Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Hasan GÜNEŞ

Hamiyet ve taassup



Merhum Mehmet Akif milletin perişan halini derinden hissettiği için meşhur şiirinde “Ya hamiyetim olmasaydı, ya param olsaydı!...” diyerek millete olan şefkat ve muhabbetini ifade etmiş, ona yardımcı olmak ve pek çok sahada medenî milletler seviyesine ulaşabilmesi için ömür boyu çırpınmıştır. Bir kısım insanlar ise, Batılılaşma macerasında “Bu millet ya ilimle yönetilir, ya da zulümle” deyip, kimisi ilimleri olmadığı, kimisi de zamanının olmadığı gibi gerekçelerle ikincisini tercih etmişler.

Gerçekte pek çok konu gelip hamiyette düğümleniyor. Hamiyet, sözlüklerde; gayret, derin bir sevgi ve taraftarlık gibi kelimelerle ifade ediliyor. Aşırısı ya da daha dar bir çerçevede sırf menfi mânâda ve başkalarına karşı tepki ve kızgınlık mânâsında olursa Batı dillerinde fanatizm deniyor.

Eğer bu millete samîmî bir muhabbetiniz varsa, onun istek ve arzularını anlayıp kabullenebiliyorsanız ona faydalı olmanız mümkün. Ancak kendisini elit olarak gören bir kısım kişiler gibi, sırça köşke çekilip, ona karşı kalbindeki muhabbeti silip, içinden çıktığı millete “Bu millet adam olmaz” deyip, zora dayalı uygulamalara başvurmak ve memleketi bir sürü yasaklarla yönetmeye çalışmanın ilerlemeye ve gelişmeye hiç bir katkısı olmayacağı gibi yapılan her şey de şer ve tahrip hesabına geçecektir.

Önce millete karşı kopukluk olarak başlayan daha sonra küsmek ile devam edip en sonunda da şuur altında bir nefrete gelip dayanıyor. Zora başvururken de kırıp döktükleri için en ufak bir merhamet duymuyorlar. Hamiyetlerini millete harcamak ve milletin menfaatine sarf etmek yerine maalesef gayretlerini kendi gruplarına ve kendi çevrelerine sarf ediyorlar.

Evet Batıda “Kâşaneler ve saraylar, Doğuda ise viraneler” gören herkes Ziya Paşa ve Akif gibi davranmamış, aksine tam tersi bir davranışa girmiş. Sünûhat’ta ifade edildiği gibi “Avrupa’ya şedit bir meftuniyet ve milletine karşı amik bir nefret hissiyle” hareket etmişler; Avrupa’nın sefahatine karşı millî değerlerini muhafaza etmeye çalışan milleti taassupla suçlarken kendileri o kadar ısrarcılar ve güya o kadar tavizsizler ki taassupları yüze katlanmış.

Yine Sünûhat’ta ifade edildiği gibi; “Mutaassıplara hücum eden Avrupa’nın kâselisleri, herbiri yüz mutaassıp kadar meslek-i sakîminde mütaassıptır. Bunlardan birisi Shakespeare medhinde ettiği ifratı, şayet bir hoca o ifratı Şeyh Geylânî medhinde etseydi, tekfir olunacaktı” izahına ilâve edilecek bir şey yok. Olsa olsa Shakespeare misâli çeşitlendirilebilir. Tabiî zaman durmuyor geçiyor, değişen dengeler, küreselleşen dünya, toplumları zabt-u rabt altında tutan bir kısım korkuların tükenmesi ya da tahribatların artık kısmen de olsa doyma noktasına ulaşması bazılarının yeni taktikler denemesine yol açıyor.

Avrupa’dan artık almadığımız sadece demokrasi ve teknoloji kaldı. Sefih Batı medeniyetinden daha alınacak bir şey kalmayıp, sıranın geç de olsa iyiliklere gelmesiyle kapıyı kapatmak onlar için son çare. Şimdi “Avrupa’ya şiddetli düşkünlüğe” bir maske takmaları gerekiyor. Artık hamiyet mi maske olur yoksa milliyet mi ya da asabiyet mi; zaman gösterecek ama önümüzdeki yıllar için hazırlanan planların emareleri gözükmeye başladı. Hedef, millî ve manevî değerlere sahip çıkan insanımızı kandırıp bu milleti bir arada tutan bağları kopararak zaafa düşürüp kolayca hazmedecekleri bir hale getirmek.

Bu milleti birarada tutan bağların muhafazası için gayretin İslâmî hamiyet şeklinde olması, içte ve dışta huzur için en önemli faktördür. Hamiyetin menfî milliyet ve ırkçılık tarzında istimâli, üç kıt'ada asırlarca adaletle hükmetmiş bir cihan devletinin mirasçısı bir memleket için, cahiliyye hamiyeti şeklindeki bir tehlikeye dönüşecektir. Fetih Sûresinde “O vakit ki, o kâfirler kalblerinde hamiyeti, hamiyet-i cahiliyeyi yerleştirmişlerdi. Allah da peygamberinin ve mü’minlerin üzerine sekîneti indirdi” âyetiyle mü’minin vasfının cahiliyye hamiyeti değil, sekinet olduğu ifade ediliyor.

Kâfirlerin hak ve hakikata karşı gösterdikleri fanatik bir kızgınlık ve kendilerini kaybedercesine bir öfke, inad ve en nihayetinde de bir tedirginliğe karşı; ehl-i imana sâkin, soğukkanlı ve makul hareketi netice veren bir sekinet ihsan etmiştir.

03.02.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (25.01.2007) - Sistemin suçu

  (18.01.2007) - Kayyûm ve devlet

  (10.01.2007) - Petrol ve diktatör

  (28.12.2006) - Lider ve kült

  (18.12.2006) - Pinochet ve âhiret

  (13.12.2006) - Emanet ve lakîta

  (05.12.2006) - Köprü ve Papa

  (27.11.2006) - Gurur ve hortum

  (22.11.2006) - Adriyatik’ten Çin Seddine

  (14.11.2006) - Ölüm ve nasihat

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004