Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 25 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

M. Latif SALİHOĞLU

Bu yalanı kim yutar?



Merkezi Ankara'da olan "ülkücü" bir dernek var. İsmi "Ülkücü İşçiler Derneği."

Bu derneğin yayın organı vazifesini gören "Ülkücü İşçiler Bülteni" diye de bir mevkutesi var ki, medyaya şenlik.

Bültende yer alan "kapıdan geçmez yalanlar"a bakınca, insan mesleğinden utanmaya başlıyor.

Bu derece açık, bu kadar büyük yalanları nasıl uyduruyorlar ve bunu kimlere yutturuyorlar diye, hayret etmemek elde değil.

Bültenin (sayı: 18, 2007) 28 ve 29. sayfaları Said Nursî için yapılan karalamalara ayrılmış.

Onların kullandığı tâbirle "Said–i Kürdî" başlıklı bu yazı, baştan sona yalan, iftira ve hezeyanlarla süslenmiş. Gayr–ı ciddî gördüğümüz isnat ve iddiaları tek tek cevaplandırma gereğini duymuyoruz.

Onları ciddi bir muhatap olarak kabul etmemiz için, evvelâ Said Nursî'ye isnat ederek en başa aldıkları şu sözün kaynağını belirtsinler, yeter.

Onlara göre, Said Nursî, güyâ demiş ki: "Özgür bir Kürdistan tohumunu ekiyorum. Onu geliştirip büyütün."

Evet, söz konusu yazının en başında bu isnat yer alıyor, ancak ne bir delil var, ne de bir kaynak ismi belirtilmiş. Yani, tam bir atmasyon, anlayacağınız...

Beyler, başkasına mal ettiğiniz bir sözün ispatını neden yapmıyorsunuz? Nursî'nin böyle bir sözü nerede, ne zaman sarf ettiğini niçin belirtmiyorsunuz?

Basın–yayın meslek ahlâkı, delile, ispata dayalı yazılar yazmayı gerektirmez mi? Aksi halde, önüne gelen herkes bir başkası hakkında istediğini yazmaya yönelmez mi?

Hasılı, ey "ülkücü" diye geçinen zevât! Gelin, ya bu yazdığınızın bir iftira olmadığını ispat edin, ya da bu büyük yalanı kimlere nasıl yutturabileceğinizi izah edin.

Şayet, Said Nursî hakkındaki bu yaftanız, yalan değil de doğruysa, ben yirmi beş yıllık mesleğimi derhal terk edeceğime dair söz veriyorum. Aksi halde, sizlerin birşeyler yapması gerekir.

Lütfen bize "Yoksa, ülkücülüğün sizdeki mânâsı bu mu?" dedirtmeyin.

Bilvesile, Bediüzzaman Said Nursî'nin eserlerinin ve kendisinin asıl dâvâsının ne olduğuna dair, yine kendi ifadelerinden birkaç cümleyi hatırlamaya çalışalım.

Bediüzzaman diyor ki

Kur’ân-ı Hakîmin sırr-ı hakîkatiyle ve i’câzının tılsımıyla, benim ve Risâle-i Nur’un programımız ve mesleğimiz ve bilfiil semeresini gördüğümüz ve çalıştığımız ve gâye-i hareketimiz ve hedefimiz, ölümün îdâm-ı ebedîsinden îmân-ı tahkîkî ile bîçareleri kurtarmak ve bu mübârek milleti de her nevî anarşîlikten muhâfaza etmektir. (Emirdağ Lâhikası-I, s. 27)

* * *

Biz, Risâle-i Nur’la, bu memleketin ve istikbâlinin en büyük iki tehlikesini defetmeye çalışıyoruz...

Birinci tehlike: Bu memlekette, hariçten kuvvetli bir sûrette girmeye çalışan anarşîliğe karşı sed çekmek.

İkincisi: Üç yüz elli milyon (şimdi 1,5 milyar) Müslümanlann nefretIerini kardeşliğe çevirmekle, bu memleketin en büyük nokta-i istinadını temin etmektir. (Emirdağ Lâhikası-I, s.125)

* * *

Evet, eserler (Risâleler) tesirlidir. Fakat, millet ve vatanın tam menfaatine ve hiçbir zarar dokundurmadan yüz bin adama kuvvetli îmân-ı tahkîkî dersi vermekle, saadet ve hayat-ı ebediyelerine tam hizmette tesirlidir. (Emirdağ Lâhikası-l, s. 17)

* * *

Risâle-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribâtı, bir küçük hâneyi tâmir etmiyor; belki, küllî bir tahribâtı ve İslâmiyeti içine alan dağlar büyüklüğünde taşlan bulunan bir muhît kal’ayı tâmir ediyor. ...Dehşetli rahnelenen kalb-i umûmi ve efkâr-ı âmmeyi ve umûmun, bâhusus avâm-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esasları ve şeâirlerin kırılmasıyla bozulmaya yüz tutan vicdân-ı umûmiyi... Kur’ân’ın ve îmânın ilâçları ile tedâvi etmeye çalışıyor. (Kastamonu Lâhikası, s. 25.)

GÜNÜN TARİHİ (25 Eylül 1396)

İstanbul'dan evvel Niğbolu

Yıldırım Bayezid kumandasındaki Osmanlı Ordusu, büyük Haçlı ittifakına karşı Niğbolu'da büyük bir zafer kazandı.

(Niğbolu, Bulgaristan'ın kuzeyinde, Plevne'ye bağlı bir kale–şehir.)

Bizans ve Papalık dahil, Hıristiyan bütün Avrupa devletleri, Osmanlı'yı kıt'adan atmak ve "geldiği yere göndermek" fikrinde birleşmişlerdi. Bu maksatla biraraya geldiler ve kuvvetlerini birleştirdiler.

Osmanlı'ya karşı Avrupa genelinde yapılan hazırlıkların hummalı bir şekilde devam ettiği esnada, Yıldırım Bayezid da İstanbul'u kuşatma almış durumdaydı.

Sultan Bayezid, Haçlıların niyet ve gayretini fark edince de, kuşatmayı kaldırdı ve Edirne merkezli kuvvetlerini Balkanlar'a doğru kaydırmaya başladı.

Zira, öncelikle Avrupa'dan gelecek tehlikeleri bertaraf etmesi lâzımdır ki, İstanbul'un fethi daha emin adımlarla tahakkuk ettirilebilsin.

Tarafların haftalar, aylar süren toparlanma, manevra ve kuşatma hareketlerinin ardından, nihayet iki taraf arasında şiddetli çarpışmalar başgösterdi.

Çatışmaların en şiddetlisi ise, 25 Eylül 1396'da Niğbolu'da yaşandı.

İçinde Fransa, İngiltere, İskoçya, Almanya, Polonya, Bohemya, Avusturya, Macaristan, İtalya, İsviçre, Belçika ve diğer Avrupa ülkelerinden askerler ile Venedik ve Rodos şövalyelerinin de katıldığı 120 bin kişilik büyük haçlı ordusunu mukabil, Osmanlı'ın asker sayısı 50–60 kişi civarındaydı.

Buna rağmen, Osmanlı kuvvetleri galip geldi. Büyük kayıp veren Haçlı ordusu darmadağın oldu.

Bu savaş sebiyle, Avrupa dehşet içinde kaldı. Müjdeyi alan Müslümanlar ise, sevince boğuldu. Abbasî İslâm Halifesi, Osmanlı Padişahına "Sultan–ı İklim–i Rûm" diye hitap etti. (Bu ünvan sonraki sultanlar için de kullanıldı.)

Avrupalılar, Niğbolu'da öyle bir "Osmanlı tokadı" yediler ki, yıllarca kendilerine gelemediler ve bu korkudan kurtulamadılar.

Öyle ki, Yıldırım Bayezid'in 1402'de Timur'a esir düşmesinden sonra Osmanlı'da başlayan 11 yıllık fetret (başsızlık, iç kargaşa) döneminde dahi, Haçlılar harekete geçmeye cesaret edemediler.

25.09.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (24.09.2007) - Adım adım gerilim

  (22.09.2007) - Güçlü şâir, yenilmez padişah

  (20.09.2007) - Alacakaranlıkta tahliye

  (19.09.2007) - Yassıada cehennemi (4)

  (18.09.2007) - Yassıada cehennemi (3)

  (17.09.2007) - Yassıada cehennemi (2)

  (15.09.2007) - Yassıada cehennemi (1)

  (14.09.2007) - Fedâiye ceza, geride kaldı

  (13.09.2007) - 14=13+simitçi

  (12.09.2007) - Darbe(ci)leri yargılamak

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri