Fatih Sultan Mehmed’i “hem dininde, hem dünyasında muvaffak” bir lider olarak tanımlayan tarihçi Rifat Okyay, onun şahsiyetinin fetihten ayrı düşünülemeyeceğini belirtiyor.
https://www.yeniasyakitap.com/rifat-okyay/fatih-ve-fetih-5743
İstanbul’un fethinin (29 Mayıs 1453) 572. yılında, Tarihçi-Yazar Rifat Okyay’la 2018’de Orhan Güler imzasıyla yapılan kapsamlı röportajı haberleştirerek yeniden yayımlıyoruz..
İstanbul’un fethinin 565. yıldönümünde gazetemizin sorularını cevaplayan “Fatih ve Fetih” kitabının yazarı Rifat Okyay, “Müslüman Türklerin dünyada bir çağ açarak, bir çağı kapattıkları en önemli tarih olayı; Asya ve Avrupa’nın her tarihî dönemde en önemli stratejik merkezi olan İstanbul’un (Konstantiniyye’nin) fethidir. Elbette Fetih kadar Fatih de önemlidir” sözleriyle hem fethin, hem de Fatih Sultan Mehmed’in çok yönlü şahsiyetine dikkat çekmişti.
“Filmî değil, ilmî tarih”
Okyay, Türkiye’de tarih öğretiminin temel problemlerine şu ifadelerle işaret etmişti: “Kitabın tam ortasından söylüyorum: Türkiye’de genel veya kısmî hiçbir tarih ortaya konmamış; yazılmamış ve yazdırılmamış ki, eğitimi ve öğretimi olsun. Maalesef bu hal şekil değiştirerek devam ediyor. Şimdi de ilmî değil, ‘filmî’ metotlarla...”
Arşivlere ulaşmak kolay değildi
Osmanlı tarihine dair yaptığı araştırmalarda büyük zorluklarla karşılaştığını belirten Okyay, “İlk kitabımızı hazırlarken fevkalâde zorluk çektik. Şimdiki gibi arşivler tasnif edilmemişti ve arşivlere girmek de kolay değildi. Meselâ Oruç Bey tarihinin mikro filmini makara şerit halinde Amerika’dan bir kütüphaneden getirttik” dedi. Yöntem konusunda net bir duruş sergileyen Okyay, “Tarih konusunda ne yazmışsak kaynağını da yazmışız. Ve kesinlikle tarihî bir hakikatin delilleriyle anlatımının yanına, içerisine ‘kendi yorumumuzu’ da… Bu da tarihtir kanaatimce. Böyle olmalıdır vs. gibi cümlelerle tarih diye yazmadık” diye konuşmuştu.

Fatih ve Fetih kitabının özü
Yeni Asya Neşriyat tarafından yayımlanan “Fatih ve Fetih” kitabının muhtevasını da özetleyen Okyay, şunları söylemişti: “Bu kitapla alâkalı çalışmamızda hem Fatih’in her tür hususiyetlerini, çalışmalarını, şahsiyetini ve çalışma arkadaşlarını anlattık. Hem de Fatih Sultan Mehmed dönemindeki İstanbul’un fethinden önceki ve sonraki tarihî vak’aları ilmî kaynakları referans göstererek yazmaya çalıştık. Tarih ilminin gerektirdiği bütün düsturlara, prensiplere uymaya çalıştık.”
Fatih’in ilmî ve manevî yönü
Fatih’in şahsiyetine dair dikkat çeken noktaları da paylaşan Okyay, “Küçüklüğünden itibaren Sultan II. Murad’ın bir padişah olarak değil de bir baba olarak; Allah’tan korkarak; iki tane vezir seviyesinde lala’ya ve Akşemseddin gibi bir allame hocaya sadece şehzade Mehmet’e dinini öğretmeleri konusunda bütün selahiyetleri vermesi ve onun çok dindar bir genç olarak yetiştirilmesi Sultan Mehmed’in İslâm adına yaptığı her işte muvaffak olmasına ve yanlış yapmamasına yardımcı olmuştur diyorum” demişti.

Din ve fenle muvaffak olan sultan
“Dinini çok iyi bilerek dünyevî her türlü ilmî ve fennî tedrisatı hem yapmıştır, hem de yaptırmıştır” diyen Okyay, şu şekilde devam etmişti: “İşte bu hal üzerinde karşısına hem dininde, hem de dünyasında muvaffak olan bir Sultan Mehmed Fatih çıkmıştır. Tarikat Şeyhi Ebu’l-Vefa’nın dizinin dibinden ayrılmak istemeyen Sultan Mehmed; kırk km’ye kadar gülle atabilen Vobüs toplarının da ilk bulanı ve babası olmuştur. Ve Osmanlı onun zamanında tabiri caiz ise devlet olmuştur. Kanunnameler, Divan ve Rumeli-Anadolu idarî yapılanmaları onun zamanında kurumsallaşarak ve yazılı kanunlar ile idare edilmeye kavuşmuştur. Onun temelini attığı bütün bu çalışmaların Sultan Süleyman zamanında meyvelerinin alındığını görürüz. İsteyenin ben bu devleti idare ederim değil de lâyık ve elyak olanın devleti idare edebileceğini yazılı düsturlar, prensipler haline getirmiştir.”
“‘Güzel’ emîr” ve devri
Okyay, “Tarih ilmi; iman ilmi hariç, diğer ilimlerden daha fazla öğrenilmeli ve bilinmelidir. Şahısların da, devletlerin de bekası buna bağlıdır” derken, Bediüzzaman Said Nursî’nin “Hakikî vukuatı kaydeden tarih, hakikata en doğru şahittir” sözünü hatırlatıyor. Okyay, “Fatih” lâkabının II. Mehmet’le özdeşleştiğini, onun şahsiyetiyle birlikte İstanbul’un fethinin de Peygamberî bir müjdeye mazhar olduğunu ifade ederek “İstanbul’un Türkler tarafından fethi aynı zamanda Hz. Peygamber’in (asm) senasına mazhar olmuş büyük bir ‘olay’dır. Malûm müjdeye nail olmak maksadıyla daha önce de Müslüman Araplar tarafından defalarca kuşatılmış olan İstanbul’un fethi Türklere müyesser olmuştur. Maalesef mevzuubahis hadîs-i şerifin sahihliği kimi çevreler tarafından tartışma konusu edilse, keza Sultan Fatih’in bilinen şahsiyeti malûm kesimlerce lekelense de, toplumumuzdaki umumî inanç ve kanaat ‘Fatih’in Peygamber (asm) övgüsüne boşuna mazhar olmadığı’dır. Kısacası, Peygamber’in (asm) asırlar evvel müjdelediği İstanbul’un fethi, bu müjdeye lâyık emîr (Fatih) ve neferlerince (Osmanlı ordusu) gerçekleştirilmiştir.” demekte.
Belge ve Kaynak Zenginliğiyle Tarihî Bir Yolculuk
Tarihçi-yazar Rifat Okyay’ın kaleme alıp Yeni Asya Neşriyat’ın yayınladığı “Fatih ve Fetih” isimli kitap, “İstanbul’un fethi” ekseninde Sultan II. Mehmet devrini onun hayat ve mücadelesine dair satır başlarıyla ele alan araştırma mahsûlü bir eser. Eserde dikkat çeken birinci özellik, içinde “belge” nâmına bol miktarda görsel dokümanın (resim, gravür, harita, vs.) kullanılmış olması; ikincisi de 12 sayfa dolusu cidden zengin bir “kaynakça”ya sahip oluşu. “Takdim” yazısında da belirtildiği üzere “kitap, günümüzün ve geleceğin araştırmacıları için son derece önemli bilgileri [İstanbul’un fethinin yanı sıra fetihten sonra şehirde girişilen imar faaliyetleri, Balkanlar’da ve Anadolu’da yapılan diğer fetihler, Fatih’in hazırladığı kanunnâmeler, yazdığı şiirlerden örnekler vb.] ihtiva ediyor.”
Nurseza PARLAKOĞLU - İSTANBUL