Meşhûr “Han Duvarları” isimli destansı şiirin sahibi olan Faruk Nafiz Çamlıbel’in bir de “Zindan Duvarları” isimli seri şiirleri var. Son derece içten ve etkileyici dörtlükler bunlar. Çünkü, şair, Yassıada’da bizzat kendisinin gördüğü ve yaşadığı acıları, elemleri ve darbeciler tarafından yapılan insanlık dışı muameleleri mısralaştırmış, o şiir serisinde.
«
“Zindan Duvarları” dörtlüklerinde, Haziran 1960-Eylül 1961 tarihleri arasında Yassıada’da yaşanan vahşetin boyutları anlatılıyor:
Gün doğar; sohbetimiz yalnız ölümdür adada;
Gün batar; uykuda rüyâmız ölümdür yalınız.
Dersiniz: Böyle cehennem mi olur dünyada?
Çok değil, bir gecelik bizde misafir kalınız!
Kerbelâ akşamında Marmara ufkunda tüten;
Çölü deryaya çevirmiş sel olan göz yaşımız.
Görerek kanlı bulutlarda Hüseyn’in yüzünü,
On Muharrem gibi mâtem tutuyor yılbaşımız.
Gece zindanda Yusuflar, sıralanmış yatıyor;
Yüzlerinden okurum sapsarı rü’yâlarını.
Kimi sehpâda görür kendini, çarmıhta kimi;
Ve ararlar yine zindandaki dünyalarını.
«
Bir avuçluk bir kara parçası olan meşhûr Yassıada, o kanlı mezalimden sonra ismi olmuş Yaslıada.
Marmara Denizini "bir mavi göz"e, Yassıada'yı ise, o gözdeki bir "elem ketresi"ne benzeten şair Faruk Nafiz Çamlıbel, Yassıada'nın o günkü hazin manzarasını şu unutulmaz mısralarla resmediyor âdeta:
Bilmiyor gülmeyi sâkinlerinin binde biri;
Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada.
Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür;
Mavi bir gözde elem katresidir Yassıada.
«
Hem orduya, hem hükümete darbe yapan 27 Mayıs Cuntası, ülkenin hemen her yerinden Demokrat kadroları toplayarak vahşiyane yöntemlerle Yassıada’ya sevk etti. Aralarında hemen her kademeden insan vardı. Zamanla sayıları 600’ü geçti.
1960’ın Haziran ayı ortalarına gelindiğinde, orada uyduruk bir mahkeme kuruldu ve duruşmalara geçildi. Birbirinden alçak ve aşağılık heriflerin içinde yer aldığı mahkemeye bir de “Yüksek Adalet Divanı” ismi takıldı. İşkenceli duruşmalar 14 ay kadar sürdü.
1961 senesi Eylül ayının ortalarına gelindiğinde, bir buçuk yıldır akan gözyaşları, âdeta sel olup taştı. Zira, 14 ayrı dâvâdan yargılandıkları halde, hukukî cezayı gerektirecek bir tek suçu tesbit edilemeyen Adnan Menderes ve yüzlerce dava arkadaşı, o uyduruk mahkeme tarafından en ağır cezalara çarptırıldı.
Mahkeme kararları arasında 13 kişi için de idam cezası vardı. Bunlardan üçünün infazı 16 ve 17 Eylül günlerinde yapıldı. Oysa ki, onların her üçü de hür irade ile seçilmiş güzide vatan evlâtlarıydı: Biri Maliye Bakanı Hasan Polatkan, biri Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, biri de Başbakan Adnan Menderes idi.
Bu arada, Yaslıada’da Demokratlara uygulanan ağır mobbing (tahkir-tezyif-işkence) sebebiyle en az 9 kişi daha orada cân vererek şehâdet şerbetini içti. Allah, cümlesine rahmet eyleye.
«
Yazının sonunu yine “Zindan Duvarları”ndan seçmelerle bağlayalım:
Biz de Şeyhoğlu Satılmış gibi çizdik duvara;
Nice yıl dillere destân olacak nâmımızı.
Bu canım yurt, ona gurbet, bize zindân oldu;
Geçtiler yanyana tarihe serencâmımızı.
Vakit gecenin yalnızlığı, derin bir âlemdeyim
Hüzünlü zindan duvarının manalı seyrindeyim
Dalgalanmış şu yüreğim fırtınalı denizdeyim
Cismen burda ruhen şu anda bir sahra içindeyim
Baktım ki sahra ve denizlerde canavarlar bulunur
Kanlı iğrenç dudaklar mazlum kanına yumulur
Kimi diz çökmüş yalvarırken kimileri doğrulur
Aman ya Rabbim her taraftan feryad figan duyulur
Kimse cesaret etmezken, daldık bizler bu sahraya
Canavarlarla boğuştuk, yalnız dayandık Hüdâ’ya
Bedende çok yara aldık, uğradık her tür belaya
Tökezlendik, bedel verdik; imanla geldik buraya