Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 23 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Şükrü BULUT

Artistler dönemi



Artist, sinemalar için yazılmış senaryolarda rol alan kişilere denilirdi. Önceden yaşanmış veya yaşanması muhtemel hayal ve hikâyelerin yeniden canlandırılışında rol alanlara verilen bu isim, zamanla hakikat, doğruluk ve gerçekçilik dışında konuşan veya iş görenlere de verilmeye başlandı.

Bediüzzaman Hazretleri Ruslarla savaşırken, at üstünde kaleme aldığı tefsirinde nübüvveti izah eden âyetin yorumunda “Fıtrî karagözlülük sun’î kara gözlülüğe benzemez” derken, mânâ itibariyle hadisenin hakikî kahramanının senaryosunda oynayan artistten nasıl ayrıldığını izah eder.

Senaryoların vermek istedikleri bir mesaj ve ulaşmak istedikleri belli bir netice vardır. Bu hedefi belirleyen kişi veya şahs-ı manevîler, ya bizzat yazar ve icra ederler, veyahut büyük paralarla başkalarına yazdırır ve kiralık oyuncularla gerçekleştirirler. Hedefi belirlenmiş ve büyük menfaatlere kilitlenmişlerin malî güçlerine göre büyük filmler çevrilir, oyunlar oynanır. Bazen de senaryo ve film yerine “proje” kelimesi kullanılır. Artistlerin buradaki isimleri “çalışma grupları ve ekipler” olarak öne çıkar. Yüksek vizyonlu ve düşük vizyonlu projeleri genellikle prodüktörler idare eder, oyuncu, malî destek, haberleşme ve ulaşımını organize eder.

Bilhassa maddî menfaatlerde, iktidar mücadelelerinde ve diğer dünyevî maceralarda çoklukla kullanılan artistlik ve artistlerin siyasette zirveye çıkışları Amerikan siyasetindeki başkan Ronald Reagan ile resmîleşir. Daha sonra Batı siyaset ve idaresinde önemli görev alırlar. Musevi kökenli California Valisi Arnold Schwarzgeneger’i de kategoriye dahil ettiğimizde, bu artistlerin beyaz perdedeki başarılarını reel hayatta gösteremedikleri görülür.

Bediüzzaman Hazretleri Avrupa ile Asya’yı özellikleri itibariyle mukayese ederken, tiyatroculuğun Doğu için geçerli olmayacağını belirtir. Zaten bu husus, Grek, Roma ve Latin medeniyetlerinin kalıntılarında da ortaya çıkar. Avrupa’nın artistliği yeni değildir. Bizde sinemadaki artistliğin reel hayata aktarılışı menfîdir. Takiyye, ikiyüzlülük, gizli maksad, münafıklık ve iğfal gibi kulağa hoş gelmeyen kelimelerle ifade edilir. Bizde kerih görülen bu tarz senaryo ve artistliğin, içimize Avrupa zalim kafirleriyle irtibat içinde bazı münafıklarca sokulduğunu iddia edenler haklı olabilirler. Bu halin, İran ve İsrail kültürlerinden de esinlenerek bazı dindarlarca benimsenmesi millî ahlâk ve bünyeyi tehdit eder duruma getirdi.

Tarihin siyaset boyutunda karşı tarafa kullanılmış artistliğin, günümüzde aile içinde, tebaaya ve sevenlerine karşı oynanması ahlâken mutlaka sorgulanması lâzım bir husustur.

Tüccarın, siyasetçinin, yazar, gazeteci, öğretim üyesi ve idarecilerin zaman zaman artistik yaptıkları Türkiyemizde, emniyet ve paylaşımın cemiyette yok olmaya yüz tuttuğunu görüyoruz. Kur’ân-ı Kerim, “yapmadıklarını” konuşanları tehdit eder. Genel insanî değerlere de zıt olan artistlikle ülkenin idare edildiğini kabul ettiğinizde, bu sıfatın bulaşıcı bir hastalık gibi en alt kademeye indiğini görüyoruz. Bu arada ahiret hayatını esas maksad edinmeleri gereken dinî cemaatlerin de bu hastalıktan nasiplendiklerini söyleyebiliriz.

Artistler toplumda rolleri icabı bazen kahraman kesilirler, bazen mütevazı ve müşfik bir baba olurlar. Rakiplerini etkilemek için hüngür hüngür ağladıkları çok görülür. Menfaat mukabili çevresindeki figüranlarla gerçek olmayan bir kamuoyu oluştururlar. Senaryoyu hazırlayanların küresel bir cemaate dönüşmeleri, maddî şirketlerin ittifak ederek “dev şirketlere” dönüşmeleri gibi, menfaat ortaklığında birleşmiş senaryo sahiplerinin maddî güçleri, medyada oluşturdukları yalancı kamuoyu ve hakikati hissedenlere empoze ettikleri korku, artistlerin ömrünü uzatıyor.

Artistlerin üslubu da önemlidir. Beyanatlarına, kükreyişlerine, ümit dolu vizyon ve vaadlerine inandığımızda, iğfalin ilk seansını yaşamışız demektir. Dinsiz Batı felsefesinden alınmış yalancı bir dil, muhatabı etkilemek üzere oluşturulmuş prensipler, gösteriyi icra ettiğinde başvurduğu vücut dili ve farklı sesler, hep artistik mektebinin öğrettikleridir. Avrupa’da bu terbiye, maalesef son zamanlarda anaokullarına kadar indirildi.

Lisan-ı hal, lisan-ı kaalden daha üstün olduğundan, artistlerin gözlerinin içine ferasetle bakanlar, icraatlarını tetkik ve çevre münasebetlerini tahkik edenler, ekseriyetle artistlerin iğfaline uğramazlar.

23.11.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (16.11.2007) - Beş yüzüncü mektup

  (09.11.2007) - AB hedefi

  (02.11.2007) - Türkiye’yi rencide eden medya

  (26.10.2007) - Kadın savaşları

  (19.10.2007) - Kur'ân zeminine tutunarak...

  (12.10.2007) - Aman bayramlarımız...

  (05.10.2007) - Mahalle baskısı mı, yoksa çetenin tasallutu mu?

  (30.09.2007) - Bize rağmen Kur’ân konuşuyor

  (21.09.2007) - Eva Hermann veya fıtratın sesi

  (14.09.2007) - Hoş geldin ey şehr-i şeâir!

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri