"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kabahat, samur kürk olsa...

Ekrem KILIÇ
20 Ocak 2011, Perşembe
Osmanlı târîhinin istisnâ pâdişâhlarından Sultan İbrahim’in, aklını çelen bir falcı kadının anlattığı masalların etkisinde kalarak, samur kürke merak sardığı; kendisi ve etrâfındakilerin giyeceklerinden başka, sarayın döşeme ve duvarlarını dahi kürklerle kaplattığı anlatılır. Vezîrlerin ve rütbeli ulemânın saraya samur kürk hediye etmelerini ferman buyurur.
Getirmeyenlerden zorla almak yoluna başvurur. İşte böyle bir zorlama ile karşı karşıya kalan zevâttan biri olan Galata kadısı Şeyhü’l-İslâm Zâde Mehmet Çelebi, âlim ve mutasavvıf bir zâttır. Bir hırka ve bir külâhı bohçaya sarıp vezîr-i a’zamın sarayına varır. Kürk vermeye gücünün olmadığını ifade ederek: “Bu hırka ve külâhı giyer, makàmdan vazgeçerim.” der. Başvezîrin, Şeyhü’l-İslâm olan babasının bile kürk vermiş olduğunu, kendisinin niçin inat ettiğini sorması üzerine: “Babam, makàmını kaybetmek korkusundan vermiştir. Beni pâdişâhla görüştür. Ona, bu yolla mal toplamanın ulu’l-emre münâsip olmadığını söyleyeyim. Çok çok ya beni idam eder; şehîd olurum. Ya sürgüne gönderir; böyle giderse İstanbul bu zulüm yüzünden yerle bir olacak. Hiç olmazsa bu şehirden kurtulurum. Yok görevden alırsa, bohçadaki hırka ile külâhı giyip Mevlevîhaneye çekilirim.” der. Okuduğum kitapta, vak’ayı nakleden târîhçi hikâyenin sonunu yazmamış.
Hükümdârların haksız hareketlerine karşı koyabilecek cesârette âlimlerin kalmadığı bir cem’iyyetin sonu hüsrândır. Bu hükümdârlık ister bir hâneyi, ister bir kıt’ayı idâre edecek genişlikte olsun, işin mâhiyeti değişmez. Her idâreci, sorumlu olduğu şahıslara karşı hakka riâyetle mükelleftir. Fakat ne yazık ki, eline yetkiyi geçirenin hakka bakış açısı ve hukùk telâkkîsi ekseriyetle istikàmetten sapmaktadır. Çevresindekilerin çeşitli sebeplerle karşı koyamayışları yüzünden gittikçe hatâlarının da farkında olamayan idâreci, sonu felâketle biten yollara girmektedir. Maalesef, Mehmet Çelebi’ler de pek azdır.
Zâlimi uyarmak bir cihâd çeşidi olmakla birlikte, her iş gibi, onun da ince bir tekniği vardır. Aksi halde, uyuyan canavarın kuyruğuna basmak gibi, istenmeyen netîcelere yol açabilir. Bu bakımdan, târîh içinde çoğu ulemânın, bâzı zâlim hükümdârlar hakkında, hiç lâyık olmadıkları sıfatlar ve vasıflar kullandıkları ve bu yolla onları iyiliğe, hayra, doğruya yöneltmeye çalıştıkları görülmüştür. Tabiî, bu tarzı kendi yüksek fazîletlerine, erişilmez sıfatlarına karşı basit bir senâ gibi addeden zâlim, ondaki mecâzı anlamaz veyâ anlamak istemezse iş başka!
Üzülerek belirtmek gerektir ki, gücü elde eden, herhangi bir şekilde onun kendisi için vazgeçilmez bir lâzıme olduğunu, hiç kimsenin başka türlü düşünmesinin bir kıymeti bulunmadığını vehmettiğinden, dünyâ ne derse desin, bildiğini okumaktan geri kalmamıştır. Dünyâ târîhinin bunu te’yîd eden pek çok örnekle dolu olduğu mâlûmdur. Hattâ demokrasinin iyice bilindiği ve yaygınlaştığı bu günlerde bile adı “hür, demokrat, cumhûriyet” olan bir çok devleti yönetenler, târihteki emsâllerini aratmayacak icrâatlar yapmaktan geri durmamaktadırlar.
Halka rağmen, halk için, halk oylaması ile veyâ başka başka oyunlarla demokratik diktatörya, cumhûrî saltanat, millî irâde vesâire ile idâre edilen ülkeleri aklınızdan geçirin, gözünüzün önünden resm-i geçit yaptırın… “Millet adına” karar verenlerin verdikleri kararları bir hâtırlayın… Demek, eşyânın tabîatı değişmiyor. Sınırsız kuvvelerle yaratılan benî beşeri, ancak İlâhî Kudret’in sınırlayabilecek olması hakîkati ayân beyân ortada duruyor.
Fazîletli kişinin kimsenin tahakkümüne girmeyecek kadar izzetli, kimseyi çiğnemeyecek kadar hürmetli olması gerekiyor. Yoksa, istenildiği kadar yüksek evsâf ile anılsın, insanın bunlara sâhipliği gerçek olmuyor. Riyâkârâne teveccühler şahsı yükseltmek yerine, yerin dibine batırıyor. Kişi tedennîyi terakkî zannetse, karşısındakiler hakîkati ketmetse; diller lâl, gözler kör olsa da işin aslı aynı kalıyor.
Vakit gelip çattığında yerden fışkıran fidanlar gibi örtülen, kapatılan hakîkatler çatlayan tohumlar misâli filiz veriyor, ortaya çıkıyor. “Sırların ortaya çıktığı gün” gelmeden, sırların sırrı dökülüyor, camın cilâsı kavlıyor, müebbeden saklı kalmak diye bir şey olmadığı tahakkuk ediyor. “Kabahat samur kürk olsa, kimse omzuna almaz.” atasözünü tasdîken, kimse suçunu kabûllenmiyorsa da vâkıa ve hüküm değişmiyor.
Aklı başında olan için ne burada, ne öteki âlemde rezîl ve rüsvây olmadan yaşamak en büyük hedef olmalı! Tekebbürün, zulmün, riyânın, müstehak olunmayan şöhretin, kötüye kullanılan makàmın, haksızlığa yol açan gücün, haramdan elde edilen servetin, boşa geçen ömrün âkıbetini ve bedelini tahmîn etmek için allâme olmak gerekmiyor. Azıcık târih okumak ve bilmek yetiyor…
Okunma Sayısı: 1488
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı