Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 30 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Mustafa ÖZCAN

Canlı kitap



‘Sudaki Kitap’ın hikayesi Mevlânâ’nın babası Sultanu’l Ulema’nın Maarif adlı kitabının hikayesidir. Şems Konya’ya geldiğinde Mevlânâ’nın elinde bu kitap vardır. Meşhed veya sahne şöyle anlatılır: Mevlana Konya’da bir pınar başında oturmuş öğrencileriyle sohbet etmektedir. Pınarın kenarındaki Bahaeddin’in Maarif’i açıktır. Şems, Mevlânâ’nın sözünü keser ve bu arada bu kitapla birlikte diğer değerli metinleri de suya atar. Esasında zahiren Şems’in yaptığıyla Moğolların Bağdat’ta yaptıklarının hiçbir farkı yoktur. Burada önemli ve hikmetli bir sembolizm vardır. Bu sembolizmi Coleman Barks ve John Moyne şöyle yorumlarlar: “Marifet Mevlânâ’nın ve Şems’in yüzyüze geldikleri bir dönüm noktasıdır. Sina’da Allah ile yüz yüze gelmek isteyen Hz. Musa marifetten sûfiyata ve sâfiyata geçişi temsil etmektedir. Aynen Hz. Muhammed’in miracı ve Hz. İsa’nın son yemeği gibi.

Şems Mevlânâ’nın babasının kitabını pınara atmasının amaçlarından birisi de onun yazılı metinlere olan güvenini kırmak istemesidir (Sudaki Kitap, s: 21, Doğan Kitap)...” Buradaki gizli amaçlardan birisi Mevlânâ’nın kitap hamallığından “kitab-ı natık” makamına geçmesidir. Amaç kitabın kendisi veya ikizi olmaktır. Aksi taktirde kitap taşımanın bir ehemmiyeti yok. Hatta yük olarak bedeli var. Bu makama paralel bir makamda sufiler ‘men lem yezuk la yarif/tatmayan bilmez ‘ derler. Dolayısıyla yaşanmayan kitap sinede bir yüktür. Kur’ân-ı Kerim bu tarz kitap hamallarını yerer. ‘Kelhimari yahmili esfara’ ayet-i celilesinde kitap-ı natık olmadan kitap hamalları sifr (kitap) taşıyan eşeklere benzetilmiştir. Kitap kurtları olduğu gibi bir de kitap hamalları vardır. Filhakika öyledir de. Taşınan şey insanı kemalata erdirmiyorsa o sırtta ve sinede bir yüktür. Bundan dolayı eskiler bu ilişkiyi vecizeleştirmişler: Satır ilminden, sadır ilmine geçmek. Sadır ilmine geçen sadârete layık olur. Bu yüzden Mevlânâ’nın nabası ulemanın sultanı olmuştur. Mevlânâ da fahru’l evliya.

Satır ilmi akıl gibi, istidlal gibi öğrenilmesi ve akabinde de aşılması gereken geçiş mertebeleridir. Mevlânâ, Şems’le buluşmasına kadar ilimlerin ve kitapların yüklenicisi ve taşıyıcısı pozisyonundadır. Sonra Maarif’i suda kaybettikten sonra kendisi canlı bir maarif olur. Başka bir aşamaya geçer. Artık o kitab-ı natıktır ve ağzından ma-i zülal ve ab-ı hayat akmaktadır. Kaynak gözden ve zihinden gönüle inmiştir. Artık gönülde çağlayan ve kurumayan bir pınar vardır. Maarif’i sulara atarak Şems Mevlana’yı irşad etmiştir.

Abdulkadir Geylani veya İmam-ı Gazali’yi de irşad eden bir eşkiya başıdır. Horasan’dan Bağdat’a gelirken yolunu kutta-ı tarik keser ve nesi varsa yoksa alırlar. Zaten bir molla olan Geylani veya Gazali’nin kitabından başka bir şeyi yoktur. Ve kitaplar eşkiya başının eline geçer. Bunun üzerine ilmi sıfırlanan Geylani veya Gazali eşkiya reisine müracaat ederek ‘benim tek sermayem budur, bunlar giderse mahv olurum. Nasılsa sizin işinize yaramaz, bunları bana iade edin...” diye istirhamda bulunur. Sanki eşkiya tam burada irşad makamını temsil etmektedir ve fiilen de öyledir ve şöyle mukabele eder: “Bu kitapları veya müsveddeleri aldığımda bütün sermayen tükeniyor ve gidiyorsa o zaman benimle senin arandaki fark nedir? Bunlar bana geçtiğinde bütün sermayeni tüketiyorsun ve benim oluyor. Bu kitapları almakla bütün marifetin bana geçti. Benimle eşitlendin...”

***

Bu artık Gazali veya Geylani’ye hayatı boyunca unutmayacağı bir derstir. Artık satırdan sadra geçmek gerektiğini idrak eder ve bundan sonraki hayatını buna göre tanzim eder. Şii kültüründe kitab-ı natık olmanın farklı bir boyutu vardır. Onlar Ehl-i beyt imamlarını bir nevi ‘adil el kitap’ yani Kur’ân-ı Natık olarak görürler. Veya canlı Kur’ân. Bu durumda masumiyet halesi de kuşanmış olurlar. Ağızlarından çıkan her şey dane-i hakikat haline gelir. Vahiy mahsülüdür. İşte bu noktada İmam Gazali Şiilerin ve bilhassa Batinilerin bu teorisine itiraz eder ve masum imamın Hazreti Peygamberle birlikte hitama erdiğini ve beşer içinde adil-i kitapların da bulunmadığını söyler.

Gerçekten de bu benzetme problemli bir benzetmedir. Kelimetullah olan Hazreti Mesih’i, kelamullah olan Kur’ân-ı Kerim’in doğasına ve tabiatına benzeten İsviçreli Hıristiyan ilâhiyatçı Hans Küng, Şiiler gibi Hazreti İsa’ya bir nevi “adil el kitap” nazarıyla bakar ve bu payeyi verir. Halbuki kelimullah ve kelimetullah ve kelamullah farklı makamları ve boyutları temsil ederler. Kelimullah olan Musa Aleyhisselam Halilullah gibidir ve keyfsiz yani tanımsız bir şekilde Allah’ın kelamına mazhar olmuştur. Kelimetullah ise, ruhullah tabirine benzer şekilde Cebrail vasıtasıyla Meryem’e ilka edilen Hazreti İsa’nın canıdır. Ama Hazreti İsa aynen safiyyullah Adem gibi bir beşerdir. Tevrat, İncil ve Kur’ân Kelamullahtır ve mütekellim sıfatının tezahürüdür. Dolayısıyla da ne kelimullah ne de kelimetullah ittihad boyutunda değildir. Aksi halde, kelamcıların dediği gibi Cenab-ı Hakk teslisten ibaret bir terkip veya eczalardan mürekkep olurdu. Halbuki Hıristiyanlık dışındaki bütün dinler bunu reddetmektedir.

***

Kitab-ı natıkın içtimai boyutu şehr-i natıktır ve Bağdat’ın sıfatı olan Darusselam bir zamanlar böyleydi. Ümmet bazında ise medeniyet-i natıkadır. Medeniyet olarak da şehir olarak da Bağdat havi olduğu kitapları hayata geçiremediği için ‘el cezau min cinsi’l amel/ceza amelin çeşidindendir ve eyleme göredir’ sırrıyla cahil Moğol çerilerinin altında çiğnendi. Bizim dinimiz ve ondan münbais olan medeniyetimiz kitap eksenli bir medeniyettir. Kitabı canlı kuşananlar kitab-ı natıktır ve hamele-i Kur’ân’larda muhtevasını iç alemine yansıttığı nisbette böyledir. Bu açıdan Hazreti Aişe validemiz Peygamberimizin yüce ahlakı sorulduğunda: ‘Onun ahlakı Kur’ân’dı’ diye tarif etmiştir.

30.09.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (29.09.2007) - Gönül kelâmcısı

  (28.09.2007) - Canlı kitap

  (27.09.2007) - ‘İkinci fetretin Mevlânâsı’

  (26.09.2007) - İki fetret arasında Mevlânâ

  (25.09.2007) - Tabula rasa ve fetret devri

  (24.09.2007) - Mevlâna ve meşrebi

  (23.09.2007) - Cüz’i akıl, küllî akıl

  (22.09.2007) - Kapının halkası

  (21.09.2007) - Tek kanatlı kuş

  (20.09.2007) - Mevlânâ’nın yöntemi

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri