Ortadoğu’da fitnenin bütün sebebi bölgesel bir düzen olmaması ve bu boşlukta da fitne ortamının üremesi ve tohumlarının yeşermesidir. Irak bataklığı ve dipsiz kuyusu bölgesel bir düzen olmaması nedeniyle gerçekleşti. Bundan dolayı burada sadece Batılıları eleştirmek kâfi değildir. Esasen onun saldırganlığının nedeni bizim yetersiz, yeteneksiz ve kifayetsiz oluşumuz ve görevlerimizi ihmal edişimizdir. Malik Binnebi bunun nedenini sömürüye yatkınlıkta (kabiliyetü’l hezime) görür. Bu tam tamına bizim için yapılmış bir tasvirdir. İçinde bulunduğumuz tablonun dipsiz kuyu olmasına neden olan ikinci ayak da sömürgecinin mahiyetidir. Biz ne kadar sömürüye yatkın isek, ABD de o kadar sömürge gücü olmamaya yatkın bir yapıda bulunuyor. Çıkmazın temel nedeni de budur. Neoconların yaptığı gibi, ABD’yi sömürge gücü olmaya zorladıkça Amerikan sistemi iflâsın eşiğine geliyor ve çözülme emareleri gösteriyor. Bu nedenledir ki, ABD sistem olarak ulus inşa etmeye yatkın bir ülke değildir. Başarısızlığı da bundan kaynaklanmaktadır. Irak’ta İngilizler kadar başarılı olması da mümkün değildir. İngilizler en azından bir süre olsa patırtısız, gürültüsüz Irak’ı yönetmeyi başarmışlardı. Bunun nedeni kimi Siyonist odakların İngiltere üzerinde ABD kadar etkin ve nafiz olamamaları kadar, iç sistemlerinin de farklı oluşundandır. Kimi Neoconların da itiraf ettiği gibi, aslında bu çılgın ekip ABD’yi, yıkma gücü olarak kullanıyorlar. 5 yıllık yıkımdan hâlâ da ders almış değiller. Perle, David Frum gibilerin timsah gözyaşlarına bakmayın siz. Onlar ‘Irak’ta yanlış yapıldı’ deseler de yine de yeni hedef olarak İran’ı göstermekten de imtina etmemektedirler. Perle’e göre Bush gitmeden İran’a da toslayacak. Bu nedenle, Irak sadece kendisini değil, bütün bölgeyi kilitlemiş vaziyette. ABD, Irak’ı işgal etmekle ve İran da derin olarak sızmakla aslında birbirlerinin rehinesi durumuna düştüler. Iraklılar ve bölge ülkeleri de onların rehinesi durumuna düştüler. Herkes herkesin rehinesi durumunda. Irak Başbakan Yardımcısı Berham Salih’ten sonra Başbakan Maliki de: “İran ve ABD kozlarını bizim üzerimizde paylaşmasınlar. Irak üzerinde tepişmesinler’ diye tepkisini gösterdi. Tutarlı ve ahlâklı davranmayınca Iraklı Kürt ve Şiî siyasetçiler ‘iki amansız müttefik’ arasında kalakaldılar. Tarihin ilginç garipliklerinden birisi böyle yaşandı. Daha da garip bir durum var.
***
Bizde 28 Şubat sürecinde dindar siyasî kadrolarla dindarlığın önü kesilmiş ve imam hatiplerin orta kısımları kapatılmıştı. Sonra ülkücülerin de yer aldığı hükümetlerde bir şekilde Apo idamdan kurtuldu ve ülkücülüğün rajonu darbe aldı. Sistem hem dindarları, hem de milliyetçileri iktidarla ve iktidarda dönüştürdü. Bush da Irak’ta aynısını Şiîlerle yapmak istiyor. Önce Şiîlerle direnişin kalesi olan Sünnî kesimleri vurmak istedi, şimdi de Maliki gibi politikacılarla da Şiîlerin elde ettiği avantajları yok etmek istiyor. Elbette bunlar fırsatçılıkla öne fırlamanın bazı mahzurları ve faturaları. Dünyanın ve bölgenin ilke tanımayan maslahatçı güçleri birbirlerini bloke etmiş durumda. Durum kilitlendi tam bir çıkmaz hali yaşıyor. İşte burada çıkış noktası olarak devreye Suriye Dışişleri Bakanı Muallim’in tespitleri giriyor: “Irak’ta öyle bir komplike ve kumkuma bir yapı var ki, bunun üstesinden tek bir ülke gelemez. ABD’nin kendisi de dahil...” Bu çok objektif ve kuşbakışı bir tespit. Irak herkesin herkesi bloke ettiği bir yer. İran ve ABD yanlışlarının esiri oldu. Ve bırakın ABD’nin Irak’ı kurtarmasını bu karmaşık yapıdan kendisini bile kurtaramıyor. Bir deli kuyuya bir taş attı, kırk akıllı çıkaramıyor. Pandora’nın kutusu öyle bir açıldı ki, bütün oyuncular mat oldu. Irak şimdi sadece bölgenin değil, Amerikan sisteminin bile kilidi durumunda. Hillary ‘Aman Bush bu meseleyi bize devretmesin’ diye sitem ediyor, adeta yalvarıyor. Berham, Maliki gibi Hillary de: “Bush bu işe bizi bulaştırmasın” diyor. Ama işgali o da desteklemedi mi? Ve bu anahtarı açacak tek kilit var. O da bölgesel bir inisiyatifin şekillendirdiği bölgesel bir düzen kurmak. Yani tekrar başa dönmek.
***
Lübnan bir iç savaşın kıyısından döndü ve bunu sağlayan bölgesel diplomasi oldu. 11 Eylül nedeniyle Suudi Arabistan diplomasisinin üzerine ölü toprağı serpilmiş atıl ve insiyatifsiz kalmıştı. İran’ın istemesiyle Suudi Arabistan yeniden Lübnan’da devreye girdi. Zaten Taif Anlaşması onun eseriydi. Bu diplomasinin daha da geniş eksenli olarak harekete geçmesi lâzım. Türkiye’de devreye girmelidir. Lübnan’da bir birini bloke eden İran-Suriye eksenine mukabil ABD Fransa eksenine karşı dengeyi sağlayacak yeni aktörlere ihtiyaç var. Bu Suudi Arabistan ve Türkiye’dir. İran ve Hizbullah’ın şunu kavraması lâzım. Yapı sadece iki kutuptan ibaret değildir ve bu çözüm de değildir. Chirac da bunu söyledi. Zaten denklem iki ayaklı kaldığında bu kumkumanın dışına çıkmak imkân dışı. Öyleyse Suudi Arabistan ve Türkiye gibi ülkelerin yapıcı rolüne şiddetle ihtiyaç var. Bu birbirini bloke etmek için değil, denge için olacaktır. Zaten bölgede yeterince birbirlerini bloke eden eksenler var. Türkiye ve Suud’un görevi denge için yapıcı bir inisiyatif geliştirmektir. Daha geniş çerçevede bunun bir bölgesel inisiyatif ve düzene dönüşmesi lâzım. Bu herkesin yararınadır. ‘Kazan kazan’ formülüdür. Zaten dışlama veya bloke etme kavga nedenidir. Öncelikli olarak bölgesel bir düzen kurulmalı ve bölgesel bir düzen de ortak yaşama referansını yeniden belirlemelidir. Fitnelerin ve kardeş kavgalarının önüne, ancak bu surette geçilebilir. Dipsiz kuyudan çıkış, ancak böyle sağlanır.
02.02.2007
E-Posta:
[email protected]
|