Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 29 Nisan 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Hüseyin GÜLTEKİN

Cevap bekleyen suâller



Zaman zaman zihnimi meşgul eden, dünyamda beni ciddî sorgulamalara sevk eden bazı suâllerin doğru cevaplarını bulabilme noktasındaki tereddütlerimi sizinle paylaşmak istedim bu yazımda.

Kudsî bir dâvâya gönül veren her insanı alâkadar eder düşüncesiyle, zihnimi kurcalayan ve üstlendiğimiz ulvî hizmet adına beni vicdanî bir muhasebeye sevk eden zihnimdeki bu suâllerin, sizce de bilinmesini kendimce uygun buldum.

Hizmetlerimizi alâkadar eden ve şimdi nazarlarınıza sunacağım bazı suallerin, kendime göre doğru cevaplarını bilmiş olsam da, hepimizi alâkadar eden bu nevî iç değerlendirmelerin yapılması doğrultusunda bir duruşun sergilenmesinin, hizmetlerimiz açısından faydalı olacağımı düşünüyorum şahsen.

“Üstlendiğimiz kudsî hizmetlerin neresindeyiz, ne yapıyoruz, olması gerekli olan yerde miyiz? Bu kudsî hizmeti muhafaza noktasında gerekli hassasiyeti taşıyabiliyor muyuz? Doğru ve uygun bir duruş sergileyebiliyor muyuz?” suâllerini düşündüm ve bu noktada doyurucu ve tatmin edici cevapları bulmakta zorlandım doğrusu.

Sözgelimi, Bediüzzaman’ın yıllar önceden “Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor...” şeklindeki feveranıyla haber verdiği o dehşetli yangın, bugüne kadar söndürülebildi mi? Yine “...imanım tutuşmuş yanıyor... O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum” diyerek, bizi de o yangını söndürmeye çağıran Bediüzzaman’ın o feryadına kulak verdik mi? Verdiysek, dinimizi, inancımızı, ahiretimizi tehdit eden bu manevî yangını söndürebilmek için nur hadimleri ne gibi bir çabanın içinde oldular acaba?

Bu ve benzeri manevî yangınları söndürme işinde, kimler itfaiye eri vazifesini üstlenecek? Bugüne kadar bu önemli ve öncelikle vazifeyi üstlenenler oldu mu? Bu korkunç yangın bütün şiddetiyle devam ettiğine göre, onu söndürmekle vazifeli olanların rehavet ve lâkaytlıkları ne ile izah edilebilir?

Yine bu meyanda Risâle-i Nur’da konu edilen, yolcularının tümü ehl-i dinden olan ve içinde nur hadimlerinin de bulunduğu gemide, nur talebelerinin konumu ve vazifeleri nedir? Okyanusun azgın dalgalarıyla boğuşarak sahil-i selâmete yanaşmaya çalışan bu gemide, nur hadimleri yolcu mudur, yoksa hizmetçi midir? Bediüzzaman, Nur talebelerinin, böylesi bir gemide yolcu değil hademe olduklarını, yani mürettebât, kaptan veya tayfa olduklarını söylüyor.

Yolcu değil; gemide hizmetçi vazifeliler olduğumuzun farkında mıyız, şuurunda mıyız? Kendimizi yolcu değil, mürettebat olarak kabul ediyorsak, meşrû olan bazı haklarımızdan, bazı istek ve arzularımızdan feragat etmek durumunda değil miyiz? Bu durumda rehavete girmeye, istirahate çekilmeye, tatil yapmaya hakkımız var mı?

Gemi, mürettebâtının ihmali veya tedbirsizliği sonucu, rotasından çıkar, başka yönlere sapar veya su alıp batma tehlikesi ile baş başa kalırsa, bunun vebali kime aittir veya kimler suçludur?

Ve yine bu meyanda, Hz. Ali (ra), Gavs-ı Azam (k.s.), İmam-ı Rabbanî (k.s.) ve İmam-ı Gazali (k.s.) gibi zatların haber verdikleri, alkışlayarak taltif ve teşvik ettikleri bir ulvî dâvânın mensubu olduğumuzun şuurunda mıyız? Bu kudsî İslâm kahramanlarının manevî yardımlarının, ancak üstlendiğimiz ve yapmakla mükellef bulunduğumuz hizmetlerimiz nisbetinde olabileceğini biliyor muyuz? Bu noktadaki mükellefiyetlerimizi ve sorumluluklarımızı yerine getirmediğimizde onların mânevî yardımlarından mahrum olacağımızı ve ayrıca hiç de istenmeyen bazı şefkat tokatlarına giriftar olacağımızı biliyor muyuz?

Ayrıca Bediüzzaman ve etrafındaki bir avuç insanın, dâvâları uğruna, onca imkânsızlıklara, onca mahrumiyetlere rağmen, yapılan onca zulüm, baskı ve tazyiklere aldırmadan, adeta hayatlarını dâvâlarına fedâ ederek destanlaştırdıkları bir hizmet sayesinde bu kudsî emaneti bu günlere getirerek bizlere emanet ettiklerini biliyor muyuz?

Şimdi bizler, bize tevdî edilen bu ulvî emaneti lâyıkınca muhafaza edip, bizden sonraki nesillere sâlimen teslim etmeyi dert ediniyor muyuz? Bu değerli, bu paha biçilmez emaneti yere düşürmeden, lâyık olduğu seviyeye taşımak için gerekli gayret ve ciddiyeti gösterebiliyor muyuz? Onların dâvâları uğruna hayatlarını feda etmekten çekinmediklerini biliyoruz. Aynı dâvâ yolunda bizler bugün nelerimizden vazgeçebiliyoruz? Hangi sıkıntıları, hangi meşakkatleri, hangi tehlikeleri göze alabiliyoruz?

Bu ve benzeri suâllerin cevaplarını beraberce düşünmeye ne dersiniz?

29.04.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (22.04.2007) - İfsat komiteleri

  (15.04.2007) - Zulmün sona ermesi için

  (18.02.2007) - Tenkitten kaçınmak ve tenkitlere açık olmak

  (11.02.2007) - Bazen geride durmak da hizmettir

  (04.02.2007) - Manevî bağları güçlendirmeli

  (28.01.2007) - Kitaplar yere gömülür mü?

  (21.01.2007) - Hizmetin sigortası şahs-ı manevîdir

  (14.01.2007) - Medyamızın cesur kalemleri

  (07.01.2007) - İnsanı tehlikeye sokan sözler

  (31.12.2006) - Dünyevîleştirme tuzağı

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004