Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 23 Kasım 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Serdar MURAT

Asalım şu Atilla Yayla’yı



“Dreyfus olayı Fransa ve Fransız tarihi için kara bir lekedir.”

Sadece bir cümleydi, Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’ın açıklaması.

Chirac’ı, tam 100 yıl sonra Dreyfus ve Zola’nın yakınlarından ülkesi ve tarih adına özer dileten olay, bir insan hakları destanıydı.

Fransız ordusunda yüzbaşılığa kadar yükselmiş Yahudi asıllı bir subaydı Alfred Dreyfus. 1894’te Fransız ordusunun sırlarını Almanlara satmakla suçlandı, olağandışı yöntemlerle yargılanıp, Şeytan Adasında ömür boyu hapse çarptırıldı.

Yarbay Georges Picquart, casusluk olayını Binbaşı Esterhazy’in gerçekleştirdiğini ortaya çıkardı. Ancak askerî mahkemeye çıkarılan Esterhazy beraat ederken, Yarbay Picquart tutuklandı.

Bu hukuksuzluğa sonunda isyan eden ünlü romancı Emile Zola L’Aurore’de, “Suçluyorum” başlıklı bir açık mektup yayınladı. Gazetenin o sayısı 200 bin satıldı, 3 bin kişi dilekçe verip Dreyfus’un yeniden yargılanmasını istedi, sahte belgelerle Dreyfus’a iftira atan Binbaşı Henri vicdan azabından intihar etti.

1899’da Dreyfus yeniden yargılandı, yine suçlu bulundu. Cumhurbaşkanı affetti, ama o, hukuk mücadelesini sürdürdü ve 1906 yılında, yani bundan tam yüz yıl önce beraat etti. Dreyfus tekrar orduya döndü. Legion D’honneur ödülü ile ödüllendirildi.

100 yıl sonra Dreyfus ve Emile Zola’yı anmamıza sebep olan olay, Prof. Dr. Atilla Yayla’nın başına geldi.

AKP İzmir Gençlik Kollarının düzenlediği panelde yaptığı bir konuşmadan dolayı azgın bir azınlığın saldırısına uğradı.

Atilla Yayla’nın sözlerinin birebir deşifresi olmadığı için, buraya kendisine atfedilen tırnak içi ifadeleri almıyorum. Tâ ki birebir çözümü yayınlanana dek.

Ancak tahmin edileceği gibi Kemalizm ve Atatürk büstleri konusunda ağzını her açanın başına gelenler, Atilla Yayla’nın başına da geldi.

Basındaki linç furyası bir yana yıllarını verdiği, saygın bir konuma taşınmasında büyük emeğinin bulunduğu ve benim de mezun olduğum Gazi Üniversitesi, Yassıada Mahkemesi zihniyeti ile Yayla’nın ders verme imkânını elinden aldı.

Özlük haklarının yetersizliğinden dolayı Anıtkabir’e yürümekte beis görmeyen üniversite öğretim üyeleri ise bir meslektaşlarının maruz kaldığı, sistemli linç olayından dolayı ne yazık ki seslerini çıkarmadılar.

Bir bilim adamı ne yapar? Okur, yazar, konuşur.

Peki Atilla Yayla ne yapmış?

Çok okumuş, çok yazmış, onlarca kitap, yüzlerce makale. Ve Türkiye’nin en birikimli düşünce topluluğuna üye.

Sonra ne yapmış? Konuşmuş.

O zaten konuşuyor. Hem de liberal bir düşünce adamı olarak, özgürlüğü kısıtlanan kim varsa, onun hakkını savunuyor.

Dreyfus’u Yahudi olduğu için casuslukla suçlayanlara karşı mücadele veren Zola Yahudi miydi sanki?

Bilimin namusu bunu gerektirmez mi?

Yer bilimci Celâl Şengör, Harp Akademilerinin açılışında Atatürkçülüğü anlatıyor da, uluslar arası saygınlığı olan bir sosyal bilimcimiz Atilla Yayla konuşamayacak mı?

Bu ülke de konuşabilmek için adının Alpaslan Işıklı, Ahmet Mumcu, Türkan Saylan, Şener Eruygur, Emin Çölaşan, Tuncay Özkan mı olması gerekiyor.

Özgür düşüncenin kalesi olması gereken üniversitelerimiz nerede?

Düşünce özgür olmadan, bu ülkede bilimsel özgürlükten, özerklikten söz etmek mümkün mü?

Dreyfus’un aklanmasının yüzüncü yıldönümünde benim ülkemde hâlâ Dreyfus vak’aları yaşanıyor, saygın bir bilim adamı üniversite tarafından susturulmak isteniyorsa, o zaman herkes duyacak kadar haykırıyorum.

Asalım o zaman Atilla Yayla’yı.

Peki, “Dünya dönüyor” dediği için Galile’yi mahkûm ettiler, ama dünyanın dönüşünü durdurabildiler mi?

Sokrates, kendisine verilen idam cezasının başkalarının elinden olmasını istememiş, baldıran zehiri içerek kendisi infaz etme kararı almıştı.

Kalabalığın içinde ağlayan eşini gördü.

“Hanımcığım niye ağlıyorsun?” diye sordu.

Hanımı, “Seni haksız yere idam ediyorlar” karşılığını verdi.

Sokrates, “Daha iyi ya hanımcığım” dedi. “Beni haklı yere idam etseler di daha mı iyi olurdu?”

Sokratesler, Dreyfuslar, Yayla’lar nasıl olsa aklanırlar.

Ha on gün, ha yüz yıl sonra.

Ama asıl Emile Zolalar nerde?

23.11.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (22.11.2006) - Öcalan kavgası

  (21.11.2006) - Tahtıravelli bitiyor

  (20.11.2006) - Rolleri karıştırmamak gerek

  (17.11.2006) - Hoşgörü sergide kaldı

  (16.11.2006) - MHP’nin kurultayla imtihanı

  (15.11.2006) - İki lider, iki mesaj

  (14.11.2006) - Hesaplar

  (13.11.2006) - Cenazeden kongreye

  (10.11.2006) - Tezkereciler hadi gari

  (09.11.2006) - Mesajların dili

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habip FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004