"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

SANATÇI DURSUN ALİ ERZİNCANLI: Şiirden maksat Efendimizi (ASM) anmak

13 Kasım 2013, Çarşamba
Şiirden maksat; Resûlullah’ı anmak ve Allah (cc) rızasını, hoşnutluğunu kazanmaktır bizim için. “Sözde sihir vardır” buyuruyor Efendimiz. Gayemiz Resul-ü Ekrem Efendimizi anmanın hazzını, büyüklüğünü yaşamak. Onu anma hazzının bir insan üzerindeki etkisini görmek başka bir güzellik. İşte bunu aynı güzellik ve açıklık ile anlatabilmek, yaşatabilmektir amacımız.

SANATÇI DURSUN ALİ ERZİNCANLI: Şiirden maksat Efendimizi (asm) anmak

 

 Bu güne kadar yapmış olduğu çalışmalar ile gönüllerde taht kuran Dursun Ali Erzincanlı için şiir ne anlam taşımaktadır?

 

Bu sorunuzun cevabı için ilkokul zamanlarıma kadar dönmem gerekiyor. Türkçe derslerinde öğretmenimin bana bir metin okutmasını beklerdim hep, heyecanla. Okumayı çok seviyor, kendi sesimi duyarken değişik bir duygu hissediyordum çünkü. Hatta parmağımı kulağıma kapatarak kendi iç sesimi -sanki radyodan televizyondan geliyormuş gibi- duyma denemeleri yapar ve sonra metni okurdum. Sonrasında Erzurum’da üç yıllık bir Kur’ân Kursu dönemimiz oldu. Kur’ân-ı Kerîm ile hemhâl olup hafızlık yapmaya gayret ettik, fakat ihtilâl dönemine denk gelmiş olması nedeni ile tam manası ile bitiremedik! O dönemlerde ‘İmam Hatip liseleri kapatılacak’ diye bir karar çıkmıştı yahut öyle bir söylenti vardı. Babam da; “Ben seni İmam Hatip okuluna yazdırmak için bir alt yapı olması niyeti ile kursa gönderdim. Okullar kapanmadan seni İmam Hatip lisesine yazdırayım” dedi ve beni liseye yazdırdı. Tabi üç yıl aradan sonra gittiğim için diğer çocuklardan büyüktüm ve o zamanlar sesim onlara göre biraz daha kalındı. Sınıf başkanı seçileceği zaman beni seçerlerdi. Metin okumaları, gençliğe hitabe ve okuldaki müsamerelerdeki sunuculuk gibi vazifeler de bana verilmeye başlanmıştı. Orta ikinci sınıfa geldiğimiz vakit bir arkadaşım dereceye girmiş ve ödüle lâyık görülmüş olan bir şiirini bana gösterdi. Şiire baktım ve içimden ‘Ben de yazarım’ dedim ve hemen eve giderek ilk şiirimi yazdım.
“Bir garip görmüştüm yorgun ve yalnız, hayalden hayale dalar gibiydi.  
Mehtaplı gecede hem de apansız, gözleri yaşlarla dolar gibiydi.”
Yazdıklarımı sürekli edebiyat öğretmenim Muharrem İnce’ye götürüyordum. İnsan öncelikle nerede olduğunu bilmeyebilir. İşte bunun için bir öğretene, bir ustaya ihtiyaç vardır. Kendi yaptığı şeyi doğru bilirse ve onun üstünü altını bilmezse nerede durduğunu da bilemez. Her gün bir şiir yazıp götürdüğüm için hocam sıkıldı artık sanırım ve “Dursun Ali geç yerine, ben size bir şey anlatacağım” dedi ve anlatmaya başladı. “Bir padişahın veziri varmış, padişah şiir yazar ve sürekli vezirine okuturmuş. Vezir padişaha ne desin, iyi olmamış dese kafa gidecek. Bir-iki güzel olmuş dedikten sonra vezir dayanamamış ve “Padişahım, kafiye yok, vezin yok, hece ölçüsü yok, ama çok güzel bir şiir demiş.” Muharrem Hocam öyle deyince bende de bir kafiye, hece ölçüsü, vezin nedir sorgusu başladı tabi... Derken şiir okuma yarışmalarına katıldık ve hutbe okuma yarışmalarında Türkiye ikinciliği ve Doğu Anadolu’da bölge birinciliği kazandık. Diyanet veya İlahiyatta görev alabilirdim, vaaz hocası ya da imam olabilirdim. Fakat öğretmenlerim; “Sizi radyoda, televizyonda görmek istiyoruz” diyorlardı. 1992 yılında İstanbul Üniversite Edebiyat Fakültesi’ni kazandım ve İstanbul’a geldim. Babam evin içini boya-badana yaparken, ben de küçük bir teyp aldım ve banyoya geçtim. Banyo boş olduğu ve yankı yaptığından Necip Fazıl Kısakürek’in ‘Kaldırımlar’ şiirini okuyarak kaydettim. Üniversiteye gidip gelirken artık hep onu dinliyordum. Sonrasında bir yıl Mesut Uçakan Bey’in film şirketinde çalıştım. Ardından da 1993 yılının Haziran ayında Radyo Moral’de programcılığa başladım.

 

Başlangıç olarak bir heves ile çıktığınız yol, sonrasında bir amaç ve anlatıma dönüştü. O hevesin amaca ve anlatıma dönüşme süreci nasıl gerçekleşti?

 

Bir radyo ve televizyonda görev almak bile bir hayaldi. Allah û Teâlâ o hayali gerçekleştirdi ve ben Moral’de program yapmaya başladım. Bir istek programıydı ve beş altı saat boyunca istek alıyorduk. Sonrasında dinleyici ile telefon irtibatları... “Gecenin Sesi”, “Ferzan” gibi programlar derken, yavaş yavaş iş tasavvufa ve Efendimiz’in (asm) hayatına doğru varmaya başladı. Ayrılık, aşk, anne, gurbet şiirleri okuyordum, ama Efendimiz (asm) ile ilgili şiirlere gelince muhteşem bir tat veriyordu. Zamanla diğer şiirlerden tat almamaya başladım, fakat bir Arif Nihat Asya’dan, Nurullah Genç’ten naat okuyunca... İstiyordum ki bitirip tekrar tekrar okuyayım. Böylelikle konu sadece Efendimiz (asm) olan bir programa dönüştü.

 

ŞİİRDEN MAKSAT...

 

 Edebiyatta şiir belki de en etkili anlatım yollarından biridir. Bu yola çıkarken hedefiniz neydi ve ulaşacağınız noktanın günümüzdeki nokta olacağını tahmin edebiliyor muydunuz?

Erzurum’da çatısı olmayan bir ev, üç kız kardeşim ve ben. Okuyoruz, ama geleceğe yönelik hayallerimiz de var. İçimde bir şeylerin olacağı hissi hep vardı, hatta bu bir arayıştı. Meşrû daire içinde bu anlamda birçok şeyi denedim. Atletizm yarışmalarına girdim, futbol oynadım. Babam bir devlet hastanesinde aşçıydı ve onun tek isteği bir devlet işine girip kendimi garantiye almamdı. Fakat Allah û Teâlâ’nın neyi murad ettiğini bilemiyoruz. Efendimiz (asm) bir hadis-i şerifinde “Çalışın, Allah û Teâlâ sizi hangi iş için yarattıysa o işi size kolay kılar” diyor. Dolayısıyla sabah yedi akşam beş mesai mefhumuna uygun bir yapım yoktu. Zorlamaya gelmeyen ve zaman kısıtlamasına uymayan bir yapım vardı. Öyle bir iş ile meşgul etti ki Allah û Teâlâ bizi, bazen evden çıkıyoruz bir ay sonra dönüyoruz. Şiirimiz ise manayı Resulü Ekrem Efendimiz’i (asm) anlattığı için alıyor. Yoksa çok sanatsal bir yönü yok. Hatta bugün şairler arasında da edebi olarak anılmaz belki. Çünkü mensur şiir, yani normal düz bir yazı. Bir Arif Nihat Asya -mensur şiir yazarıdır- ile aynı kefeye girmek de zaten mümkün değildir. Ben sadece bir şair olarak anılmak ya da çok sanatsal çalışmalar yapmak niyetinde olan biri değildim. Çünkü Necip Fazıl Kısakürek’in ‘Çile’ kitabını okuduktan sonra dörtlük yazma, beyit yazma hayal gibi, boşluğa taş atmak geldi bana. Her kalpte Efendimiz’e (asm) olan muhabbet vardır, fakat farkında değildir yahut istikamet üzere değildir. Biz günde beş vakit namazımızı kılıyor muyuz? Eğer kılıyorsak Allah û Teâlâ’ya hamd ü senalar olsun. Biraz Kur’ân-ı Kerîm ve tefsirini okuyor muyuz? Bir hizmetin bir yerinde miyiz? Resul-ü Ekrem Efendimizin anılması zaten başlı başına bir şiirdir. Şiirden maksat Rasulullah’ı  (asm) anmak ve Allah (cc) rızasını, hoşnutluğunu kazanmaktır bizim için. Kaldı ki bu işin sanatını üst seviyede icra edenlerin ellerinden öpüyoruz. Fakat ben şiir okurken annem, çocuğum, eşim maksadı anlamalı. Çünkü konu Efendimizin (asm) hayatı, ben nasıl onu nasıl süsleyeyim? Halbuki Onun ismi zaten süslüyor şiiri. Güzellik anlatayım size meselâ. Bir gün Efendimiz (asm) otururken (ekmek-yemek yerken)  bir kadın “Aa! Baksana şuna köle gibi yiyor!” demiş. Efendimiz (asm) ona tebessüm ederek “Ben Allah’ın kölesiyim” diye cevap vermiş. Aynı zamanda o dönemin meczup veya hafifmeşrep olarak bilenen kadınlarından biri ise, “Muhammed bana da ver o yediğinden” diyor. Efendimiz (asm) ise yediği lokmayı kadına uzatınca “Yok, o ağzındakinden ver!” diye yineliyor isteğini. Efendimiz (asm) bu defa mübarek ağızlarından bir parça çıkarıyor ve o kadına veriyor. O parçayı yedikten sonra Medine’nin en iffetli hanımlarından biri oldu söyleniyor. Sözde sihir vardır buyuruyor Efendimiz (asm). Gayemiz Resul-ü Ekrem Efendimizi (asm) anmanın hazzını, büyüklüğünü yaşamak. Onu anma hazzının bir insan üzerindeki etkisini görmek başka bir güzellik. İşte bunu aynı güzellik ve açıklık ile anlatabilmek, yaşatabilmektir amacımız. İnsanlar sıkılmadan dinleyebilsinler bizi. Onun için müzik, efekt, şiir, biraz devrik cümle, kendimizden bir şeyler... Tabi bunları yaparken de bir benzetme yaparsın “Yürüyüşün ölümü korkutuyor” gibi. İşte burada heybeti hissettirirsin meselâ insanlara...

 

 Sizin şiirleriniz insanların üzerinde neden bu kadar etkili oluyor peki, bu etkiyi neye bağlıyorsunuz?

Okuduğum albümlerde bana ait olan kırk tane şiir var. Bunu inşallah altmış üçe tamamlayıp bir koleksiyon yapmak istiyorum. Müziklerini yeniden yapıp, okuyacağım. Bazı hatalarım olmuş “Babüsselâm Kapısı” demişim! Halbuki, “Babüsselâm”ın kendisi zaten “Selâm Kapısı” demek. Yani selâm kapısının kapısı gibi olmuş. Bu tür bazı edebi yanlışlıklar yapmışız. Bunları düzelteceğiz ve altmış üç şiiri Efendimizin (asm) her yılına bir şiir olmak üzere tamamlayacağız inşallah. Belki Allah-û Teâlâ’nın rahmetini üzerimize çekmemize bir vesile olur. Etkili olmasının tek sebebi Efendimizi (asm) anmanın hazzını, tadını alıyor olmamız. Ama anarken tasavvuf büyüklerinin bildiğimiz terbiyelerine dikkat etmeye çalışıyoruz. Efendimizin (asm) ismini direkt olarak anmamaya gayret ediyoruz. Çünkü Allah û Teâlâ direkt olarak Efendimiz’e (asm) “Ey Muhammed” diye hitap etmemiş. “Ey şanı yüce Resül”, “Ey Allah’ın Nebisi” diyor. Bu bize Allah û Teâlâ’nın gösterdiği âdabtır!..

 Sohbetimizin başından beri dikkatimi çeken bir şey var ki, o da eksiklik noktasında hep bir açık kapı bırakıyor ve kendi eksiğinizi de direkt olarak ortaya koyabilen bir insansınız...

 

İslâm âlemindeki bir buçuk milyar insanın hepsini şair olarak farzetsek ve her birimiz “Bedir” şiirini yazsak, inanın herkesten ayrı bir şey çıkar ortaya. Allah û Teâlâ için Efendimiz (asm) buyuruyor ki “Ya Rabbim seni lâyıkıyla idrak edemedik!” Bu, İmam Kurtubi Hazretleri’nin ifadesidir. Allah (cc) Habibini perdelemiştir. Eğer perdelememiş olsaydı sahabe dahil hiç kimse O’na (asm) bakmaya tahammül edemezdi. Onun sıfatlarını idrak etmek mümkün değil! Ama her sahabe de O’nun (asm) bir tecellisini, hani Üstad Hazretleri buyuruyor ya “Allah-û Teâlâ’nın ism-i azamlarını azam derecede tecelli ettiriyor” diye. Her bir peygamber Allah û Teâlâ’nın bir ismi azamını bayraklaşmıştır. Meselâ Hz. İbrahim (as) ‘tevekkül, dost’, Hz. Musa (as) ‘kelâm’, Hz. Eyyüb’de (as) ‘sabır’ ismi biraz daha öndedir. Ama Efendimize (asm) geldiğimizde bütün ism-i azamlar aynı derecede ve üst seviyede temsil edilmiştir. Bu Efendimizin (asm) kendine has bir büyüklüğü değildir. Allah û Teâlâ temsil etsin diye O’nu (asm) büyük yaratmış. O zaman Efendimizi (asm) anmayı herkes kendi ölçüsünde yapabilir. Bir deryadır “O”, bir umman...

 

 

 

BEDİÜZZAMAN ŞİİRİN DÜNYASINA GİREMEMİŞ, ÇÜNKÜ...

 

Tarihimize bakıldığı zaman Evliya Çelebi, Fuzuli, Yaman Dede (Dyamandi), Said Nursî Hazretleri gibi adını sayamadığımız daha nice değerimiz, Peygamber Efendimize (asm) olan muhabbetlerini şiir, naat ve kasideler ile ifade etmiştir. Yapmış olduğunuz çalışmalarda bu değerli gönül erlerinin muhabbetinden beslendiğinizi söyleyebilir miyiz?


“Allah (cc), Resul-ü Ekrem Efendimiz  (asm), bir peygamber veya bir sahabeden bahsederken, onların heybetlerine azametlerine halel gelmeyecek şekilde bahsetmek lazım!” der büyüklerimiz....
Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerini diğer değerlerimizden ayırmak durumundayız. Çünkü Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri şiirin dünyasına girememiş hiç, Efendimizin (asm) giremediği gibi. “Biz o yönde istihdam edilmedik.”
Neden? Çünkü Kur’an’ın hakikatlerini asrın insanına müthiş bir heybet ile vereceği için şiirin dünyasına girememiştir.

Kur’ân’ı bu asrın insanına anlatmak!
Ben on yıl yine Risale-i Nur perspektifinden bakan bir radyoda ‘Moral FM’de program yaptım. Risale-i Nur’u ve Üstad Hazretlerini orada tanıdım. İmam hatip mezunuyum. Özür diliyorum, ama o dönemde İmam Hatip Lisesi’nden Risale-i Nur Talebelerine bakış; “Kur’ân okumazlar, kırmızı kitap okurlar” şeklindeydi! Ben üniversiteye girdiğim zaman Moral FM’de çalışmaya başlayınca tanıdım, anladım “Kırmızı Kitaplar”ın da Kur’ân-ı Kerîm’in tefsiri olduğunu. Bir önyargı vardı. Üstad Hazretleri’nin üslûbunda Efendimizin, Kur’ân-ı Kerîm’in ve aslında her şeyin Allah (cc) irtibatını gösteren üstün bir ihtişam. Evliya ya da velâyet derecelerinin en son noktası ‘Hayret Makamı’.
Fakat Yaman Dede gibi, Fuzuli gibi zaatlar Peygamber âşığıdırlar. Çok ciddî manada bir öğreticiliği yok. Fakat Üstad Hazretleri direkt Kur’ân’ı muhatap aldığı için orada müthiş bir ilim mevcuttur. Ama diğerlerinde Peygamber sevgisi var. Biri Mekke-i Mükerreme diğeri ise Medine-i Münevvere gibi...  

 

 

Melek Şafak

[email protected]
[email protected]

 

 



 

Etiketler: melek şafak
Okunma Sayısı: 5522
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Menzil Sofisi

    13.11.2013 00:00:00

    Dursun Abi seni seviyoruz..
    Gavsımıza Selamlar..
    Üstad Hazretlerinin ellerinden öperim

    Rabbim şefaatlerine erdirsin...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı