Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Nisan 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Sami CEBECİ

Kul hakkı



Cenâb-ı Hakkın, yokluk karanlıklarından aydınlık varlık âlemine çıkardığı her insan üzerinde bir çok hakları vardır. Buna hukukullah denir.

Muhtelif âyetlerin beyanına göre Kâinatın Yaratıcısını tanımak, ona iman etmek ve imanın gereği olarak emir ve yasaklardan ibâret olan ibâdetle karşılık vermek her insanın vazifesi olduğu gibi; en azından haftada bir defa yıkanmak ve gerekli temizlikleri yapmak da Allah’ın kulları üzerindeki haklarındandır.

Bunun yanında, her insanın diğer insanlar üzerinde de karşılıklı hakları vardır. Karı-koca, ebeveyn ve çocuklar, komşular ve sâir insanlar arasındaki bu haklara, din literatüründe kul hakkı adı verilir. Modern terminolojide insan hakları olarak nitelenen bu haklar, insanın doğuştan sahip olduğu ve kanunlar çerçevesinde muhakkak korunması gereken temel haklardır. Bu temel hak ve hürriyetlere, hiçbir kurum, hattâ devlet bile müdahale edemez ve ortadan kaldıramaz. Böyle bir yanlış yapılmadığı gibi, bilâkis onların en mükemmel bir tarzda yaşanmasına fırsat ve imkân verilir. İleri demokrasiler bu hakların teminatıdır.

Ancak, uygulamaya bakıldığında, dünya genelindeki devletlerin ekserisi, bu hak ve hürriyetlerin ve temel insan haklarının ihlâllerinin örnekleriyle doludur. Yarı demokrasi ile idare edilen ülkelerde kısmen bu haklar veriliyorsa da, çeşitli kısıtlamalarla bu insan haklarının budandığı ve verilen hakların tuzak gibi kullanılarak, sonradan çeşitli mahkûmiyetlere vesile kılındığı görülür. Meselâ, fikir ve ifâde hürriyeti insanların en temel hakkı olduğu ve anayasa ile teminat altına alındığı halde, yazıları hiçbir olumsuz olaya sebebiyet vermemiş nice yazar ve hatiplerin mahkeme eliyle mahkûm edildiği orta yerde duruyor. Ülkemizde 301 ve 216. maddeler demoklesin kılıcı gibi yazarların üstünde sallanıyor.

İslâm dininin kul haklarına verdiği önemin emsâli, ne Batı ve ne de Uzak Doğu toplumlarında görülmüyor. Kâinatın Efendisi (asm), vefatından önce bütün sahabilerine “Kimin bende hakkı varsa işte malım, gelsin alsın. Kimin sırtına vurmuşsam işte sırtım, gelsin vursun. Ben, Rabbimin huzuruna kul hakkıyla varmak istemem” demiştir. Böylesine bir hak anlayışının örneği tarihte görülmüyor. Hz. Cebrail (as), komşunun komşu üzerindeki haklarını haber verdiği zaman, Hz. Peygamber (asm) “Neredeyse komşu komşuya mirasçı olacak zannettim” buyurmuştur. Allah katında en yüksek makam olan peygamberlik ve sıddıkiyetten sonra şehitlik makamının geldiği bilinen bir gerçektir. Allah (cc), kul haklarından başka şehitlerin bütün günahlarını bağışlamaktadır. Ancak, şehit kulunun üzerindeki kul haklarının ödenmesini Allah’ın üstlendiği haber verilmektedir. Cenâb-ı Hak “Benim yanıma kul hakkıyla gelmeyin” ferman etmektedir. Mahşer günü, kul haklarından dolayı, âyetlerin bildirdiğine göre kadın kocasından, kocası karısından, anne baba çocuklarından, çocuklar anne ve babasından, kardeş kardeşinden, köle efendisinden, efendi kölesinden kaçacaklar. Orada para-pul geçmeyecek. Alacaklı olanlar, kişinin sevaplarını alacaklar. Sevaplar bittiği zaman, alacak sahiplerinin günahı o kişiye yüklenecek. Ne kadar dehşetli bir tablo!

Allah Resûlü (asm) bir gün sahabilerine sordu: “Müflis kimdir?” Sahabiler değişik cevaplar verdiler. Allah Resûlü (asm) dedi: “Hiçbirisi değil. Asıl müflis, bir çok sevapla âhirete gittiği halde, kul hakkı yediği için, alacak sahiplerine sevapları dağıtılan ve elinde hiçbir sevap kalmayarak cehenneme yuvarlanan kişidir” dedi.

Komşusunun tarlasına geçen, tartıda hile yapan, çalıştırdığı personelin hakkını vermeyen, memurunu hak ettiği halde üst makama yükseltmeyen, eşinin ve çocuklarının haklarına riâyet etmeyen, eğitimde fırsat eşitliği olduğu halde bir kısım talebelerin üniversiteye girmesini engelleyen, elindeki gücünü kötüye kullanan, insanların temel hak ve hürriyetlerini zora sokan, adalet dağıtması gereken kurumları adaletsizliğe vesile kılanların mahşer günü vay hallerine! Hele bir topluluğun hukukunu koruma mevkiinde oldukları halde hak ihlâline sebep olanlar yok mu, işte onların hâli o gün tam bir perişanlık, rezil ve rüsvâ olmaktır. Halbuki, bir kişinin bile hakkının, nazar-ı adalette büyükten farkı yoktur. Hak, haktır. Büyüğüne küçüğüne bakılmaz. Böyle zalimâne durumlardan Allah hepimizi uzak tutsun ve kul hakkıyla katına varmak musibetinden bizleri rahmetiyle korusun.

02.04.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (26.03.2008) - İzmit Konferansı

  (19.03.2008) - Ege’de maddî ve mânevî bahar

  (12.03.2008) - Eğitimde Bediüzzaman modeli

  (05.03.2008) - Bugünün küçükleri, yarının büyükleri

  (27.02.2008) - Internet’in gücü ve seyrinur.com

  (20.02.2008) - Risâle-i Nur’da melekler

  (13.02.2008) - Yüzüncü yılında Meşrûtiyetten Cumhuriyete Demokrasi serüveni

  (06.02.2008) - Günah psikolojisi

  (30.01.2008) - Kur’ân’a göre başarının sırları

  (23.01.2008) - Güneşler güneşine yolculuk

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ahmet ARICAN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri