Bayram; lügatte neşe, sevinç, olgunluk, şenlik, dinlenme ve eğlenme mânâlarına gelen bir mefhumdur.
Yediden yetmişe herkes tarafından idrak edilen bayramlar, aynı zamanda çok yönlü bir eğitim vasıtasıdır. Kastedilen bu tarif, elbette dîni aktivitesi olan Ramazan ve Kurban Bayramları’na aittir. Resmî törenler ve anma günleri için değil.
Her sene olduğu gibi, geçtiğimiz 21 Ağustos Salı günü başlayıp, 24 Ağustos Cuma gününe kadar devam edecek olan Kurban Bayramı, başta İslâm âlemi olarak dünyanın bir çok yerlerinde tam bir bayram şuuruyla idrak edilmektedir. Her yıl olduğu gibi yediden yetmişine kadar herkes, inancıyla, âdet ve töresiyle bu mutluluğu yaşar, paylaşır!
Bu bayrama ismini veren “Kurban” hadisesi ise bir başka coşku ve heyecan uyandırmaktadır! Milyonlarca kurban, yine milyonlarca aç ve fakir insanı sevindirmektedir. Bundan başka çeşitli yardımlaşma şekilleri, akraba, eş, dost ziyaretleri gerçek kaynaşmalar bayramın hususiyetlerindendir.
Diğer taraftan, bayramlar istismar edilerek çeşitli yürüyüşler, taşlı sopalı kavgalar, etrafa zarar vermek gibi çeşitli provokasyonlar yaşanmaz. Esasen dîni bayramların mânâ ve muhtevası hiçbir menfi hadiseye meydan vermez. Çünkü fert ve dolayısıyla toplum eğitiminin esası, özü olan irşad hususiyetine sahiptir. İşte gerçek manada bayram da budur.
ASIL EĞİTİM VE TEKÂMÜL METODU, İRŞAD
Toplumların gerçek mânâda eğitim ve tekâmülü “İrşad” (insanların akıl, kalb ve iç âlemini aydınlatmak) ile mümkündür.
İnsanlık tarihi boyunca İlâhî emirlerle gönderilen binlerce peygamberler, irşad metoduyla vazifelerini yerine getirmişlerdir. Böylece, çeşitli tabiat varlıklarına ve putlara tapan ve birçok kötülüğü âdet edinen, yoldan sapmış cahiliye toplumlarının hidayetlerine vesile olmuşlardır. Bunların en canlı misali, 14 asır devam eden ve her asırda yüz milyonlarca insanı irşad edip, hakikî insanlık derecesine yükselten Hz. Peygamber Efendimiz’in (asm) tebliğ ettiği İslâm dînidir. Onun getirdiği hidayet nurunun sonsuz tesirini asrımızın en büyük âlimi ve müceddidi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri şu entresan ifadelerle beyan etmektedir:
“İşte bak; nasıl berk-i hâtif (göz alıcı şimşek) gibi, onun nuru şarktan garbı tuttu. Ve nısf-ı arz (yeryüzünün yarısı) ve hums-u beşer (insanların beşte biri) onun hediye-i hidayetini (hidayet hediyesini) kabul edip hırz-ı can etti (bağrına bastı) (...) İşte, bak; şu cezîre-i vâsiada (Büyük Arabistan Yarımadası’nda) vahşî ve âdetlerine mutaassıb ve inadçı muhtelif akvamı, ne çabuk âdat ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyanelerini (vahşi olan kötü ahlâklarını) def’aten (birden) kal’ve ref ederek (kökünden keserek) bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme (medeni ümmetlere) üstad eyledi. Bak değil zâhirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalpleri, nefisleri feth ve teshîr ediyor. Mahbubu kulûb, muallim-i ukûl, mürebbi-i nüfus, sultan-ı ervâh oldu (...) Bak, Bu zât, büyük ve çok âdetleri, hem inadçı mutaassıp büyük kavimlerden zâhiri küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ref’ edip, yerlerine öyle secâyâyi âliyeyi (yüksek âhlâkı) - ki, dem ve damarlarına karışmış derecede sabit olarak– vaz’ ve tesbit eyliyor. Bunun gibi daha pek hârika icraatı yapıyor. İşte, şu Asr-ı Saadeti görmeyenlere Cezîretü’l-Arab’ı (Arap Yarımadasını) gözlerine sokuyoruz! Haydi yüzer feylesofları alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar. O zâtın (asm), o zamana nisbeten bir senede yaptığının yüzde birisini, acaba yapabilirler mi?1
İşte, maddî mânevî her hususta faydalı, dünya durdukça devam edecek olan gerçek mânâda eğitim ve tekâmül usûlü, metodu da budur!