“Seçim sürecine giden yolda toplumsal, ekonomik ve siyasi dinamikleri etkileyen çok sayıda menfi faktörle önümüzde kontrol edilemeyen beklenmedik birtakım olumsuz gelişmelerin ortaya çıkma ihtimali”yle “işi uzatmaya gerek yok” diye “erken seçim” çağrısı, “Türkiye’nin bu şartlarda yönetilemediği”nin açık itirafı.
Bu ikrarla, her ne kadar çöküş sinyalleri veren ekonomiden AB’ye Türkiye’nin krizle karşı karşıya kaldığı bir çok gündem karambole getirip ötelenmek istense de, iktidarın tıkandığı konuların başında gelen dış politika ve akıbetsiz “Suriye politikası”nı bir defa daha açığa çıkarıyor.
Vakıa şu ki AKP iktidarında Irak’ın bombalanmasına şimdi de Suriye ekleniyor. Körfez Savaşı’nda ABD ve İngiltere’nin başını çektiği işgal ortaklarının Çekiç Güç bombardımanıyla Irak’ın kuzeyini Irak’tan koparmasının ardından “Saddam’ın devrilmesi”ne odaklanıp Irak’ı işgali ve etnik ve mezhebî iftiraklar üzerinden bölme fitnesi bu kez Suriye üzerinde sahneleniyor.
“BOP EŞBAŞKANLIĞI” DEVAM MI EDİYOR?
İsrail hesâbına Suriye’yi de iç savaş ifsadıyla çökertilmek için bombalama ve parçalama oyunu oynanıyor.
Ve buna karşı, daha ilk saatlerde hiç gecikmeden Müslüman komşusunun 105 füze ile bombalanmasını âlelacele “kutlarcasına”, beş bin TIR ve iki bin kargo uçağı dolusu başta PYD/YPG’yi destekleyen ABD’ye “memnuniyet” bildirilip, “Şimdiye kadar nerede idiniz?!” diye sitem ediliyor.
Aslında tam da imzaladığı mutâbakatlarla Suriye’de çatışmasızlıkla barış ve çözüme iyice yaklaşıldığı sırada, Ankara’nın Müslüman komşusunun bombalanmasını desteklemesi, zâlime arka çıkmak anlamına geliyor.
Gerçekten, dünyanın gözünün içine baka baka Kudüs’ü “İsrail’in başkenti” ilân etmesine “Ey Trump!”, “Ey Amerika!” diye güya “kafa tutup” rest çekerken, aynı ABD’nin İsrail adına Suriye’yi vurmasına hangi iz’anla destek veriliyor?
Hangi maslahatla ve stratejik - politik gerçeklikle, Astana’da, Soçi’de ve en son Ankara’da Suriye’nin toprak bütünlüğü ile egemenliğini, bağımsızlığını, birliğini korumak için Rusya ve İran’la birlikte imzaladığı mutabakata ters düşerek, “Astana – Soçi süreçleri”ni tasfiye etme peşindeki küresel güçlerin kulvarında yer alıyor?
Irak’ı ve Afganistan’ı işgal eden, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile 22 İslâm ülkesini hedef alan ABD’nin yanında yer alma garabeti sergileniyor.
ANKARA, ZÂLİMLERİN YANINDA YER ALMAMALI
Bediüzzaman’ın tefsiriyle, “Zulme değil yalnız âlet olanı ve taraftar olanı, belki ednâ bir meyil edeni dahi dehşetle ve şiddetle tehdit eden, “Zulme meyletmeyiniz, yoksa cehennem ateşi size de dokunur” (Hûd Sûresi, 110) ve “İnsan şüphesiz ki çok zalimdir” (İbrahim Sûresi, 34) âyet-i kerimelerinin fermanıyla “rızâ-yı küfür küfür olduğu gibi, zulme rızâ da zulümdür.”
Ankara bu garabete artık son vermeli. Zâlimlerin, işgalcilerin arkasına takılmamalı. Zulme en ufak bir meyil göstermemeli. Zâlime, işgale, bombalamalara, operasyonlara destek vermemeli.
Yahudi lobisi güdümündeki petrol ve silâh tröstlerinin “kanlı ihâle pastaları”nın taşeronluğunun “reel politik” diye yutturulması oyununa gelmemeli.
Zira “Zâlimlerin kılıncından (müdahâle ve desteğinden) ferec (kurtuluş), ferah (kalkınma-gelişme), sürur ve fütûhat (zafer ve barış)”ın gelmediği, acı tecrübelerle ortada. (Lem’alar, 155)
Zâlim güçlerle işbirliği, “Zulme rıza zulümdür; taraftar olsa, zâlim olur” kaidesince, zulme râzı olup, hatta meyledip, aynı “cephe”de vahim zulmün vahim vebaline ortak eder.