Bediüzzaman’ın “Euzü billahi mine’ş-şeytani ve’s-siyaseti” cümlesini nasıl anlamak gerekecektir?
Bugün hem siyasetle meşgul olanlarca, hem siyasete lâkayt kalanlarca ölçüsüz ve hissî bir surette anlaşılmış ve Bediüzzaman’ın bu tesbiti kimilerince müfrit bir terk ediş olarak yorumlanmıştır.
Bediüzzaman’ın hayatını bütüncül bir şekilde değerlendiremeyenler, Eski ve Yeni Said dönemlerinde söylediği bu cümle ile Üçüncü Said dönemindeki siyasî tavırlarını anlayamamış ve hatta Üstadın kendisiyle çeliştiği sonucuna bile varmışlardır.
Bir kısım zevat ise Bediüzzaman’ın sadece bu cümlesini ele alarak siyasete hep mesafeli bakmıştır. Özellikle daire içindeki bu kimseler Bediüzzaman’ın Üçüncü Said dönemine adeta kör olmuş ve red, terk tavrını benimsemiştir.
Oysa Bediüzzaman talebelerine siyasî bir partinin mahalli teşkilâtını kurma izni verirken, hatta teşvik ederken, yıllar önce söylediği “Euzü billahi mine’ş-şeytani ve’s-siyaseti” tavrını unutmuş da söylemiş değildir.
Bediüzzaman siyaset ve şeytanı yan yana getirmekle siyaset alanındaki sapmaya dikkat çekmiş, tarafgirlik hastalığını doğuracağına, tesanüdü bozacağına, hakkı batıl, batılı hak gösteren bir cerbezeye tutulunulabileceğine dikkat çekmiştir.
Evet, bu cümleyi doğru anlamak gerekir. Nitekim cümlenin devamında “Mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasîsine muhalif bir âlim-i sâlihi tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârane medhetti” demiştir.
Burada şeytan ve siyaseti bir araya getiren durum; gerek münafığa gerek âlim-i salihe bakışı, siyasetin yani tarafgirliğin, garazın, inat ve cerbezenin belirlemiş olmasıdır. Buradaki ehl-i ilmin, fikr-i siyasisine uygun olsa bile, yani kendi fikrinde olan âlimi sırf bu yüzden hürmetkârane methetmiş olsa bile bakış açısı yanlış olacaktır. Çünkü muharriki hak değil siyaset, yani tarafgirliktir.
Evet, şeytan insanın selâmet-i fikrini ifsat eder. Buradaki ifsat ve bozmayı doğuran bakış açısı, siyasî hayatın kendisinden kaynaklanmıyor olabilir. Sadece şu söylenebilir: Bu fena ahlâk, yani tarafgirane ve cerbezeli bakış, siyaset arenasında daha da pekişmektedir.
Bediüzzaman’ın dikkat çektiği nokta işte tam da burasıdır. Yani hayat-ı siyasetin içinde olmak bu cerbezeli ve tarafgirane bakışı benimsemeyi gerektirmez. Zaten bizlerin imtihan noktası da burasıdır. Tesanüde, uhuvvete ve ihlâsa zarar verecek bu bakış açısının şeytandan olduğunu ve siyasetin bunu pekiştirebileceği ve bizlerin de bu bakış açısına tesanüd, ihlâs ve uhuvetimizi feda etmememiz gerektiğine dair ciddî bir uyarı niteliğindedir.
Dolayısıyla “Euzü billahi mine’ş-şeytani ve’s-siyaseti”, siyasete karışmayı ya da karışmamayı doğrudan telkin eden bir cümle olarak algılanmamalıdır. Hele ki siyasî olaylara kör ve sağır olmak anlamında hiç yorumlanmamalıdır.
Belki de bizlerin bu cümleden alacağı en büyük ders siyasetteki kemikleşmiş yapıya dikkat etmek, siyasî arenadaki bu imtihanımızın farkında olmak ve her şeyden önemlisi de ihlâs ve tesanüdümüzü bu şeytaniyete dönüşmüş arenada muhafaza etmek manasındadır.
Hasılı, Bediüzzaman’ın hayatını bir bütün olarak ele aldığımızda Üstadın siyasetle ilgili görüşleri, fikirleri farklılaşmış, değişmiş değildir. Bediüzzaman, gelişen hadiselere göre yeni şartlar sunmuştur.
Bediüzzaman’ın “Euzü billahi mine’ş-şeytani ve’s-siyaseti” yaklaşımını alıp tamamen siyasete karşı olmak şeklinde bir duruş da yanlıştır veya ölçüsüzce şeytanî desiselerin farkına varmadan siyasetin içine dalmak da yanlıştır. Bir başka yanlış da, Risale-i Nur’dan siyasî mevzularının dile getirildiği derslerde taraf olduğu siyasete dair cümleler duymadığı zaman ‘Bu konuyu kapatalım’ diyerek Üstadın bu cümlesini referans göstermektir.
Evet, yanlış anlamlandırmaların neticesinde ya devekuşu gibi kafasını kuma sokarak siyaset yapan gruplar ya da ölçüyü kaçırıp siyasetle mesafesini koruyamayan, hissî ve menfaatî bir takım yaklaşımlarla siyasetin tam göbeğinde olan gruplar ortaya çıkmıştır. Bu konuda vasatı yakalamak Üstadın hayatını bütünüyle anlamakla olacaktır.