HEM, HEM DE
Zarf ya da bağlama edatı olarak kullanılabilen bu ibâre, farklı olan şeyleri ifade etmeye, bağlamaya yarar. “Olana ilâveten” manasıyla ilk söylenen şeyden farklı bir başka şeyi ifâde için kullanılır; “üstelik, bir de, şu da var ki” mânâları katarak anlamı kuvvetlendirir.
“Hem SALATALIK, hem de HIYAR vardı soframda.” desem, muhatabım da “Bu ne biçim hıyarlık yâhu?” diye düşünmekteyken, -bununla da yetinmeyip- devam etsem:
-Bunları hem EKMEK hem de NÂN-ı azîz ile yedim.”
-?!?!...
Bağlama edatı olan “HEM/HEM DE”yi, önce söylenilen şeyden farklı olan değil de öncekiyle aynı mânâda bir kelimeyi bağlamak için kullanmam, çok orijinal bir anlatım kusuruna misal oldu.
“Hocam, böyle hayâlî bir cümle uydurup anlatım kusuruna misal diye yazıyorsun. Olur mu böyle bir saçmalık? Anlatım kusurunun böylesi de kullanılıyor mu ki?” dediğinizi duyar gibiyim.
Anlatım bozukluklarını işlemeye başladığımız günden bu yana misal olarak verdiğim cümlelerin %99’u Yeni Asya makale ve kitaplarındandır. Dışarıdan seçtiğim % 1 nispetinde bir iki misal de olmuştur. Ama tamamı “kullanılmış” örneklerdir; hayal mahsulü olan –durumu karikatürize maksadıyla- sadece “salatalık-hıyar; ekmek-nân” kelimelerini “hem de” edatıyla bağladığım iki cümledir.
Aktaracağım misaller, gazetemizdendir:
*“... göndermiş olduğu, şu irsal buyurduğu, HEM DE b’as eylediği peygamberlerine…”
* “şu cem’, HEM DE çoğul sîgasıyla…”
* “Beş’ten (5) sonraki bütün sayılar, HEM DE şu tamamı, şu hepsi ‘etkisiz eleman’ kabul ediliyor.”
* “şu büyülerinin şerrinden, HEM DE zararlarından korunma çarelerinin neler olduğunu… “
* “Kendi menfaatleri için küre-i arza ateş atan üfleyicilerin ve ‘sihirbaz’ o diplomatların, ‘tahribata ait’ bütün işleri ayn-ı şerdir…” şeklinde hem ibraz, HEM DE ilan eder.”
İbraz: Ortaya koyma, gösterme
İlân: Açığa vurma, meydana çıkarma
*“…her bir genin, en az Sokrates ve Eflâtun kadar zeki, akıllı, bilgili, HEM DE şuurlu/bilinçli olması lâzım geliyor.”
“… en az Sokrates ve Eflâtun kadar zeki, akıllı, bilgili” olan bir şey için “HEM DE şuurlu” demek abestir.
* “…Meşrutiyet”i hazma, HEM tahammül, HEM DE kabul etmeye pek müsait olmadığını…”
* “… kendine yapılmasını istemediğin bir haksızlığı, hukuksuzluğu, HEM DE şu “hoşgörüsüzlüğü” bir başkasına yapmama…”
* “…yani Padişahlık döneminde “yüz arşın” kadar şu Şeriat’a, şu ‘dine muhalif hareket’ meydana geldiğini hem ifade, HEM DE ‘telmih’ eder.”
Bu cümlede “hem de” kullanılabilirdi ama takdim-tehir şartıyla:
“…hem telmih HEM DE ifâde eder.”
Telmih: Kastedilen bir şeyi açık olarak değil söz arasında îmâ yoluyle söyleme.
İfâde: Bir şeyi söz veya yazı ile anlatma, söyleme, bildirme
Takdim-tehir hatâsı ile bir misal daha:
“…bu konudaki hükmünü, HEM DE kanaatini …”
Bu cümlede “hem de” kullanmaya gerek yok bile. Lâkin “ille kullanacağım; keyif benim değil mi?” denirse, takdim tehir yapılmalı:
“…bu konudaki kanaatini, HEM DE hükmünü …”
*“Buna mümâsil, HEM DE müşâbih olarak, pek çok âyet-i kerîmede…”
*“İçinde, şu ekser Ehl-i Tasavvuf, HEM DE Tarikate, hatta bazı Ehl-i Hakikate şu çok açık bir itiraz, HEM DE muhalefetine rağmen...”
*” …şu devlet kanalları başta olmak üzere diğer bütün tv kanallarında, şu sâkitâne, HEM DE sessizce…”
* “Kadın, mümtaz, HEM DE “seçkin” yaratılmıştı…”“Hem de” edatına devam edilecek.
***
Sıra, şapka hatâsıyla hitâma geldi:
"Said Nursî Hazretleri; Ülü’l-azm ve Fahr-i Âlem olan Hz. Peygamberin (asm) varisi bir âlimdir."
Peygamberimizin VARİSİ var mıydı bilmiyorum, böyle bir kayda rastlamadık; sanırım yoktu. Fakat asrımızda Onun VÂRİSİ Said Nursî Hazretleridir; âmennâ.
Ne diyorduk: Şapkadan geçin; şapka deyip geçmeyin.