"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Prof. Dr. Ahmet Kuru: Müslümanları istibdat geri bıraktı

20 Ağustos 2020, Perşembe 00:01
PROF. KURU’NUN “PROBLEMİN KAYNAĞINDA ULEMA-DEVLET İTTİFAKININ ÖZGÜR DÜŞÜNCEYİ ORTADAN KALDIRMASI VAR” TESBİTİ, BEDİÜZZAMAN’IN 110 SENE ÖNCE DİKKAT ÇEKTİĞİ BİR GERÇEĞİ İFADE EDİYOR.

DİN VE DEVLETİ TEMSİL İDDİASINDAKİLER

Kuru: "Din ve devleti temsil ettikleri iddiasındaki ulema ve devlet adamları tüm alanları kontrol etmeye çalışarak üretken bir entelektüel sınıf ile verimli bir tüccar sınıfının doğmasına izin vermiyorlar."

DEVLET MEMURU OLMAYI REDDEDERKEN

“8-12. yüzyıllarda İslam âlimleri devlet memuru olmayı genelde reddetmiş, çoğulculuk önemli düşünürlerin yetişmesini sağlamıştı. Ancak 13. yüzyıla gelindiğinde iktisadî ve dinî bir kırılma yaşandı.”

SARİ HASTALIK GİBİ YAYILAN İSTİBDATLAR

Bediüzzaman da Müslümanların 13. asırla birlikte gerileme sürecine girmelerinin en önemli sebeplerinden birini “Çeşit çeşit sari hastalıklar gibi intişar eden istibdat” olarak tesbit etmişti.

***

Müslümanları istibdat geri bıraktı

Siyaset bilimi profesörü Ahmet Kuru, Müslüman ülkelerin otoriter yönetimler dolayısıyla geride kaldığını söyledi.

Demokrasi Endeksi’nde yer alan 167 ülke arasında Müslüman nüfusun yoğun olarak yaşadığı ülkelerin tamamına yakını listenin altlarında yer alıyor. Listede 110. sırada bulunan Türkiye’nin yanı sıra, Pakistan, Ürdün, Irak, Cezayir gibi ülkeler ‘hibrid rejim’ olarak tanımlanırken; İran, Suudi Arabistan ve Mısır ‘otoriter’ kategorisinde kendine yer bulunuyor. Peki, Müslümanların çoğunlukta yaşadığı ülkelerdeki bu otoriterlik eğilimi ve hilâfet gündemi nereden kaynaklanıyor? Euronews, sorunun cevabını almak için, son kitabını tam olarak bu konu üzerine yazan Amerika Birleşik Devletleri San Diego Üniversitesi’nden siyaset bilimi profesörü Ahmet Kuru ile konuştu. 

‘Sorunun nedeni devlet-ulema ittifakı’

“İslâm, otoriterlik ve geri kalmışlık: Küresel ve tarihi bir karşılaştırma” adlı kitabın yazarı profesör Kuru’ya göre “Müslümanlar neden geri kaldı?” sorusunun cevabı “İslâm dini” değil. Kuru, “Eğer öyle olsaydı, 8-12. yüzyıllar arasındaki gelişme de olmazdı” diyor. Kuru ayrıca, Müslümanların Moğol istilâsı, Haçlı seferleri ya da Batı sömürgeciliğinden dolayı geri kaldığına dair yaklaşımı da reddediyor: “Müslümanlar Moğol istilâsından sonra üç büyük imparatorluk kurdu, ancak 8-12 yüzyıllar arasındaki entelektüel üstünlüğü hiçbir zaman tekrar yakalayamadı” diyen Kuru, ‘İslâm coğrafyası’ndaki sorunların sömürgecilik döneminden çok önce ortaya çıktığına işaret ediyor. Kuru, sömürgeciliğin bu ‘geri kalmışlığın’ bir nedeni değil, sonucu olduğunu savunuyor. Kuru’ya göre sorunun kaynağında ulema-devlet ittifakı ile hür düşüncenin ortadan kalkması var. 

11. yy’da dinÎ bir kırılma yaşandı

“Din ve devleti temsil ettikleri iddiasındaki ulema ve devlet adamları tüm alanları kontrol etmeye çalışarak yaratıcı bir entelektüel sınıf ve üretken bir burjuva sınıfının doğmasına izin vermiyorlar” diyen Kuru, sorunun kökenlerini Selçuklular dönemine kadar götürüyor: “8-12. yüzyıllar arası İslâm âlimleri devlet memuru olmayı genel olarak reddetmiş, dinî ve fikrî çoğulculuk önemli filozofların yetişmesini sağlamış ve tüccar sınıfı hem İslâm âlimlerine hem de filozoflara maddî destek sağlamıştı. Ancak 11. yüzyıla gelindiğinde, iktisadî ve dinî bir kırılma yaşandı. Selçuklular devlet kurumunu daha merkezi ve askerî bir hale getirdiler. İkta sistemi ile toprakların önemli bölümü askerî devletin kontrolüne geçti. Nizamiye adı verilen medreseler açılarak ulema sınıfının devletle ilişkisi kurumsallaştırıldı. Bu değişimin sonucunda ulema-devlet ittifakı olarak adlandırdığım yapı ortaya çıktı.”

Ulema-devlet ittifakı, tüccar sınıfını marjinalleştirdi

“Ulema-devlet ittifakı hem düşünür sınıfını hem de tüccar sınıfını marjinalleştirdi” diyen Kuru, ittifakın Osmanlı döneminde de güçlenerek sürdüğünün altını çiziyor. Osmanlı, askerî ve siyasî olarak İslâm tarihinin en önemli aktörlerinden birisi ancak felsefî ve akademik bir altın çağı yok. Peki, eğer Müslümanların ‘altın çağı’ 12. yüzyılda son bulduysa, Osmanlı İmparatorluğu’nun başarıları nasıl açıklanabilir? Kuru’ya göre “Osmanlı’nın felsefî ve akademik bir altın çağı yok”. Kuru, “askerî ve siyasî olarak İslâm tarihinin en önemli aktörlerinden birisi” olarak tanımladığı Osmanlı’nın felsefî ve bilimsel olarak etkisinin çok sınırlı kaldığını söylüyor.

Bediüzzaman yüz yıl önce bu hastalığa işaret etmişti

Bediüzzaman Hazretleri bundan 100 yıl evvel istibdadı bir hastalık olarak nitelendirip, Müslüman ülkelerin bu sebeple geride kaldığına dikkat çekmişti.

Konu ile ilgili olarak Risale-i Nur’dan derlenen bazı köşe taşları şu şekilde:

“Ecnebîler, Avrupalılar terakkîde istikbale uçmalarıyla beraber, bizi maddî cihette Kurun-u Vustada durduran ve tevkif eden altı tane hastalıktır. O hastalıklar da bunlardır: Birincisi: Yeisin, ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi. İkincisi: Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi. Üçüncüsü: Adavete muhabbet. Dördüncüsü: Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek. Beşincisi: Çeşit çeşit sari hastalıklar gibi intişar eden istibdat. Altıncısı: Menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek.”

 (Eski Said Dönemi Eserleri, H.Şamiye, s. 237)

Siyasî istibdat, ilmî istibdadı da doğurdu

“Âlem-i İslâmiyet’i zillet ve sefalete düşürttüren ve ağraz ve husumeti uyandıran ve İslâmiyet’i zehirlendiren, hatta her şeye sirayetle zehrini atan, o derece ihtilâfatı beyne’l-İslâm îka edip, Mutezile, Cebriye, Mürcie gibi dalâlet fırkalarını tevlid eden, istibdattır. Evet, taklidin pederi ve istibdad-ı siyasînin veledi olan istibdad-ı ilmîdir ki, Cebriye, Rafıziye, Mutezile gibi İslâmiyet’i müşevveş eden fırkaları tevlid etmiştir.” 

(Eski Said Dönemi Eserleri, Münazarat, s. 159-160)

İlmî meselelerdeki istibdat, bâtıl fırkaları netice verdi

“Meşrûtiyet hükûmete düştüğü vakit, fikr-i hürriyet Meşrûtiyeti her vecihle uyandırır. Her nev’îde, her taifede onun sanatına ait bir nev’î Meşrûtiyeti tevlid eder. Hatta ulemada, medariste, talebede bir nevi Meşrûtiyeti intâc eder. Evet, her taifeye ona mahsus bir Meşrûtiyet, bir teceddüd ilham olunuyor.” 

(Eski Said Dönemi Eserleri, Münâzarât, s. 164)

Dinin himayesini devlete veren zihniyet

“Suâl: “Dine zarar olmasın, ne olursa olsun?” Cevap: İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez; gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar. Hem de mağlûp bîçare bir reise yahut müdahin memurlara veyahut mantıksız bir kısım zabitlere itimat edilirse ve dinin himayesi onlara bırakılırsa mı daha iyidir? Yoksa efkâr-ı amme-i milletin arkasındaki hissiyat-ı İslâmiyenin madeni olan –herkesin kalbindeki şefkat-i imaniye olan– envar-ı İlâhînin lemaatının içtimalarından ve hamiyet-i İslâmiyenin şerârât-ı neyyirânesinin imtizacından hâsıl olan amud-u nura­nînin ve o seyf-i elmasın hamiyetine bırakılırsa mı daha iyidir? Siz muhakeme ediniz.” 

(Münâzarât, s. 44-47)

Okunma Sayısı: 5067
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı

    En Çok Okunanlar