"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hz. Âdem (as) ve dünya yüzünün insan için yaratılışı (1)

Halil AKGÜNLER
24 Eylül 2012, Pazartesi
Hz. Âdem ve Hz. Havva yasak meyveyi yedikten sonra yeryüzüne gönderildi. Bir ölçüde şeytan ve avânesi ile birlikte dünya yüzeyine indirildi. O andan itibaren şeytan ve Âdem nesli arasında büyük bir mücadele başlamış oldu.

Peki bu esnada dünya yüzü nasıldı? Dünyadaki bitki örtüsü, hayvan nesli, su, bakteriler ve diğer mahlûkât ne halde idi? Âdem neslinin yaşaması için bütün şartlar hazır mı idi? Âdem neslinin devamı için bütün nimetler dünyaya gönderilmiş miydi? Âdem nesli bu nimetlerden istifade etmeyi nasıl ve ne şekilde öğrendi?
İşte bu noktada Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın yeryüzüne indirildiği andaki hayat tarzından başlayarak mezkûr suâllere, naklî, aklî ve fennî delillere istinat ederek, cevap aramaya başlıyoruz.
Risale-i Nur’da konu ile ilgili bir izah önemli bir ipucu mahiyetinde:
“‘Halîfetün.’ Bu tâbir, arzın, insanların hayatına elverişli şerâiti haiz olmazdan evvel arzda idrakli bir mahlûkun bulunmuş olduğuna ve o mahlûkun hayatına, o zamandaki arzın evvelki vaziyetleri muvafık ve müsait bulunduğuna işarettir. ‘Halifetün’ tâbirinin bu manaya delâleti, mukteza-yı hikmettir. Amma meşhur olan manaya nazaran, o idrakli mahlûk, cinlerden bir nevî imiş; yaptıkları fesattan dolayı insanlarla mübadele edilmişlerdir.” (İşaratu’l- İ’caz, s. 250)
İşaratü’l-İ’câz’da geçen ve Hz. Âdem’in (as) arza halife olmasını bildiren âyeti tefsir eden bu izaha göre, arz ve dünya yüzü hakkında birkaç durum ortaya çıkıyor:
1- Âdem neslinden evvel arz yüzeyinde başka bir nesil yaşamaktaydı.
2- Dünya ve arz yüzü bu mahlûkun yaşamasına elverişli idi.
3- Önceki nesil cinlerden bir nesildi.
4- Cinlerin mahiyeti dumansız ateş olduğuna göre, dünya yüzü de bu mahlûkun yaşamasına elverişli olması dolayısıyla sıcak bir halde idi.
5- Hz. Âdem’in halife kılınmasından sonra dünya ve arz yüzeyi Âdem neslinin yaşamasına müsait ve uygun bir hale getirildi.
6- Hz. Âdem dünya yüzeyinin insan hayatı için asgarî şartların yerine getirilmesi neticesinde dünyaya gönderildi.
7- Dünyadaki insan hayatı ve bu günkü ekolojik çevre Hz. Âdem ile başladı.
8- İnsan neslinin dünya yüzündeki hayat süresi 7.000-10.000 yıl arası olarak tahmin edildiğine göre dünyadaki ekolojik çevre ve diğer mahlûkatın hayatları da bu süreden belki bir miktar fazla idi.
Bediüzzaman Hazretleri bu sürenin tahminî olarak iki yüz bin yıl olabileceğini ifade ediyor. (Barla Lâhikası, 250. Mektub) Zamanın akış hızını bilemediğimiz için bu süre de o günkü zaman akış hızına bağlı olabilir.
İzafiyet teorisine göre, farklı hızlarda zaman farklı akar. Ama bu süre binli yılların ötesine geçmez. Demek ki bazı yanlış fikirli ilim akımlarının insan nesli için 50-60 milyon yıl gibi bir ömür tayin etmeleri ilmî bir hakikat değil, aksine, içinde akıl almaz yanlışları barındıran yanlış bir fikir ve düşüncedir. Şayet insan nesli 50 milyon yıl öncesinde dünya yüzünde yaşamaya başlamış olsa idi, bugün nüfus sayısı korkunç bir rakama ulaşırdı.
Nüfus bilimi tarafından milâdî yıl başlangıcında dünya nüfusu 300 milyon olarak kabul ediliyor. Bu gün yaklaşık 7 milyarın üstünde bir insan sayısı var. 2.000 yıl gibi bir zamanda dünya nüfusu yaklaşık 20 kattan fazla artmış. Bu günkü artış hızına göre dünyanın ömrü var ise, bundan sonraki yıllarda insan nüfusunun nerelere ulaşacağı malûmdur. İşte dünya iki bin yılı içinde böyle büyük bir nüfusa sahip ise, eğer insan nesli milyon ve üstü bir nesil yaşına sahip olsa idi, bugün dünya yüzü tamamen insanla dolmuş olacaktı, belki de trilyonları geçecekti. O sebeple insan neslinin yaşı 7 ila 10 bin yıllarından öteye geçmez. Bu noktada hem aklî, hem naklî, hem de fennî deliller ittifak eder.
İnsan nesli yaklaşık on bin sene gibi bir ömre sahip olduğuna göre diğer canlıların hayat süreleri de bu senelere yakın bir süre, belki bir miktar fazla olması gerekiyor. Bu günkü ilmî verilere baktığımız zaman dünya yüzündeki hayatın tamamıyla birlikte kısa bir süre içinde yaratılmış olabileceği hükmüne ulaşmak pekâla mümkün. Bazı yanlış fikirli ilim ehlinin dediği gibi hayatın başlangıcı milyar veya milyon seneler değil. Dünya yüzündeki bu hayatın, bu çevrenin çok daha kısa süre içinde yaratıldığını anlıyoruz. Bu konuda mühim bir dünyevî delil de var.
1963 yılında İzlanda ülkesi yakınlarında birden volkanik bir ada meydana çıktı. İlim adamları bu adaya çok büyük ilgi gösterdiler. Güya kendi yanlış fikirlerini doğru çıkarmak için ilk hücreli bir mahlûktan gelişmiş bir hayat sürecini bu adada gözlemleme imkânı bulacaklardı. Sadece volkanik küllerden ibaret olan bu ada, onlar için hayatın başlangıcına ait mühim deliller ihtiva etmekteydi. Bilim adamları çok uzun bir süre içinde tek hücreli bir canlının oluşmasını beklerken birden beklenmedik bir şey oldu. Ada iki yıl içinde bir çok canlı ile doldu taştı. Bitkiler, yosunlar, bakteriler, kuşlar, foklar adayı iki yıldan az bir süre içinde istilâ edip adada mükemmel bir hayat düzeninin oluşmasına yol açtılar. Tabi ki yanlış fikirlerini bir türlü ispatlayamayan ilim adamları “Volkanlardan DNA yağdı“ gibi garip bir fikir öne sürerek adayı terk etmek zorunda kaldılar. (Bkz:http://tr.wikipedia.org/wiki/Surtsey)
İlim adamları güya senelerce bir hayat teşekkülü beklerken iki yıldan az bir süre içinde bütün ekolojik sistem ve uygun çevre şartları meydana gelmiş, hayat bütün canlılığı ile kendini göstermişti. Bu durum bize dünyanın Âdem neslinin yaşaması için hazırlanmasında mühim bir ekolojik ve çevresel delil sunmaktadır. Demek ki, Kudret ve Rahmet tarafından, dünya yüzü çok kısa bir süre içinde, bütün ekolojik ve çevre dengeleri kurularak insan hayatı için hazırlandı.

EKOLOJİ VE ÇEVRE BİLİMİ AÇISINDAN
DÜNYANIN YARATILIŞ SÜRECİ
Ekoloji ve çevre bilimi insan, hayvan, bitki ve diğer canlıların çevre ile ilişkisini inceleyen bir bilim dalıdır. Bu bilim dalına göre hayatın bu şekilde devam edebilmesi için dünya ve içindekilerle birlikte, dünyamızın güneş ve diğer semâvî sistemlerle müthiş bir denge içerisinde olması gerekir. Ekoloji bilimine göre küçük bir bakteri ile dünya hayatı arasında kopmaz bir bağ vardır.
Bu bilim dalı hayat için dört ana unsuru olmazsa olmazlar arasında sayar:
1- Kimyasal maddeler
2- Üreticiler (bitkiler)
3- Tüketiciler (insan ve hayvanlar)
4- Ayrıştırıcılar (bakteri ve mantarlar)
İşte bu dört unsur hayatın devamı için hep bir arada ve dengede olmalıdır. Tabiî ki aynı anda olmak zorundadırlar da. Bu birliktelik elbette ki güneşten gelen ısı miktarına bağlıdır. Hayat bir ölçüde fotosentez olayı ile dengelenir. Fotosentez bir mu’cize olaydır. Dünyadaki bütün enerji kaynağı adeta fotosentez yolu ile yaratılır. Allah öyle bir hikmetle bitkileri çalıştırır ki, bütün canlılar besinlerini bu işlem sonucu elde ederler. Bu da güneşten gelen enerjinin dünya yüzünde santimetre kareye 60-200 kalori civarında olması gerekir. Bu da bu günkü atmosfer yapımızın bu kadar harika bir düzen içinde yaratılmasını, canlı ve cansız mahlûkların bu kadar harika bir denge içinde olmasına ve her mahlûkun birbiri ile bu kadar sıkı bir bağ içinde olmasına bağlıdır. Bu da bütün bu çevrenin bir anda def’î ve âni olarak yaratılması neticesinde olur. Demek ki Hikmet-i İlâhî bütün çevre şartlarını çok kısa bir zaman dilimi içinde yaratmış, Hz. Âdem (as) yeryüzüne geldiği zaman ekolojik çevre ve döngü tamamlanmıştır. Yoksa hayat olmazdı.
