Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 15 Kasım 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Saadet Bayri FİDAN

Kalbimizin ipleri



Ayrı diyarların insanıydık. Birbirimize hiç benzemiyorduk ve benzemeye de çalışmıyorduk. O büyük şehirlerin egzoz dumanları arasında yaşarken, ben başı dumanlı karlı dağların arasında büyüyordum. Hayat bana hep zor ve hüzünlü yüzünü göstermişti. Ona ise bir gelin gibi çapkın çapkın duvak arasından bakmıştı.

Ben hep ertelenmiş hayaller içinde yaşıyordum. Ne istemişsem hep hayalimde sahiptim. Geceleri hayallerimi süsleyen, isteklerimi düşünmeden uyuyamazdım. Sanki düşlerim olmasa yine aynı güne uyanacak ve hayallerime yaklaşmak için bir gün eksilmemiş olacaktı. Bu yüzden düşlerken dalıp giderdim ve işte o zaman lezzetlenirdi uykum. Hafiflerdi tüm yorgunluğum.

O hayal etmeyi öğrenememişti. İstemeyi hiç bilmemişti. İsteyeceği her şey zaten hayatındaydı. Yokluğu bilmeyi sevmişti. Ve hayatında sadece keşkeleri özlemişti. Bu keşkeler ise sahip olamadıkları değildi. Keşke diyordu, birkaç şeyim olmasaydı da bende isteyebilseydim bunları. Ya da geceleri onların hayaliyle uyuyabilseydim.

Sevgi hayatında yok gibiydi. Ona göre paranın çokluğu aşkın, sevginin çokluğunu gösterirdi. Ve hiç kimse ona bunu ispatlamaya kalkmamıştı. Çevresindeki herkes böyle düşünüyor ve yaşıyordu. Babasını işleri yüzünden pek göremiyor, annesinin de önemli bağış toplantıları sayesinde telefonla sesini duyabiliyordu. Hayatında şefkat de yoktu, onun ne demek olduğunu bile bilmiyordu.

Ben ise sevdası için kuru ekmek yiyen, birbirinin mutluluğunu her şeyin üstünde gören bir aileden gelmiştim. Ve bir tas çorbayı içerken diğerleri aç kalmasın diye sofradan tam doymadan kalkan bir yuvanın çocuğuydum. Babası akşam gelince yarım yamalak bilgisiyle çocuklarının derslerine yardım eden, edemediğine de sevgiyle oyunlar oynayan, onlara oyuncaklar alamasa da tahtadan oyuncaklar yapıp sevindiren biriydi. Eşi üzülmesin diye dışarıya elişi yapıp, eve geçim için katkı sağlayan fedakâr bir annenin oğluydum. Sevgiyi ve şefkati iliklerime kadar yaşamış ve tatmıştım.

Son sınıf öğrencisiydim. Dört yıl o bir tarafta, ben bir tarafta bakıp durmuştum. Onun bu durumumdan hiç haberi yoktu. O bilmedikçe içinden bir şeyler acıyıp gidiyordu. Dört yıl biterken ona hiç açılamamış olmak yiyip bitiriyordu beni. KPSS sınavı yaklaşıyordu. Hazırlanmalı ve kazanmalıydım. Babamın bir emekli maaşı yetmiyordu ve kız kardeşime söz vermiştim. Okuyup öğretmen olunca onu dershaneye gönderecektim. Babama destek çıkacaktım…

Ama bu durumum hiç hesapta yoktu. Aşk benim hayatımı nasıl hiçbir şey yapmadan bu kadar etkileyebilirdi. Her türlü acıyı görmüştüm. Aç kalmış, bir saatlik yolu cebimde bilet parası olmadığı için yürüdüğüm zamanlar olmuştu. Yazın çalışıp kışın okumuştum. Kazandığım her para, beni yordukça mutlu etmişti. Kimsenin dayanamayacağı ağır şartlar yaşamıştım ama bunun kadar üzülüp, ince ince dağılmamıştım.

Günler günleri kovalıyordu. Her gün biraz daha eriyordum. Ama elimden bir şey gelmiyordu. Sonunda bir arkadaşıma açılmaya karar verdim. Düşüncelerine güvendiğim, mantıklı düşünüp, empati kurabilen bir arkadaşımdı. Durumumu anlatınca güldü.

“Bir gün sen de benim gibi bu haline güleceksin. Siz ayrı dünyaların insanısınız. Aşkın kolay olmadığı için ve en önemlisi ulaşamadığın için bu kadar çok yıpratıyor seni. Eğer onunla konuşmuş olsaydın bu his bu kadar yıpratmaz, zamanla biterdi. Senin değerlerin var ve o bu değerlerine çok uzak. Belki aşkınla bir yıl—ki ihtimal vermiyorum ya yine de öyle diyelim—bir yıl idare eder sabır gösterirsin ya sonra.

Bu sözler canımı çok acıtmıştı. Haklıydı. Henüz hiçbir şey değilken nasıl olur da böyle bir olaya girerdim. Günlerce düşünüp karar verdim. Ben KPSS’yi kazanamazsam benimle beraber bir çok kişi üzülecek ve en sevdiklerimin hayalleri yıkılacaktı. Bu hisler beynimi yerken karar verdim.

“Allah hiçbirimizin sırtına çekemeyeceği bir yük yüklemezdi. Ve bu, şeytanın beni amacımdan ve inançlarımdan uzaklaştırma hilelerinden biriydi. Biliyordum ki: Rabbim eğer kalp vermişse mutlaka ona göre yeri ve zamanı gelince uygun olan kişiyi karşılaştıracaktı. Acele edip, hırs göstermekte fayda yoktu. Ve öğrenmiştim ki en büyük imtihan kalple olan imtihandı. Kişi kalbinin iplerini elinde tutabilirse muvaffak olurdu.”

Ve yine anlamıştım ki. Ben kazanamazsam yanımda hiç kimse olmayacak ve benim dışımda herkes hayatına yürüyüp gidecekti.

15.11.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (07.11.2006) - (A)Normal yurdum çeşitlemeleri

  (24.10.2006) - Bugüne bayram derler

  (17.10.2006) - Hoş gidiyorsun Ramazan

  (03.10.2006) - Ramazan’a sımsıkı sarılmak...

  (26.09.2006) - Bu Ramazan bana farklı geldi

  (19.09.2006) - İğnelerim var, iğneler...

  (17.09.2006) - En son kimi kovdunuz kapınızdan?

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habip FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004