Zafer Ali ile beraber bir yere gideceğimiz zaman, 'haydi çıkalım' dediğimizde saate bakar ezana on on beş dakika kalmışsa, kendi kırık Türkçesiyle “Namaz kılacağiz sonra gideceğiz” derdi. "Gideceğimiz yerde kılarız" desek kabul etmez ve ancak namaz kılınca çıkabilirdik
Hasan YALÇIN
26 Ağustosta vefat edip 27 ağustosta ikamet ettiği Bursa Nilüfer’de defnedilen Zafer Ali abi, tarihi yanlış hatırlamıyorsam 1973’de arkadaşı ile Türkiye’ye gezmeye gelmiş. Bu seyahat esnasında Kırklareli’ne de gitmiş. Orada gezerken bir demirci dükkanı dikkatini çekmiş ve içeri girmiş. Risale-i Nur talebesi olan demirci çok alaka göstermiş. Demircinin bu alakası neticesinde sohbet ve münasebetleri artmış. İslamiyete alaka duymuş ve araştırmaya karar vermiş. Derhal arkadaşını İngiltere’ye götürüp bırakmış ve tekrar Türkiye’ye, Kırklareli’ne gelmiş ve tetkikleri neticesinde Müslüman olmuş. Demirci beraberce İstanbul’a gelerek ağabeylerle tanıştırmış. Mehmed Fırıncı ağabey çok yakından kendisiyle meşgul olmuş ve Yeni Asya gazetesinde fotoğrafçı olarak işe başlatmış. Böylece o tarihlerde ben de Yeni Asya gazetesinde çalıştığımdan tanışıp dost olduk. Gazete koridorlarında karşılaştığımızda selamlaşırdık ve hal hatır sorardım. Bu münasebetlerimizden dolayı zaman zaman benimle dertleşirdi.

ÇOK TİTİZ VE PROGRAMLI HAREKET EDEN BİR İNSANDI
Koridorda karşılaştığımız bir gün suratının asık olduğunu gördüm ve sebebini sordum. Bana, iyi Türkçe bilmediği için kendisi ile kimsenin konuşmadığını söyledi. Sadece İngilizce öğrenmek isteyenlerin kendisiyle konuştuklarını, İngilizce öğrenmek istemeyenlerin onunla konuşmadıklarından şikayetçi oldu. Halbuki kendisinin Türkçe öğrenmek için Türkçe konuşmak istediğini, İngilizce konuşmak istemediğini söyledi.
Ben haftanın üç gecesin derse gidiyor, üç gecesinde de partide toplantılarımız vardı ona iştirak ediyordum. Perşembe günleri, Cuma akşamları işten eve gelip evden çıkmıyordum. Zafer Ali abi o tarihte bizim eve yakın oturuyordu. Ben Perşembe günleri akşam bizim eve Türkçe konuşmak üzere gelmesini söyledim. O da gelmeye başladı. Annemin yaptığı çaylarımızı içer ve muhabbet ederdik. Günlük hadiselerden, imani ve İslami mevzulardan konuşurken ben duymamış olabileceği kelimeleri kasden kullanırdım, o da bu kelimelerin manasını sorar böylece sohbetimiz devem ederdi. Böyle haftalık sohbetlerimize devam ettiğimiz günlerde bir akşam yüzü asık olarak geldi. Hoş beşten sonra canının neye sıkıldığını sordum. Birinci ağabeyin “Beraber arabayla Almanya’ya gideceğiz” dediğini söyledi. “Ne var bunda niye canın sıkıldı?” diye sorduğumda; hangi şehre gideceklerini, kaç gün kalacaklarını sorduğunu fakat Birinci ağabeyin cevap vermediğini söyledi. Ve “program yok, program yok. Hangi şehirler gideceğiz, hangisinde kaç gün kalacağız? Olmaz hepsini bilmek lazım, program lazım” dedi. Ben de yahu “Zafer abi sana ne, sen Almanya’ya; ulaşana kadar ve Almanya’da tercüman şoför olarak gidiyorsun. ‘Haydi filan şehre gidiyoruz’ diyecekler sen de oraya götüreceksin” deyince “Hayır olmaz, olmaz bilmek lazım” diye cevap verdi.

NAMAZ VAKTİNE ÇOK İTİNA GÖSTERİRDİ
Beraber bir yere gideceğimiz zaman, haydi çıkalım dediğimizde saate bakar ezana on on beş dakika falan kalmışsa, kendi kırık türkçesiyle “namaz kılacağiz sonra gideceğiz” derdi. Yolda veya gideceğimiz yerde namazı kılarız desek de kabul etmez, belki trafik sıkışır namaz gecikir, “kılacağiz sonra çıkacağiz” der ve ancak namaz kılınca çıkabilirdik.
KOMÜNİSTLERİN TARTAKLAMASI
O senelerde sağ sol çatışmalarında her gün çok sayıda cinayetler işleniyordu. Komünist gençlerden biri öldürülmüş. Adli Tıp; Gülhane Parkının karşısındaki binada idi. Binanın morg kapısı yan tarafta, Cağaloğlu’na çıkan sokakta idi. Marksist gruplar cenazeyi alıp defnedileceği yere kadar cadde ve sokaklarda gösteri yapmak için kalabalık olarak morgun önünde ve etrafında toplanmışlar. Bizim Zafer abi de gazete muhabiri olarak fotoğraf çekmek ve haber yapmak için oraya gitmiş. Hangi gazeteden olduğunu soranlara cevab verirken bozuk Türkçesinden dolayı zavallıyı yakalamışlar ve Cia ajanı olduğu zannı ve iddiasıyla tartaklamışlar ve bir müddet aralarında tutmuşlar. Daha sonra hakikati anlamışlar ve serbest olduğunu gidebileceğini söylemişler. Bunun üzerine Zafer abi sakin sakin “Beni dövdünüz, peki şimdi ne oldu, neyi hallettiniz” diye onları ayıpladığını, gece geçmiş olsun demek için evine gittiğimde anlatmıştı.

Ertesi gün gazetelerde Cia ajanı iddiasıyla bir gazete muhabirinin dövüldüğü haberi, yüzü gözü, ağzı burnu morarmış ve gömleğinin önü kanlanmış vaziyetteki fotoğrafıyla yer almıştı.
Kendisine Cuma mesajları yazar bazen de telefon eder hal hatır sorar ve muhabbet ederdik. 13 sene kadar önce benim için bir zahmete girmemeleri için haber vermeden Bursa’ya, köyüne öğlen namazı vakti gidip evinde ziyaret ettim. Bizim camia olarak aile içi anlaşmazlık olarak anlaşılabilecek meselelerden çok fazla müteessir olduğunu üzülerek gördüm. Dilim döndüğü, aklım erdiği kadar aşere-i mübeşşere ve sahabe-i kiramdan misaller vererek, biz onlardan daha üstün değiliz ki onlarda bile olan anlaşmazlığın bizde olmasın misalleriyle anlatmaya, teskin ve teselli etmeye etmeğe çalıştım. Kalkmak için her teşebbüsümde hanımından bir ikram getirdi ve öylece akşamı ettik. Akşam ayrılınca Bursa’da ikamet eden Osman Zengin kardeşimi aradım ve sık sık aramasını ve ziyaret etmesini rica ettim. Sağ olsun Osman kardeşim aramış ve ziyaret etmiş. Arkasından kendisiyle Yeni Asya’da neşredilen bir röportaj yapmış. Ben Cuma mesajlarına ve ara sıra armaya devam ettim. Mesajlarıma cevab gelmeyince, rahatsız olabilir düşüncesiyle Cuma mesajı göndermeyi terk ettim. Bir telefon görüşmemizde sohbet ederken neden Cuma mesajlarını kestiğimi sordu. Ve kendisinin akıllı telefon ve internet kullanmadığını ve kullanmayacağını, mesaj gönderme dahi olmayan, sadece konuşma paketleri aldığını, Cuma mesajları göndermeye devam etmemi söyledi.

Zafer Ali abiye Cenab-ı Hak’tan rahmet ve mağfiret, hanımefendisine ve oğlu Melih kardeşimize sabır ve metanet ile sıhhatli uzun ömürler niyaz ediyorum.