Yine ekolojik verilere göre çeşitli döngü sistemleri de yine dünyadaki hayatın bütün çevre birimleri ve hayat sahipleri ile birlikte yaratıldığını gösteriyor. Zira bu döngü içinde her bir mahlûk kendi vazifesini yapmakta, bazı mahlûkatın ürettiği diğer bazıları için rızk ve gıda olmakta ve hayat bu denge içinde devam etmektedir. Bugün dünyada sadece azot ve karbon dengesi bozulsa hayat ânında biter.
İşte temel ekolojik döngüler:
1- Fotosentez ile oksijen ve karbondioksit döngüsü.
2- Azot döngüsü.
3- Karbon döngüsü.
4- Fosfor döngüsü.
5- Enerji çevrimleri.
6- Su ve rüzgâr hareketleri.
İşte bütün bu ekolojik çevre içinde hayatın devam etmesi için hayatın her türlü çeşitliliği ile bir anda ve beraber bulunması gerekir.
Evet, dünyadaki hayatın Âdem nesli için hazırlanmasında Cenâb-ı Hak, ibda tarzında yaratılış sürecini tecelli ettirmiştir.
23. Lem’a’da bu hususa şöyle dikkat çekilir:
“Evet, Kadîr-i Zülcelâlin iki tarzda icadı var:
Biri ihtirâ’ ve ibdâ’ iledir. Yani hiçten, yoktan vücut veriyor ve ona lâzım herşeyi de hiçten icad edip eline veriyor.
Diğeri inşa ile, san’at iledir. Yani, kemâl-i hikmetini ve çok esmâsının cilvelerini göstermek gibi çok dakik hikmetler için, kâinatın anâsırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor; her emrine tâbi olan zerratları ve maddeleri, rezzâkiyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.“ (Lem’alar, s. 196)
Demek ki, bu günkü ekoloji ve çevre bilimine göre hayatın devamı için bütün şartların bu günkü gibi bir arada ve aynı anda olması gerekir. Bu sebeple Hikmet-i İlâhî de ilk yaratılış sürecini “ibda ve ihtira tarzında gerçekleştirmiştir” denilebilir. Sonra da güzel isimlerini tecelli ettirmek için, mükemmel bir denge ve intizam içinde mahlûkatını inşa ve san'at ile ihya edip, yaratmaya devam etmektedir.
***
Kur’ân’da Hz. Âdem (as) kıssalarının detaylı bir şekilde anlatıldığı Bakara ve A’raf Sûrelerinin hemen bir önceki âyetlerinde dünyanın insan için hazırlandığına dikkat çekilmesi, dünyanın cinlerin çevre şartlarından sonra insanlar için tekrar döşenip insan hayatı için hazırlandığını bizlere bildiriyor.
Bakara 29-30. âyetlerin meali:
“O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir. Bir zamanlar Rabb’in meleklere: ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti. (Melekler): ‘A!.. Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz’ dediler. (Rabb’in): ‘Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.’ dedi.”
A’raf Sûresi: 10-11
“Doğrusu Biz sizi yeryüzünde yerleştirdik, orada size geçimlikler verdik; ne kadar da az şükrediyorsunuz! Sizi yarattık, sonra size biçim verdik, sonra da meleklere: ‘Âdem’e secde edin’ dedik; hepsi secde ettiler, yalnız İblis, secde edenlerden olmadı.”
Bediüzzaman Hazretleri de Bakara Sûresi 30. âyet ve devamı âyetlerin tefsirinde insan ve dünya hayatı arasındaki kopmaz bağ ve ilişkiye şöyle dikkat çekiyor:
“Evet, sanki onlar diyorlar ki: ‘İnsana bu kadar kıymet ve ehemmiyet verilmesi nereden ve neye binâendir? Ve Allah’ın yanında mevkii nedir ki onun için kıyameti koparıyor?’
Onlara cevaben Kur’ân-ı Kerim, bu âyetin işaretiyle diyor ki: ‘İnsanın pek yüksek bir kıymeti olmasaydı, semavat ve arz onun istifadesine muti ve musahhar olmazdı. Ve keza, insan ehemmiyetsiz olsaydı, mahlûkat onun için halk edilmezdi. Eğer insan ehemmiyetsiz ve kıymetsiz olsaydı, o vakit insan, mahlûkat için halk olunacaktı. Ve keza, insanın Hâlıkı yanında mevkii pek büyük olduğu içindir ki, âlem-i dünyayı kendisi için değil, beşer için, beşeri de ibadeti için halk etmiştir.” (İşârâtü'’l- i’caz, s. 235)
—DEVAM EDECEK—

Okunma Sayısı: 3357
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı