Bilindiği gibi Ekim 2018’de Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda işkenceyle katli cinâyetini Cumhurbaşkanı, “Kaşıkçı’yı Suudilerin İstanbul başkonsolosluğunda katledip, cesedini parçalara ayıranlar” ifadeleriyle ağır bir biçimde eleştirmişti.
Ayrıca Kaşıkçı’nın köşe yazarlığını yaptığı Washington Post’ta “Kaşıkçı’nın öldürülmesi, 11 Eylül terör saldırılarını saymazsak, 21. yüzyılın en büyük ve tartışmalı olayı sayılabilir” tepkisini veren Cumhurbaşkanı, Kaşıkçı katillerinin diplomatik pasaportlarla seyahat etmeleri, diplomatik bir binayı suç mahalline çevirmeleri ve İstanbul’daki bir numaralı diplomatın olayın üstünü örtmeye çalışması çok tehlikeli bir emsal oluşturmuş; daha tehlikeli olanı ise katillerin, ülkelerinde hiçbir ceza almadan hayatlarına devam etmeleridir” diye yakınmıştı.
Çarpıcı olan, onca iddiadan sonra içte ağır ekonomik kriz çıkmazında Cumhurbaşkanı’nın “katillerine kesinlikle iâde etmeyiz” sözünün aksine dosyanın “katiller”e tesim edilmesi; ağır tahkirleri savurup “katil” dediği “oğul” Veliahd Prens’le fütûrsuzca kucaklaşması. Daha da çarpıcısı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekili olduğu dönemde Kaşıkçı davası dosyasını açan savcının daha sonra atandığı Adalet Bakanı Yardımcısı olarak aynı cinâyet davasının Suudilere devrinin kanun yararına bozulması başvurusunu reddetmesi.
Ne var ki Türkiye’de yargıyı bağımlı ve taraflı hale getiren çelişkili çarpıklıklar bunlarla kalmıyor.
VAZİYET
İktidardakilerin acziyetinin ifşası
Bir diğer çarpıklık, Kaşıkçı davası dosyasının Suudilere devrine itirazın reddine dair “Davanın devri, sanıklar açısından ‘kendi davalarının yargıcı olmak’ sonucunu doğuracaktır. Suud yetkililerinin ülkemizde C. Kaşıkçı’ya karşı gerçekleştirdikleri pervâsız ve hunharca cinâyet, ülkemizin ‘ehil belde’ vasfına, devletimizin onur ve saygınlığına büyük saldırıdır” muhalefet şerhini koyan hâkimin İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığından Kahramanmaraş’a sürgünle âdeta “cezâlandırılması.”
Görünen o ki hâkim Nimet Demir’in muhalefet şerhinde kanuna göre “başka ülkede yargılanan ve haklarında hüküm verilen sanıklarla ilgili ülkemizde görülen davanın önceden yargılamayı yapan ülkeye devredilemeyeceği” hukuki değerlendirmesi karşısında çâresizlikle köşeye sıkışılmış.
“İddianamede Cemal Kaşıkçı’nın muhalif tavrı nedeniyle Suudi yetkililer tarafından ölümle tehdit edildiği, kendisine zarar veremeyecekleri inancıyla Türkiye’de bulunduğu, bunu yakın çevresine söylediği zikredilmektedir. (…) Eylemi gerçekleştiren fâillerin bulunup yargılanması, eylemleriyle mütenasip müeyyide uygulanması suretiyle sarsılan kamu düzeninin tamiri elzemdir” hükmüne hiçbir hukukî cevap bulunamamış…
Özetle, sırf siyasi sâiklerle “dosyanın devri” emrivakisine ilişkin hâkim Demir’in “Ne yapalım Suud yönetimi yargılamak için sanıkları vermiyor’ acziyeti içinde davanın devri ve sanıklar hakkında kırmızı bültenin kaldırılması; toplumun adâlet, eşitlik, dürüstlük gibi değer yargılarıyla bağdaşmadığı” görüşü, “tek kişilik hükmet ucûbesi”nde “siyasetin sopası” haline getirilen yargının “tâlimat”la sürüklendiği vahim vaziyetini bir defa daha ifşa ediyor.
İKRAR
Ve çarklı “dış politika”nın çöküşü
“Türkiye’nin ‘ehil belde’ vasfına, onur ve saygınlığına büyük saldırı” olan, Cumhurbaşkanı’nın “şehid” dediği “Kaşıkçı cinâyeti dosyası”nın “Suudi devleti içinde yuvalanmış bir çetenin çıkarlarına hizmet edenler”e teslimi çarkı AKP iktidarının yaman çelişkili çarklarını sözkonusu etti.
Öncelikle Cumhurbaşkanı’nın “one minute” çıkışını “moderatöre söylemiştim” dönüşünü, kamuoyuna karşı “Ey zâlim terör devleti!” dediği İsrail’le kat kat arttırılan işbirliklerini tedâi ettirdi.
Keza “Bizden mi izin aldılar, gittiler” çarkıyla on vatandaşın katledildiği Türk bayraklı Mavi Marmara yardım gemisine kanlı baskında bulunan İsrailli askerlerin yurtiçinde ve yurtdışında yargılanmalarının ve ceza anlamalarının bizzat siyasi iktidarca engellenmesini gözler önüne getirdi. “Bu makamda bulunduğum sürece katiyen iâde edilemeyecek!” teminatını verdiği, casusluktan 35 yıl hapisle yargılanan Rahip Brunson’un Trump’un “ekonominizi mahvederim!” tehdit tweetleri üzerine apar topar iâde edilmesini; “akıllı ol, aptal olma!” hakaretli “mektubu”na “suskun” kalınmasını; “terörist” dedikleri Alman vatandaşı gazeteci Deniz Yücel’in Merkel’in telefonuyla derhal serbest bırakılmasını hatırlattı. Ve bu durum, diplomasinin dışlandığı, bir eski diplomatın yakınmasıyla “Dışişleri’nin bir partinin ideolojik komiserliği’ haline getirildiği, tutarlılık ve üslupta ölçülülükten yoksun, üstten bakan, aşağılayan, meydan okuyan” polemiklerle muallel “dış politika”daki çarklı çöküşün açık ikrarı oldu.