareketin başlangıç noktası İslâm nizamının kurulması tezi değil, İslâm inanç, ahlâk ve eğitim modelinin yeniden filizlenmesi olmalıdır. Yani, mesele insanlar hakkında bir hüküm vermekten ziyade, İslâmî hareketin metoduyla ilgilidir.’
TEPEDEN İNME DEVRİM, ÇIKMAZ YOL
“... Ben de ona vardığımız düşünceyi anlattım. Hareket tarzı açısından, düzenden önce akidenin hakikatini açıklayarak başlamanın zaruretinden, toplu teşkilâtlanmadan önce ferdî teşekkül sürecinden, tepeden inme bir devrim yoluyla İslâm nizamını kabul ettirmeye yer vermediğimizden, bilhassa da mevcut mahallî siyasî oyunlara girmek suretiyle boşa enerji kaybetmeyi benimsemediğimizden ve daha önce açıkladığım yeni metodumuzun hususiyetlerinden bahsettim.
TAVANI DEĞİL TABANI HEDEFLEMELİ
“... İslâmî idarenin işbaşına geçmesinin hiçbir ülkede bu gibi yollarla gerçekleşmeyeceğine, daha önce yerinde temas ettiğimi hatırlıyorum. Bu iş ancak yavaşlılık ve uzun süre isteyen; tavanı değil tabanı hedefleyen; İslâm ahlâk, terbiye ve inanç tohumunu toprağa yeniden serpmekle ise başlayan bir metod ile mümkün olabilir. Gerçekten çok ağır ve uzun sürede ilerleyen bu yol aslında en yakın ve en hızlı yoldur.
“... İhvan ve İslâm hareketlerle ilgili, genel olarak söyleyebileceğim bazı şeyler var. O da yürürlükteki hadiselerin onları yutmaması, gerek bu olaylara, gerekse siyaset ve parti manevralarına kendilerini kaptırmamalarıdır. Zira onlar için her ne kadar yavaş ve uzun süreli olsa da, daha geniş ve uzak bir saha var. O da, Allah uzun bir gayret ve sabrın karşılığında İslâmî düzeni kurmaya izin verinceye kadar, inanç, değerler, ahlâk ve toplumun sinesinde yerleşmiş olan İslâmî gelenekler açısından, İslâmî diriliş sahasıdır.”
***
Evet darağacına sevk edilirken, insanlığın yüz karası olan işkencelere rağmen “Bir zalimin önünde af dilemektense ölmeyi tercih ederim” diyen şehid Seyyid Kutub’un sözleri, teşhisi ve hatalı metodu red ile isabetli yolu seçişi ve bunu ölmeden evvel yazıp açıklaması, İslâmî hareketlerde bulunmak isteyen herkesin kulağında küpe olmalı. Ve, Bediüzzaman Said Nursî gibi bir üstadın talebesi olmaktan dolayı Allah’a şükretmeliyiz.
BEKİR BERK Cidde, Suudî Arabistan
(Köprü dergisinin 1987-Temmuz sayısından alınmıştır)