Bakara Sûresi‘nin şu 47. âyetinde Cenab-ı Hak, İsrailoğullarına, yani Yahudilere hitaben, “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi diğer milletlerden daha değerli kıldığımı hatırlayın!...” denilmekte.
Yine Kur’ân-ı Kerim’de Hz. İbrahim’e ve onun soyundan gelecek olanlara vaat edilen şu “topraklardan” bahsedilir… Mâide Sûresi’nin 21. âyetinde Hz. Mûsa, İsrailoğullarına hitaben, “Ey Kavmim! Allah’ın size girmenizi emir buyurduğu şu ‘Arz-ı Mukaddese’ye (Kutsal Topraklara) girin ve sakın gerisin geriye dönmeyin! Yoksa ‘hüsrân’a uğramış olanlardan olursunuz…” denilmekte.
İsrail Devleti, 14 Mayıs 1948 tarihinde, David-Ben Gurion öncülüğünde Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Millî Konseyi tarafından kuruldu. Böylece Yahudiler, Mîlattan önce, liderleri şu Kral Şaul tarafından 1050 yılında kurulan ve Hz. Davut ile oğlu Hz. Süleyman (as)’ın da krallık yaptığı ve ilk İsrail devleti kabul edilen İsrail Krallığı ve Mîlat’tan sonra 134’te Romalılar tarafından yıkılan şu son devletlerinden, yani yaklaşık 2.000 yıl sonra şu yeni bir devletlerine kavuşmuş oldular.
Bugünkü İsrail’in kuruluşunun temelinde iki sâik yatmakta: Yahudilik ırkı ve Mûsevilik dini bağlamında şu “seçilmiş” olmak vurgusu. Bir de kendilerine Tevrât’ta vaat edilen şu Arz-ı Mev’ûd…
Tevrât’ın en geniş yorumu ise, tefsiri mâhiyetinde olan ve “Sözlü Tevrât” da denilen Mişnâ ve Gemara adı verilen iki bölümden oluşan Talmud’tur.
Bu “seçilmiş” olmak, aslında Yahudilere bir “üstünlük” sağlamamaktadır. Tam aksine, daha ağır bir “yükümlülük ve de sorumluluk” onlara yüklemektedir. Çünkü Tevrât’a göre, diğer insanlardan ve dinlerden farklı olarak, her Mûsevi’nin yerine getirmesi zorunlu olan, emir ve nehiy itibariyle, toplam 613 emir vardır ve bunlar Hz. Mûsa’ya bildirilmiştir.
Konuyla yakından ilgilenen munsıf İsrailli yazarlardan Lizzie Doron, “Irk ya da din nedeniyle ‘özel’ olmaktan bahsetmeyi bırakmalıyız… Bizim bir geleneğimiz var, bir tarihimiz var, ama diğerlerine de ‘bakmamız’ lâzım… Daha zayıf olanlara karşı ‘empati’ kurmalıyız… İletişim kuracak insanları bulmalıyız… Diğer türlü, sonsuza kadar savaşmaya mahkûm olacağız…” demekte.
Şu tamamen yanlış anlaşılmış “seçilmiş” olmak vurgusu ve buna bağlı olarak, şu diğer insanların aslında “değersiz” olduğu inancı ve buna bağlı bir “devlet kabulünün” ortaya çıkardığı “insanlık dışı” sonuç, BM Filistin Özel Raportörü’nün şu düşündürücü açıklama ve de ifadelerinde saklı: “Abluka altındaki Gazze halkının kaynaklarını kesmek ve aç bırakmak, ‘savaş suçu’dur ve eğer kasıtlıysa, bu ‘insanlık suçu’dur. Gazze nüfusunun büyük bir kısmı ‘soykırıma’ maruz kalıyor, İsrail, sivilleri bombalamayı bırakmalı…”