Bediüzzaman Hazretlerinin mahkemeler de dahil hiçbir yerde sarığını çıkarmadığı bilinir. 1952’de İstanbul’da yapılan Gençlik Rehberi Mahkemesinde Üstadımızın mahkemede başını açamayacağına dair doktor raporu teminine teşebbüs edilmiş ve doktor araştırılması esnasında İETT’de dindar bir doktor olduğu öğrenilmesi üzerine Sadullah Ağabeye müracaat ile gelip Üstadımızı muayene etmesi temin edilmiş.
DR. SADULLAH NUTKU AĞABEY “DİNDAR DOKTOR” OLARAK TANINIYORDU
Bediüzzaman Hazretlerinin mahkemeler de dahil hiçbir yerde sarığını çıkarmadığı ve çıkarmasını isteyen resmî zevata “Bu sarık bu başla beraber çıkar” dediği umumun malumudur.
1952’de İstanbul’da yapılan Gençlik Rehberi Mahkemesinde ise sarığı yerine, omuzuna örttüğü şalı başına sardığını Tarihçe-i Hayat’taki fotoğrafında görüyoruz.
Zannediyorum; İslâmî şeaire kısmen hürriyet verilmesi, baskı ve tacizlerin az da olsa yumuşatılması, Üstadımızın da mütecavizlere karşı olan eski salabetini yumuşatmaya sebeb olmuş. Tabiî bu benim tahminim.

Üstadımızın mahkemede başını açamayacağına dair doktor raporu teminine teşebbüs edilmiş ve doktor araştırılması esnasında İETT’de dindar bir doktor olduğu öğrenilmesi üzerine Sadullah Ağabeye müracaat ile gelip Üstadımızı muayene etmesi temin edilmiş. Sadullah Ağabey bu vesile ile Üstadımız ve Risale-i Nur talebeliği ile müşerref olmuş. Ve sıkça Üstadımıza ziyarette bulunmuş,
Tahminim, önceden kendisinin tarikat intisabı olduğundan ve tarikat müntesiblerinin keramete olan zaafından dolayı olsa gerek, her ziyaretinde üç-beş keramete mazhar olduğunu anlatırdı. Yeri geldikçe çok kerametler anlatıyordu ve “Üstadın kerametlerine dair iki cilt kitap yazabilirim, ama ağabeyler izin vermiyorlar” derdi.
KİTAP, OKUNUNCA HAREKETE GEÇİRİR
Emekli yüzbaşı Refet Barutçu Ağabey kendisinin ikâmet ettiği Beşiktaş’ta bir camide fahrî olarak imamlığa başlamış. Sadullah Ağabey de sabah namazlarına o camiye gidiyormuş. Sabah namazından sonra cemaatten arzu edenlerle beraber Risale-i Nur dersi yapmak isteyen Refet Ağabey, risale okumaya başlayacakken, doktor ağabey, Üstadımızı ziyaretlerini, bu ziyaretlerde gördüğü kerametleri ve kendisine yaptığı iltifatlarını anlatıyor ve kitap okumaya zaman kalmıyormuş.

Dindar doktor diye cemaat çok iltifat ediyormuş. Rencide etmek istemeyen Refet Ağabey de cemaat içinde bir şey demiyormuş. Bir gün Refet Ağabey “Doktor böyle olmaz. Ben ders okumak istiyorum, ama sen müsaade etmiyorsun. Bundan sonra hazırlan ve Haşir Risalesini cemaate sen oku” demiş ve ders okumaya başlamışlar. Ders esnasında kelimelerin lügat manalarını ve okunan kısmın ne anlattığını soran Refet Ağabeye, daha önce az risale okuduğundan cevab veremeyen Sadullah Ağabey, önceden hazırlanarak derse gelmeye başlamış ve bu şekilde Haşir Risalesini bitirdikten sonra “Bu hakikatleri bütün dünyaya ilân etmemiz gerekir” demiş. Ve Konya’ya taşınıp muayenehane açarak Kapı Camiinde Cuma namazı öncesi cemaate risale okumaya başlamış.
Defalarca tevkif edilip karakolda işkence görmüş ve Mahmut ismindeki komiserin; yüzüne attığï bir tokat neticesinde kulağının zarı patlamış ve bir kulağı işitmez olmuş.
KENDİSİNDEN BAZI HATIRALAR
Üstadımızı ziyarete gidip Arabistan’a hicret için izin istemiş. Üstad da “İznim yoktur” demiş. Ziyaret esnasında hicret için izin istemeye tekrarla devam etmiş ve her defasında Üstad “İznim yoktur” demiş. Sonunda “Efendim mühim bir iş yapılacağı zaman on âlim ile istişare edin diye bir mesele biliyorum. Ben de size gelmeden önce dokuz ulema ile istişare ettim. Dokuzu da ‘Hicret farzdır’ dediler, onuncu olarak size geldim” deyince Üstadımız ulemayı tekzib etmeyerek “Belî kardeşim, evet farzdır, fakat kumandanlar gitmez” diye cevap vermiş. Doktor Ağabey de “Ama efendim bu açık saçıklık içinde nasıl evlâd yetiştireceğiz?” deyince “Kardeşim sen bir gül bahçesine girmişsin, güllerle meşgul ol, gübrelere bakma” demiş.

Barbaros Bulvarının şimdi geçtiği yerde, babasından miras kalan ahşap ev istimlak edilince yüksek miktarda bir para eline geçmiş. Parayı Ankara’da tab edilmeye başlanan Risale-i Nur Külliyatı baskı masrafına harcanmak üzere ağabeylere göndermiş. Onlar da borç senedi vermişler.
Konya’da ev ve muayenehanesinde kiracı olarak duruyormuş. Hanımların büyük bir ekseriyeti gibi, hanımı o para ile ev alıp kiradan kurtulunmasını istiyormuş.
Üstada ziyarete gittiği zaman her işi için istişare ettiği gibi, bu mesele için de Üstad ile istişare etmek istemiş ve hanımının arzusunu söylemiş. Üstad ise “Doktor bana dünyevî meseleleri sorma, ben dünya işini bilmiyorum” demiş. Ziyaret müddetince lafı getirip bu parayı ne yapması gerektiğini tekrar tekrar sordukça, Üstad da aynı cevabı vermiş. Ziyaret bitip tam kapıdan çıkacağı zaman Üstad “Doktor paran elinde kalsın” diye seslenmiş. Onun üzerine hanımının arzusuna uymamış.
O paranın bir kısmını kızının düğün masrafına harcamış. 1960 ihtilali sonrası yine tevkif edilip Konya hapishanesine konulmuş. 1961 senesinde Osman Zeki Yüksel (Serdengeçti) de tevkif edilip Sadullah Ağabeyin koğuşuna konulmuş. Merhum Serdengeçti, Dr. ağabeyimizle alâkalı çok güzel şeyler nakletmektedir. Sabahtan akşama kadar koğuşta, Kur’ân, Cevşen ve risale okumakla günleri geçiyormuş.

Evi ve muayenehanesi kira, çocukları küçük, kendisi hapis. Kira ve diğer geçim masrafları için ihtiyaç oldukça ağabeylere verdiği paradan ister ve sarf ederlermiş. Ve para bitmiş, gurbet memleketinde parasız ne yapacağını derin bir hüzünle düşünürken, para bittikten iki gün sonra tahliye edilmiş.
Ve Üstadımızın “Doktor paran elinde kalsın” demesinin hikmeti meydana çıkmış.
HİZMET GAYRETİ
Çok gayretli ve sebatkârdı. 52 yaşından sonra hafız olmuş. Hizmet niyetiyle Perşembe günleri ücretsiz, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü talebelerini muayeneye giderdi. Ve onlara Risale-i Nur okumalarını tavsiye ederdi.
TAKVASI
Çok oruç tutardı. Sarıksız namaz kılmazdı. Tek başına namaz kılarken dahi, beş on kişilik küçük bir cemaate imamlık yaparmış gibi bir sesle, haşyet içine tekbir alır, tekbir alırken titrerdi.
Namaza girerken cebindeki bütün parasını ayakkabılarının içine koyarmış. Evine girerken de bütün parasını ilk basacağı yere halının altına koyar ve üzerine basarak eve girermiş. Çok mütevazi idi. Bizden büyük evlâdları varken, bizimle yaşıtmışız gibi konuşurdu. Daha yazacağım çok şey var, ama kısa kesmeye çalıştığım halde yine de uzun oldu. Sabırla okuyanlara teşekkür ve minnetlerimi takdim ediyorum.
HATIRA: HASAN YALÇIN