"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İnandığımız gibi

Ekrem KILIÇ
28 Aralık 2012, Cuma
Yaşayışımız, inandığımız gibi mi? Maalesef, inançlı kişiler de umumî cereyanlardan nasibini almış bulunmaktadır. Farkında olmadan kemiklerimize kadar işleyen gizli telkinler neticesinde meydana gelen fikirler, inançlarımızla yaşayışımız arasındaki uçurumu göremiyor; göstermiyor. Kur’ân-ı Hakîm’in hikmeti ile inançsız felsefenin düşünce sistemini muvazene eden Risalelerde, bu iki akımın esasları gayet anlaşılır biçimde, izah ve tafsil edilmektedir.

Malûmat hazinemizde, tozlu raflarda dizilen düstur kitapları gibi, bu bilgilerin yer aldığı kesindir. Ancak, uygulamada, olması gerekenleri hiç de dikkate almadığımız görülmektedir. Dinî metinlerde, geçmiş ümmetlerin, kitaplarında yazılı kuralları zaman içinde tatbikten vazgeçerek, işlerine geldiği gibi hareket ettiklerine dair oldukça kabarık sayıda misaller zikredilmektedir. Demek ki, insanoğlunun fıtratı değişmiyor. Nefis ve şeytan ortaklığı, Yüce Yaratan’ın emirlerine ve insanlığın irşadı için çalışanların tavsiyelerine uymayı engellemek için elinden geleni yapmaktadır.
Okuduğumuz çeşitli yazıların, dinlediğimiz ve seyrettiğimiz muhtelif yayınların, çevremizdeki konuşmaların etkisi hiç farkına varmadığımız düşünceleri akla, sözleri dile getiriveriyor. Yazarken, daha dikkatli olduğumuzu sandığımız sırada bile, ne dilimizde, ne inancımızda, ne örfümüzde bulunmayan işaretleri, kelimeleri kullanabiliyoruz.
En muhafazakâr kişilerin düğün dâvetiyelerinde “Erol ile Ayça” yerine, “Erol & Ayça” yazıverilmiş olduğunu görüyoruz. Camiden çıkıp, birbirinden ayrılan mü’minlerin “Allah’a emanet ol.”, “Allah’a ısmarladık.” yerine “Kendine iyi bak! Bay bay!” dediklerini duyuyoruz. En inançlı şahısların, karşılaştıklarında ilk kelâmları olması gereken “Selâmün aleyküm!” yerine “Selâm!”, “Mer’aba!” “N’aber?” gibi lâflar edildiğine şahit oluyoruz.
Giyim, kuşamda hazır kıyafet kullanmamız dolayısıyla modanın tesirine ister istemez girmiş olmanın ötesinde, yaşımıza, içtimaî mevkimize, hayat tarzımıza yakışıp yakışmadığını nazara almadan saçımızda, favorimizde, sakalımızda en garip şekilleri benimseyiveriyoruz. Elbette hürriyet güzel bir nimettir. Ancak Allah’a kulluk mevzuundaki hürriyet Hz. Muhammed’in (asm) yaşadığı ve mubah gördüğü tarzdır. Başka türlü hürriyet heveslere, nefislere, insî ve cinnî şeytanlara esir ve maskara olmaktır.
Buraya kadar sayılanlar, nihayet, âdetler ve mubahlar dairesindeki hareketlerden addolunabilir. Bundan daha kötüsü, ibadet hayatımızı ilgilendiren konulardaki laubaliliklerimizdir. Farz ve vaciplerdeki ihmallerimiz veya büyüklü küçüklü günahları işlemekteki fütursuzluğumuz, Allah esirgesin, âhiret hayatımızda tamiri mümkün olmayacak rahneler açmaktadır.
Farz ibadetlerimizdeki tembellikler, sünnetlerdeki önemsemezlikler, kebair günahlarda aldırmazlıklar çok tehlikelidir. Bilmemek, bu konularda mazeret teşkil etmemektedir. Bilip de yapmamak, daha feci bir durumdur. Hele, bir şahs-i maneviye mensubiyetimiz varsa, o zaman bütün bu haller cinayetle tavsif edilecek davranışlardan olur.
Akıl, kalb ve ruhlara rağmen, nefis ve şeytanın inanan insanları da aldatabileceği malûmdur. Hz. Yusuf (as) peygamber olmasına rağmen, nefsin kötülüğü emrettiğini, bu sebeple nefsini tebrie etmeyeceğini belirtmesi, bizler için mühim bir ölçüdür. Üstelik de çoğu zaman insan, işlediği hatayı veya günahı anında fark edememektedir. Adeta, sivrisineğin hortumunu batırdığı sırada değil de işi bitip giderken acısını duymamız gibi, nefsanî hisler aklımızı ve kalbimizi bir çeşit uyuşturucu ile uyutmaktadırlar.
Sivrisinek ısırığının kaşınmasını giderecek bir ilâç var mıdır, bilmiyorum; ancak, işlenen günahın tesirini silecek ilâç, samimî bir tevbe ve istiğfardır. Hatanın arkasından hemen bir hayır işleyip pişmanlığımızı göstermektedir. Elden gelirse aynı delikten bir daha sokulmamaktır.
Şurası kesindir ki, insan tek başına bütün hislerini frenlemeye çoğu kez muktedir olamamaktadır. Bunun için topluluk arasında bulunmak, cemaat içinde korunmak yegâne çaredir. Yapılabilirse bütün benliğindeki müsbet ve menfi duyguları, birlik havuzunun içinde eritmektir.
Okuduklarımız ve nasihatlerimizle öncelikle nefsimize, aklımıza hitap etmektir. Onlardaki kusurların düzeltilmesi niyetinde bulunmaktır. Hataların aranmasında ve kabulünde şahsını öne çıkarmak; iyilik ve faziletlerin taksiminde nefsini en arka sırada tutmaktır. Okurken, yazarken, yaşarken fazilet taslamak, büyük görünmek, akıllı ve âlim bilinmek gibi düşüncelerin semtine yanaşmamak; ölünceye kadar önce kul, sonra ilm-i hakikate muhtaç bir talebe olduğunu unutmamaktır.
Her zaman herkes için yüzde bir ihtimal de olsa bir tehlike kapısının daima açık olduğunu hatırlayarak korku ve ümit arasında yaşayıp, emaneti gerçek sahibine teslim etmek için azamî gayreti göstermektir.

Okunma Sayısı: 1014
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı