İmanın yarısı sabır, diğer yarısı ise şükürdür. [Beyhaki]
İman öyle güzel bir haslettir ki, içinde taşıdığı her şart insanın ruhuna ilâç, bedenine şifa olur. İşte bunlardan ikisi sabır ve şükür nimetleridir. Sabır; fazileti çok büyük olan, çok değerli, hava su gibi elzem, her insanda bulunması gereken, ama her kula nasip olmayan, sıkıntıyla karşılaşıldığı ilk anda sükût edebilmeyi gerektiren, dayandıkça da insanı rahatlatan sağlam bir istinat noktasıdır.
Sabır; dilde söylemesi kolay, gerçekleştirmesi çok zor olan güzel bir haslettir. Tevekkülün, yani Allah’a dayanmanın başka bir adıdır.
Sabır, sabredenin sonunda ecrini kazanacağı uzun zorlu bir yolculuktur. Yolcusu yavaş, yolu da uzun ve hayırlıdır. “En hayırlı vasıta sabırdır.” [Hakim-i Tirmizi]
“İnsanlar imtihandan geçirilmeden sadece iman ettik demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sanıyorlar?” (Ankebut, 2) Âyet-i Kerim’esinden de anlaşılacağı gibi, Kur’ân-ı Kerîm bize başıboş bir hayat geçiremeyeceğimizi ilk baştan bildiriyor.
Gözümüzü açtığımız yer imtihan dünyasıdır. Zaman gelecek zorluklarla sıkıntılarla karşılaşacağız. Hastalıklar ve musîbetler zamanında, dakikalar yıl gibi gelecek. Bazen de Rabbimizin eşsiz nimetleriyle donatılacak, sayısız güzelliklerine boyanacağız ve yıllar “an” gibi geçecek. (Gençlik ve zenginlik zamanlarında olduğu gibi) “Bazen nimetlerle, bazen musîbetlerle imtihana çektiği gibi” (Araf, 168) “Sizi bir imtihan olarak iyilikle de kötülükle de deneyeceğiz.” (Enbiya, 35)
İşte zor bir imtihan. Kazananı da belli değil kaybedeni de.
Başkası adına karar veririz, başkasının yerinde olsak şöyle sabrederiz böyle sabrederiz. Birisini teselli etmek için ona bol bol sabır tavsiye ederiz. Ama iş başa gelince acının en kor hali yüreğe düşünce, çaresizlik kapıyı ısrarla çalınca, işe o zaman yüreğimizden feryatlar yükselir. Ruhumuzda isyan fırtınaları kopar. ”Allah’ım bütün dertler beni mi bulur! Ben ne suç işledim de bunu bana lâyık gördün” şeklinde kaderi tenkir etmeye başlarız. Onunla da kalmaz isyan ettiğimizin ve küfür uçurumlarının kıyılarında dolaştığımızın farkında bile olmayız. Rahat anında, bolluk içinde, mutlulukta, gezerken tozarken şikâyet etmeyiz. Şükretmek de pek aklımıza gelmez. Sanki o nimetleri, sağlığı, mutluluğu kendi çabalarımız ile kazanmışız gibi böbürleniriz. Ama ne zaman eski günlerimizden biraz aşağı düşsek, hastalık biraz kendini hissettirse, maddiyat biraz elimizden gitse, işte o zaman şikâyetlerin ardı arkası kesilmez. Şekvalar âdeta arşa yükselir. Ancak şunu bilmeliyiz ki “şekva O’na olmalı; O’ndan olmamalı”.
Kimi kime şikâyet ettiğimizi bilmemiz lâzım. Veren O olduğu gibi, alanın da O olduğunu unutmamalıyız. Verdiğine şükrederken, aldığından da şikâyet etmemeliyiz. “Bozuk bir işi düzeltemezseniz, sabredin! Allahü Teâlâ onu düzeltir.” [Beyhâki]
Bediüzzaman Hazretleri, “Sabır üçtür” diyor. “1. Mâsiyetten (günahlardan kaçınmaktan) sabır. 2. Musîbetlere karşı sabır. 3. İbadette sabır.”
Belâlara ve musîbetlere karşı sabır, kolay olmadığı gibi derecesi de çok yüksektir. Bu derece, Sıddıkların, Peygamberlerin sabrıdır. Belâ ve musîbetlere sabır, bu zamanda daha da zordur. Çünkü insanlık olarak rahata ve tembelliğe alışmışız. Zorluklara karşı direncimiz azalmış. Sabır içinde şükretmeyi unutmuşuz. Çalışmadan zengin olmak, ibadet etmeden cennete gitmek istiyoruz.
Nimete kavuştuğumuzda şükretmek vazifemiz olduğu gibi, kaybettiğimizde de şikâyet etmeye hakkımız yoktur. İnsan şikâyet eder, ama başına gelenlerden dolayı halini Allah’a arz eder, musîbetleri O’na şikâyet eder ve yardım ister. Yoksa, hâşâ Allah’ı başkalarına şikâyet etmek gaflettir, dalâlelettir. Öyleyse, başımıza bir felâket geldiğinde, halimizi Allah’a arz edip, dertlerimiz Allah’a şikâyet etmeliyiz. Şekva dilekçemizi Cenâb-ı Hakk’ın makamına duâ zarfı ile ulaştırmalıyız. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi, “Ben derdimi de, üzüntümü de ancak Allah’a şikâyet ederim dedi.” (Yusuf Sûresi: 12:86.) demeliyiz.
İmanın diğer bakan gözü de, nimetlere şükürdür. Darlıkta ne kadar sıkıntı şekva varsa, bollukta da şükür ve tefekkür o kadar azdır. İnsanlar arasında kötü şeyleri kader yazar, iyi şeyleri de kulun kendi iyiliği neticesinde kazandığını düşünür. Aslında hakikat bunun tam tersidir. İnsana verilen iyilik Allahın bir inayeti, ikramıdır. Kötü bir belâ musîbet sıkıntı kulun kendi yaptıklarına karşı verilen bir karşılıktır.
Üstâd Hazretlerinin şu ifadeleri ile sabır konusunda bize rehber yardımcı olsun diyor.
Yazımın sonunu Risale-i Nur’a havale ediyorum:
“Elhasıl, nasıl şükür nimeti ziyadeleştiriyor; öyle de, şekvâ musîbeti ziyadeleştirir. Hem merhamete liyâkati selb eder.
“Birinci Harb-i Umumînin birinci senesinde, Erzurum’da mübarek bir zat müthiş bir hastalığa giriftar olmuştu. Yanına gittim. Bana dedi:
‘Yüz gecedir ben başımı yastığa koyup yatamadım’ diye acı bir şikâyet etti.
Ben çok acıdım. Birden hatırıma geldi ve dedim:
‘Kardeşim, geçmiş sıkıntılı yüz günün, şimdi sürurlu yüz gün hükmündedir. Onları düşünüp şekvâ etme. Onlara bakıp şükret. Gelecek günler ise, madem daha gelmemişler; Rabbin olan Rahmânü’r-Rahîmin rahmetine itimad edip, dövülmeden ağlama, hiçten korkma, ademe vücut rengi verme. Bu saati düşün. Sendeki sabır kuvveti bu saate kâfi gelir.” (2. Lem’a, Dördüncü Nükte)
NURBAN KAYA
[email protected]