"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Her darbe demokrasiyi zayıflattı

06 Mayıs 2025, Salı
Merhum Sırrı Süreyya Önder, Genç Yaklaşım dergisinin 12 Eylül darbesini kapak dosyası yapan Eylül 2009 sayısına verdiği röportajda “Darbelerin en kalıcı mirası, demokrasinin garantisi olan unsurların ortadan kaldırılması oldu” demişti.

12 Eylül darbesinin toplumsal  ve siyasal alandaki yansımalarından  başlayalım.  

12 Eylül’ün yoksullara, sosyalistlere, aydınlara yaptıklarını şimdiye dek anlattık. Zaten son filmim (Beynelmilel) de bunun üzerine. 12 Eylül’ü diğer  darbelerden ayıran daha kıyıcı, daha  zalim bir yanı vardır. Hiçbir darbeyi  ayırmam. Darbenin iyisi kötüsü olmaz. Fakat bu darbenin diğerlerinden büyük bir farkı var. Bir toplum tasavvuru, bir nevi toplum mühendisliğine soyunmasıyla diğerlerinden ayrılıyor. Ve onu izleyen bütün askerî müdahaleler, e-muhtıralar, 28 Şubatlar gibi antidemokratik müdahalelerin bizatihî hazırlayışıdır. Yani bu tip müdahalelerin hepsine 12 Eylül başlığında bakabiliriz. Sağda birçok operasyon yapıldı. 

YENİ ASYA DIŞINDA SAHİP ÇIKAN OLMADI

Bunlardan en önemlisi Bediüzzamansız bir Nurculuk teşvik edildi. Bediüzzaman  yasak, ‘Nurculuk’ serbest. Ben bunun çok hesaplıca yapıldığını düşünüyorum. Daha angaje yapılara yol verilmesi, daha uysal yapıların teşvik edilmesi, ıslâh edilmesi, bana hep önceden hesaplanmış bir şey gibi gelmiştir. Hep zihnimi kurcalayan bir şeydir. Niye Bediüzzaman yok? Hiç kendimizi kandırmayalım. Nurcu geçinenler arasında Bediüzzaman’ın esamesi okunmuyor. Yeni Asya ekolü dışında buna sahip çıkan yok. 

Darbe sonrası süreçte devletin cemaatlerle temasları var. Bu temaslara yakından bakıldığında anlattığınız manzara şaşırtıcı değil... 

Bediüzzaman’ın Risale-i Nur Külliyatını okuyan, bir şekilde aşina olan, haberdar olan herkes bilir ki milliyetçilik ve kavmiyetçilik bahsinde Bediüzzaman’ın çok ‘sert’, üst perdeden itirazları vardır. Yani bunlardan en meşhuru Ziya Gökalp’e söylediğidir. “Kırk bin  tane kızıl elmayı bir kelle soğana değişmem” diyor. 

Bediüzzamansız Nurculuk derken  buna itiraz edenler olacaktır. İşin aslı  öyle değil. Bediüzzamansız Nurculuk  davasındaki herkes aynı zamanda milliyetçidir.  

Beynelmilel filminde ilginç bir  anekdot var. Gevendelere temsili düşman üniforması giydiriyor subay. Bu, darbecilerin zihin kodlarına işaret eden bir şey... 

(...) İstanbullular bilirler. Abdullah Tırtıl’ı belediye başkanı yapmışlardı. İlk yaptığı iş her meslek erbabına farklı renk giydirmekti. Simit satanlar  mavi giyiyorlardı. Eminönü’ndeki işportacılar gri giyiyorlardı.

Kışla mantığı...

Kışla mantığı değil, dar kışla mantığı.

(...)

- Peki bu içselleştirme, darbe sonralarında toplumu faşizme yaklaştırmıyor mu?  

12 Eylül askerî darbesi uluslararası emperyalist sermayenin kotardığı ve adım adım uygulamaya koyduğu bir plandır. Sonuçta bir Amerikan darbesidir. Hem Amerikan darbesidir, hem Amerikancıdır. Bugün artık organik ilişkileri ayyuka  çıkmıştır. Bu “Your boys have gone” dendiği gibi...

“Your boys have done” 

Ben içimden geçeni söyleyeyim. Gitmiş olmalarını tercih ederdim. Dervişin fikri neyse zikri de odur. (Gülüşmeler) 

ZEKÂSIZ TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ

Tamam, toplum mühendisliğine soyunursun ama bunun için de asgarî bir zekâ gereklidir. Zekâ istiyor uygulamaya. Amerika’da kotarılan bir şey bu ahmakların elinde absürtlüğü çok daha katlanarak arttı.

- Diğer darbelerden daha zalim. Neden? 

Bir yönüyle daha, daha zalim. İslâmı da kullanmaya tevessül ediyor. “Ben hacı çocuğuyum, dedem müftü” gibi İslâm analoğunda yan yana durmayacak soy sop, ırk meselesiyle ilgili söylemlerle fetvalar çıkarılmıştır. Tamam bab-ı içtihat kapalı değil ama bu kadar da eli kanlı adamların eline  düşmemeli.

 BEDİÜZZAMANSIZ NURCULUK

- Bediüzzamansız Nurculuk demiştik Açalım biraz?  

Statükoya çekilmiştir. Üstadın belki tiksinme listesi yapılsa, başta yer alacaklardan birisi statükodur. Üstad, Muhakemat’ı “saykalü’l İslâmiyet” olarak niteliyor. Misyon şu; bin yıldır biriken tozu, kiri, pası İslam’ın üzerinden silmek, Bu bin yıllık süreç, statükodur. Emevîlerden  başlayarak...  

Emevînin yaptığı zulüm kaleme kâğıda sığmaz. (...) Maraş katliamıyla ilgili bir senaryo yazıyorum. Orada meseleyi Kerbelâ’ya dayandırıyorum. Küçük bir çocuk soruyor “Kerbelâ neresidir?” diye. “Kerbelâ, yavrum” diyor dedesi,  “Kerbelâ, İslâm’ın yoksulun elinden alınıp zenginin insafına  teslim edildiği yerdir.”  

- Bu cümleler size mi ait?  

 Evet, bana ait. Bunu çok önemsiyorum. Olay sınıfsal temellidir. Ne zamanki siyasal İslâmcılar böyle bakmaya başlar, o zaman tarihsel meseleler yerli yerine oturur. Başka bir açıklaması yok. Kim şuna ikna edecek beni; Peygamber torununa hangi el kılıç kaldırabilir? Bunun başka bir izahı yok. (...)

KUR’ÂN SOSYAL ADALETİ DERS VERİR

(...) Kurân’ın nüzul sırasına baktığımızda, ilk 23 ayetin gelişi üç buçuk sene sürmüştür. Bu 23 ayet bahçe sahiplerini ikaz  eder. Onları bekleyen akıbetten haberler verir. Faizi yasaklamak, zekâtı farz kılmak hep bu ayetlerdendir. Buraya kadar bir tane put lafı yoktur. Müşrik lafı yoktur.

- Peki olaya böyle bakmak sınıf mücadelesini daimî kılmaz mı?  

 Mülk Allah’ındır demek, mülk yoksulundur demektir. Yoksa Allah’ın mülke ihtiyacı mı var? Zengine der ki, bunda  yoksulun da payı vardır. Yani tasarruf hakkı zenginin değildir..  

 Yani bir zümreye ait değildir. Niye durup dururken “Mülk Allah’ındır” ayeti inmiştir? Haşa, Allah’ın ihtiyacı mı var  mülke?  

  SAHABENİN ZEKÂT SINAVI

- Sınıf mücadelesini İslâm’ın içine sokmuş olmuyor muyuz?  

 Hayır, var olanı teşhis etmiş oluyoruz. Niye Cennetle müjdelenenler bile muteriz olabildiler? Bir tek sebebi var. Başka bir sebep yok Başka bir şey tartışılmıyor. Neyi tartışıyorlar peki? Zekât. Zekâtı tartışıyorlar. Zekâtı kaldırın geri gelelim, diyorlar. Niye zekâtın kaldırılmasını istiyorlar? Çünkü “Mülk Allah’ındır” dendiğinde tüm itirazlar ona gidiyor. Zorlama bir çıkarım değil bu. Cahiliye döneminde putlara gelen hediyeler dokuz aileye pay ediliyordu. Dokuz tane tekel olarak görebiliriz bunu. Bunlar bu gelirden mahrum oldular. Önlerindeki tek engel peygamberdi. Onun vefatından sonra harekete geçtiler. Tüm toplumlarda böyledir. Kaos anlarında mevzîsini kaybeden sınıflar harekete geçerler. 

TEKNOLOJİ GELİŞTİKÇE İDRAKİMİZ AZALIYOR

- 12 Eylül’e dönersek Amerikancı bir darbe olduğunu söylediniz. Kolaycılık olmuyor mu Amerika’yı suçlamak? Sonuçta iç dinamikler de var. 

 

Varlar. Ancak baskın değiller. Bugünün darbecilerine bakarsak çok da zeki olmadıklarını görüyoruz telefon konuşmalarında. Fatma Karabıyıkoğlu’nun son günlerde okuduğum bir yazısında katıldığım bir tespiti vardı. Diyor ki her teknolojik gelişme bir melekemizi noksana düşürüyor. Gün geçtikçe idrakten düşüyoruz. Sen düşünme diyorlar. Oysa biz idrakimizle bilcümle mahlukattan ayrılıyoruz. Dolayısıyla insan hayvanlaştırılıyor. Teknolojiyle mesela yazma melekemiz eksildi. Düşünme melekemiz de öyle. Ahmaklık buradan sonra çıkıyor. Küresel bir vakıa yani. Sadece darbecilerde değil.

 Demek istediğim bu değildi. Çok farklı bir bakış açısı oldu. Şunu diyorum, darbeciler telefonla konuşurken o kadar rahatlar ki, ya çok ahmaklar ya da devlet buna müsaade ediyor. Telefon gibi çok rahat dinlenebilen bir araçla iletişim kuruyorsunuz ve suç işlerken bu kadar rahatsınız...

CELLAT DA SENSİN, YARGIÇ DA

İkisi de değil. Nedir peki? Düne kadar dinleyen kendileriydi de ondan. Beklemiyorlardı, Bunların anlayışında cellat da sensin yargıç da. Dolayısıyla kendilerini yargılayacak her türlü şeyden münezzeh olduklarını düşünüyorlardı. Ve öyleydiler.

- Ne değişti? 

 Konjonktür değişti. Uluslararası konjonktür bunları artık bir safra olarak görüyor. Çünkü zamanın ruhu değişti.

- Peki şu yok mu? Artık kapitalist sistem savaşlar üzerinden yürümüyor. Üretim üzerinde yürüdüğüne göre çatışma üretecek uzantılara ihtiyaç duymuyor. Ve dolayısıyla tasfiye ediyor.

SAVAŞ, ENERJİ VE KAYNAKLAR ÜZERİNDEN

Şöyle bir şey var. Böyle bir zulme ortak olabilmen için bir miktar ahmak olman lazım. Yoksa angaje edilemezsin. Onun için bunlar konjonktürün değiştiğini idrak edemezler. Bunlar sürüler. Sürü refleksiyle hareket ediyorlar. Bir tek çobanları görür eyyamın değişmekte olduğunu. Onlar da süratle yeni konumlarını belirlerler. Değişen şu, artık savaş, enerji ve doğal kaynaklar üzerinden. Bunlar hâlâ milliyetçilik ve antikomünizmdeler.

- Anti-Amerikancı değiller mi yani?

 Yok, değiller. Zaten çarşaf çarşaf çıkıyor naylon anti-Amerikancı oldukları. 

- Sanatçılar darbeyle hesaplaşmakta ne kadar başarılılar? Ya da neden, örneğin sinemada darbeler hesaplaşılacak şeyler olmak yerine dolgu malzemesi olabiliyor? Beynelmilel’de olabilen, zulmün ifşası, neden diğerlerinde olmuyor?

Ne desem gurur olacak. Kibre kadar yolu var... Zekâ lazım bir kere. Olanlar ortaya konsa en azından. Bu da zekâ gerektirmez herhâlde?

SİNEMA ZEKÂ GEREKTİRİR

Sinema olanları göstermek değildir. Yeniden üretme biçimidir. Birinin öldüğünü göstermek sinema değildir. Nakletmektir. Üstad’ın Muhakemat’ta ifade ettiği gibi bir hakikat var. “Takarrur etmiş usuldendir; akıl ve nakil tearuz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil olunur.” Yani akla bırakmak gerektir. Sorunu tek başına göstermek bir şey değildir. Çok çok zulümdür dersin. Gereğinden fazla görürsen de yabancılaşırsın. Artık o ölüm sana hiçbir şey hissettirmez. Bu nakilciliktir. Mekanizmasını açıklamak gerekir. Bunu yaptığında bir reçete de elde etmiş olursun. Bu mana da bir zekâ meselesidir. Hadi tevazuyu bir kenara bırakalım. Allah affetsin. (Gülüyoruz) Sinema hayatın yeniden üretilmesidir. Nakledilmesi değil. Hayatı “yeniden üretmektir”. Yeni bir forma sokmaktır. Yoksa yaratmak değil. Esmaü’l-Hüsnaya ortak olacak değildir.

TEHLİKELİ GÖRDÜKLERİNİ İMHA ETMEYE ÇALIŞTILAR

- 12 Eylülün etkilerine dönersek?

Bediüzzamansız Nurculuk demiştik. Tabiî bu sadece Nurculuk için geçerli değil. Hayatın her alanında böyle. Dinamiği olan, işin lokomotifi olan, ruhu olan şeyleri ayıklamakla başladılar. Egemenlerin en başarılı işleri budur. Tehdit ve tehlike arz ettiğini düşündükleri her şeyi ya imha ettiler ya da buna muktedir değillerse içini boşalttılar. Bundan Nurculuk da nasibini aldı sosyalistler de. Tüm kavramların içini boşalttılar. Bu gelişigüzel yapılmış bir şey değildi. Anti-emperyalist dili diri tutmanın rahatsız edebildiğinin farkındayım, başka bir açıklaması yok mu diyebilirsiniz. Fakat Engels, Ekonopoltikin önsözünde yazar, ekonomiyi çok ön plana çıkardığı eleştirilerine karşı. “Ekonomiyi o kadar yok saydınız ki, biz de mecburen biraz abarttık.’’ Durum bugün de böyledir. Öyle bir zehirli eğilim var ki, toplumu iç dinamiklerle ve sudan sebeplerle açıklamaya dönük, biraz bıraksanız kıblesi çok rahat kayacak.

- Peki anti-Amerikancı bir dille toplumu tek düşmana odaklayıp müesses nizamı gözden kaçırmış olmuyor muyuz? 

Bahsettiğimiz şey bir mekanizma. Bir ülke ya da o ülkenin vatandaşları değil. Emperyalist nizamın en büyük hamisi Amerika’dır. Bu yüzden ismi çok telaffuz ediliyor. Amerika demem zaten. Amerikan emperyalizmi derim. Bunun böyle olduğunu ispat gerekmez. Kendi coğrafyamıza Üç yüz km ötede hükmünü icra ediyor. Normal insan idraki sormaz mı “Kardeşim ne işin var senin Irak’ta?” diye. Oraya 480.000 ton bomba yağdıran bir zihniyetin bizim ülkemizde sıdk-ı sâlâ ile davranacağını düşünmek çok safdillik olur.

- Siyasal İslâma gelirsek?

Brezinsky’ydi sanırım. CIA ideologu. Yeşil kuşak fikrini ilk ortaya atan. Sovyet yayılmacılığına karşı siyasal İslâmcıları silahlandırdı. Bizim meselemiz kullanılabiliyor olmaları. Her Müslüman oturup düşünmeli. Biz bundan nasıl vareste olabilirdik ya da nasıl olabiliriz? İslâm da şunu gösterdi ki, kullanma ilişkisi gayet sorunlu bir alan. Bir müddet sonra vaktiyle silahlandırdığı siyasal yapılanmalar birer uçak oldu, geldi kalplerinde patladı.

 O ÇOCUKLAR BABALARINDAN İNTİKAM ALIYOR

- Komplo teorisi yanı da var.

Onda değim ben. Bilimsellik iddiam da yok. Ancak sezgi diyebilirim. Şöyle ki, Arap yarımadasının çocukları, babalarından annelerinin intikamını alıyorlar. EI Kaidenin yönetici kadrosunun sınıfsal kökenine bakarak söylüyorum. Çünkü bunların hepsi hanedan ailelerinin çocukları. Bu çocukların babaları ise bu coğrafyanın iliğini sömüren, Avrupa’da sefih bir hayat yaşayan krallar. Bizim görmemiz gereken, bu tablonun tamamında en büyük zulme maruz kalanlar, kadınlardır. Bu çocuklar, bu kadınların büyüttüğü çocuklar. Babalarından analarının intikamını alıyorlar.

Beşer zulmeder, kader adalet eder... 

Dolayısıyla, bu ülkede yaşananlar coğrafyamıza göre çok karikatür kalıyor. Efendisini bilmeyen kölelerin zulmü bu.

 DEMOKRASİ İLGA EDİLİRSE

- Bu, 12 Eylül’ün mirası değil midir? 

12 Eylül’ün en büyük icraatı siyasî partiler yasasıdır. Parti içi demokrasi ilga edilmiştir. Yetkinin tümünü parti merkezine verdiğin anda parti içi demokrasi bitmiştir. Parti tabanının tavan üzerindeki etkisi kalkmıştır. Böylece ülkede ne olmayacağı tayin edilmiş oldu. Demokrasi olmayacaktı. Siz bir partiye üye olduğunuzda o partinin politikalarına etkiniz zerre miskal yoktur. Hüseyin Avni Ulaş’ın bir anektodu vardır. Cumhuriyetin ilk yılları. Mecliste meclisin  gücünün ne kadar olduğu tartışılıyor. Hüseyin Avni  Ulaş, şöyle esaslı bir tespitte bulunuyor: “Tâkatiyle mukayyettir.’’ Darbeciler şöyle düşünmüştür “On kişiyi ikna etmek binlercesini ikna etmekten kolaydır.” Reel politik  kişisel çıkarlar... Parti içi demokrasi kalktığında partiler çok daha kolay yönlendirilebilmişlerdir.  

SAĞ DA, SOL DA KİMLİKSİZLEŞTİRİLDİ

-12 Eylül’ün en büyük kalıntısı nedir peki?  

Solcusu solcu gibi, sağcısı sağcı gibi olmayan partiler bırakmıştır. Bu çarpık sistemi teşvik etmiştir. Bir tek faşisti faşist gibidir. Onun da sadece zorbalık kısmı geçerli. İdeolojik bir birikim söz konusu değil.  

Hülasaten şöyle toparlayabiliriz. Bir ülkenin kaderini nasıl olumsuz etkileyebilirsiniz? Şöyle ki, seçim yasasının içindeki demokrasinin garantisi olan unsurları ayıkladığınızda bir ülkenin geleceğinin ne olmayacağına karar vermiş oluyorsunuz. “Asla bundan hayırlı bir şey çıkmaz, içimiz rahat.” diyebilirsiniz. Demokrasi olmayacaktır.

(Şener Boztaş - Faruk Saim Akhan, Genç Yaklaşım, Eylül 2009 )

Okunma Sayısı: 337
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı