Hadis lügatte “söz” ve “haber” anlamına gelmektedir. Din dilinde ve İslâmî literatürde “Hz. Muhammed’e (asm) izafe edilen söz, davranış ve fiillere” hadis denilmiştir. Aslında hadis Hz. Peygamber (asm) ile ilgili her şeyi kapsamaktadır.
İslâm bilginleri ve usûlcülere göre dinin temel kaynakları dörttür: “Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas.” Kitap, Kur’ân-ı Kerîm olup vahiyle Hz. Peygambere (asm) gelmiş, o da bize dili ile “Bu Allah’ın kelâmıdır” şeklinde nakletmiş, yazdırarak korumuş ve ezberleterek okutmuştur. Sünnet ise Peygamberimizin (asm) vazifesi olan Kur’ân-ı Kerîm’in, yani vahyin, “tebliğ, beyan ve tatbik” vazifesinin gereği, gerek vahyin bir alt mertebesi olan “Hadis-i Kudsi” ve “İlham-ı Peygamber” ve gerekse kendi içtihadı olarak ibadet, ahlâk, hukuk ve içtimaî hayata ait açıklamaları ve beyanlarıdır. İcma ve kıyas ise sahabe, tabiin ve tebe-i tabiin başta olmak üzere İslâm bilginlerinin “Kur’ân ve Sünneti” esas alarak akılları ile yaptıkları içtihadlar, kıyaslar ve ittifakla kabul ettikleri ibadet, ahlâk, hukuk ve içtimaî hayata ait dinî meselelerdir.
Hadislere itirazlar özellikle dini kendi akılları ile anlamaya çalışan ve kendilerinin anlayışlarını din olarak kabul ettirmeye çalışanlar tarafından yapılmıştır. Kur’ân esas, hadis usûldür. Yani Kur’ân-ı Kerîmi hadislerle anlamaya çalışmak gerekir. Hadisi kabul etmediğiniz zaman kendi anlayışınızı hadis yerine koymak zorunda kalırsınız. Onların da yapmak istedikleri budur.
İlk asırlarda kendi akıllarını esas alanlar sünnete itiraz etmişlerdir. İmam-ı Şafiî “Camiu’l-İlim” eserinde, İbn-i Kuteybe “Te’vil-i Muhtelefu’l-Hadis” kitabında bu itirazlara cevap vermişlerdir.
Hadis Tarihini bilmeyen bir kısım heva ve heves düşkünleri hadislerin Peygamberimiz (asm) zamanında yazılmadığını iddia etmektedirler. Onların iddialarını gerçek kabul eden mukallitler de bu konuda taassuba yönelerek kendi tezlerini bu yanlış bilgiler üzerine bina etmektedirler. Yanlış bilgiden doğru sonuç çıkar mı? Zaten çıkmadığı için yanlışta ısrar ederek ehl-i ilim yanında cahil durumuna düşmüşlerdir.
Bu anlayış son zamanlarda tekrar ısıtılarak gündeme taşınmaktadır. O zaman fırak-ı dalle olarak bilinen muterizlerin görüşleri günümüzde yine batıdan gelen “zındıka cereyanı”nın temel kaynaklarını oluşturmaktadır.
XIX. Yüzyılda Hollanda’lı Dozy (1820-1889) ve takipçileri Hz. Peygamberin (asm) geriye Kur’ân dışında hiçbir şey bırakmadığını iddia eder. Yani iddiacılar batılı Hıristiyanlar veya ateistlerdir. İslâm bilginleri değildir. Müslüman olmayanların Peygamberimiz (asm) ve İslâm hakkındaki görüşleri ne derece doğru olabilir?
Düşünmek lâzım değil mi?
Müslüman olmayan Brockelman hadislerin çoğunun iki yüzyıl sonra tasnif edildiğini söyleyerek İslâm’ın kaynağı olmayacağını iddia ediyor. Fazlurrahman da onu destekliyor. Hadislerin peygambere değil, sonraki nesillere dayandığını iddia ediyor. Sahabeden ve Tabiin ulemasından rivayet edilerek gelen hadislerin –hâşâ – Peygamberimize (asm) ait olmadığını, yani uydurulduğunu iddia eden sözde ilim adamlarımız var. Tabiî ki bunların kaynağı İslâm bilginleri değil batılı J. Schacht gibi fıkıhla ilgili hadislerin sonradan nasıl uydurulduğunu ortaya koymaya çalışanlardır.
Peki bu batılı İslâm düşmanlarının kaynağı nedir?
Hz. Aişe’nin (ra) tesbit ettiği “Haruriler” yani “Haricilerdir. Nitekim Hariciler istedikleri gibi yorumladıkları için “Biz Kur’ân’ı esas alırız” demişler, ama tatbikata yönelik olduğu, itirazı ve farklı yorumlanması mümkün olmadığı için “Sünneti” kabul etmemişlerdir. Onlar Peygamberimizin (asm) yolundan giden ve sünnete uyan sahabeleri kendilerinin anladığı ve hevalarına göre yorumladığı âyetlere aykırı hareket ederek küfre düştüklerini iddia edecek kadar ileri gitmiş cahiller güruhudur.
Halbuki “Hadis Tarihini” ve “Hadis Usûlü”nü okuyanlar bilirler ki sahabeler Kur’ân-ı Kerîm’i korudukları gibi Peygamberimizin (asm) sünnetinin kaynağı olan hadisleri de yazarak korumuşlardır.
O halde neden iki asır sonra yazıldı deniyor?
İki asır sonra muhaddisler sahabelerden o zamana kadar gelen yazılı metinleri tasnif ederek Hadis Mecmuaları olan “Sahih” “Sünen” ve “Müsned” şeklinde daha sistematik hale getirmişlerdir. Öncesini yok sayan cahiller ve kötü niyetliler de bunu bilerek gizlemeye çalışmışlardır. Özellikle Müslüman olmayanlar Kur’ân-ı Kerîm’e itiraz edemedikleri ve aciz kaldıkları için çeşitli bahanelerle hadislere ilişmişlerdir.