"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Deniz feneri ışığını kesmemelidir

Vehbi HORASANLI
03 Haziran 2011, Cuma
On beş yıllık bahriye hayatım boyunca dinî ve mânevî değerlere önem vererek görev yaptım. Bir defasında gereksiz yere, amirlerime şirin görünmek için bir hata yaptım ve sonucunda da ordudan ayrılmak zorunda kaldım.
 Hâlbuki yıllarca dalkavukluğa, riyakârlığa karşı durmuş, dindar insanlara zulmeden kişileri eleştirmiş ve bir defa olsun diktatörler hakkında iyi söz söylememiş, hatta her zaman yermiş bir kişinin böyle bir hatayı yapmaması gerekirdi.
28 Şubat 1997 post-modern darbesi ve başörtüsü sebebi ile ordudan ayrılmak zorunda kaldığım söylenir de, bence bu ikinci derecedeki ve görünüşteki sebeptir. Asıl sebep, bazı değerlerden asla taviz vermemek gerektiğini bildiğim halde farkında olmadan yanlış yapmamdır.
Olay; 1996 yılının 10 Kasım’ındaki törene katılmadığım gerekçesi ile başladı. Tören hafta sonu yapılmıştı ve gayrıresmî olduğundan katılma mecburiyeti yoktu. Ayrıca benim gibi onlarca subay da çeşitli sebeplerle iştirak etmemişti. Fakat sadece iki subaya ceza verildi. Bu subayların ortak özelliği eşlerinin başörtülü olmasıydı ve makul mazeretleri olmasına rağmen savunması geçerli sayılmamış, 10 gün hapis cezası verilmişti.
Binbaşı rütbesinde olan diğer subaya üzülmemesi gerektiğini, nasılsa bir gerekçe bulunacağını, zira eşinin başörtülü olması dolayısıyla “Ağzınla kuş tutsan seni orduda tutmazlar” diyerek teselli etmeye çalıştım.
O yıllarda dindar subaylar hukuksuz ve gayrıresmî olarak Batı Çalışma Gurubu tarafından fişleniyor, yaptığı her türlü hareket takip ediliyor akla hayale gelmeyen baskı ve taciz yapılıyordu. İlginçtir, askerî okul yıllarından o güne kadar dindar subaylar hakkında yapılan taciz ve yıldırma politikalarını bildiğim halde ibadetlerimden hiç taviz vermemiştim. “Eğer beni ordudan atacaksanız elinizden geleni ardına koymayın” dercesine serbestçe hareket ediyordum. Zira biliyordum ki “Rızkı veren Allah’tır, bir kapıyı kaparsa belki bin kapıyı açar”. Bu düşünceyle meslektaşlarıma “İbadetlerinizi aksatmayın, eşlerinizin başını açtırmayın” diye telkinde bulunuyordum. Buna Gölcük, Karamürsel ve İstanbul’daki yüzlerce arkadaşım şahittir.
Atın ölümü arpadan olsun, beni ordudan atmak için bahaneleri bu olsun diye verilen 10 günlük hapis cezasına aldırmıyordum bile. Nitekim haksız bir uygulama olduğu için bu cezayı çektiremediler. Zaten bahriye hayatı boyunca hiç hapse girmedim. Sadece Bahriye mektebindeki hapishane odasını boş olduğu zaman namazlarımı kılmak için kullanırdım. Çünkü namaz kılmak için oradan daha uygun bir yer bulamazdım.
O günlerde İstanbul’da karargâh subaylığı görevinde bulunuyordum. Aynı odayı paylaştığımız subay arkadaşım tayin olur olmaz “Bak bende harika bir cumhurbaşkanı tablosu var, onu odaya asalım” demişti. Kendisine “Her taraf tablo ile dolu, nereye asacağız, bırak kalsın” diye olumsuz cevap vermiştim. Yaklaşık bir yıl sonra bu sefer tam aksini söyleyerek “Daha önce bir tablo var diyordun; amiral denetleme yapacak, şimdi gelir ‘Bu odada neden fotoğraf yok?’ diye söylenir, başın belâya girer” dedim. İşte yapmış olduğum en büyük hata buydu.
Yahu sana ne, dindar insanlara kan kusturmuş bir insanın fotoğrafını astırmak sana mı düştü? Subay arkadaşım—ki benden kıdemli idi—hemen ertesi günü bu tabloyu astı. O hafta içinde Yüksek Askerî Şûrâ toplandı ve re’sen ordudan emekli edildim.
Kıssadan hisse bu olmak gerektir ki, İslâm’a olan düşmanlığını açıktan izhar etmiş kişileri asla ve kat’a övmemek, hatta onun taraftarlarına dahi şirin görünmemek gerekir. Asla riyakârlığa, dalkavukluğa ve buna benzer tutum ve davranışlar içine girilmemelidir. Başkası ne yaparsa yapsın; kötü emsâl olmaz. Değil mi ki dindar insanlar Nur Risâlelerini okuyup benimseyerek hayata geçiren insanları deniz feneri gibi kabul etmiştir. Onların yanlış yönü göstermesi beklenmeyen bir davranıştır ve bu sefer yapılan küçük hatalar bile büyük olur.
Risâle-i Nur’u okuyan insanlara yakışan hareket tarzı; onurlu bir şekilde dik durmak, zulmü destekleyecek her türlü davranıştan uzak durmaktır. Zira toplumun manevî değerlerini korumak için bazı insanlar “deniz feneri” gibi olmalı, ışığını asla kesmemelidir.
“Doğrusu hangisidir?” diyerek kararsız kalmış insanlara yol gösteren deniz feneri gibi önemli vazifeler yüklenmiş insanların bazı hassas konularda yanlış yapmaması gerekir. Herkes cepheyi terk etse bile o insanlar geri adım atmamalıdır. İşte Risâle-i Nur eserlerini okuyarak imanını kuvvetlendiren insanlar, deniz feneri gibidir. Manevî olarak fırtınaya tutulmuş insanlar onları görerek istikametini düzeltmeye çalışırlar.
Özellikle sembol olmuş şahıslar ile ilgili konularda ise daha da dikkatli olmak gerekir. Zira hadis-i şerifte bahsedilen, Hazret-i Âdem’den kıyamete kadar gelmiş geçmiş en büyük fitnelerin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Risâleleri bilmediği için yalpalayan insanlar hata yapabilir. Fakat gerçekleri görüp bildiği halde riyakârlık yapan, dik durmasını beceremeyen insanlar çok daha büyük bir suç işlemiş olurlar.
Rabbim, deniz feneri gibi dünyayı aydınlatarak, inanan insanlara doğru yolu gösteren Bediüzzaman Said Nursî’den ve onun talebelerinden ebeden razı olsun…
Okunma Sayısı: 917
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı